No Regret [Chen]

EXO OC ONE SHOTLAR

Düğününe 1 hafta kalmıştı. Mutluydun, sonunda hayatını rayına oturtabilmiştin. Sevdiğin bir nişanlın, iyi kazandığın bir işin ve güzelce dekore ettiğin bir evin... Tamam, belki dekorasyon kısmında nişanlının payı daha büyüktü. Biraz bencilce kendi zevkine göre hareket etmişti, ama önemli olan gönüllerin bir olmasıydı değil mi? Bu sırada telefonun çalmıştı. Araba sürüyordun, arayan annendi. Araç kitine basıp yanıtladın.

''Efendim anne?''

''Kızım bugün perdeler alınacaktı, unutmadın değil mi?'' Tabi ki unutmamıştın. Ajandan ağzına kadar bunlarla doluydu.

''Unutmadım anne. Şimdi götürüp eve bırakacağım. Yarın da yemek takımları gelecek. Ben işte olacağım, eve gidip adamları karşılar mısın?''

''Tamam hayatım.. Geç kalma..''

''Peki anne! Bana yemek ayır, deli gibi açım!''

''Tamam deli kız! Ne zaman ayırmadım?'' annen telefonun diğer ucundan kıkırdıyordu.

''Seni seviyorum! Şimdi kapatmam lazım, yoldayım..''

Telefonu kapattıktan yaklaşık 10 dakika sonra 'müstakbel evine' gelmiştin. Zengin bir muhitte, büyük bir rezidanstı. Paketleri alıp asansöre bindin ve 12. Kata bastın. Şifreyi tuşladıktan sonra içeri girdin ama bir tuhaflık vardı ; ışıklar açıktı. Elindeki paketleri koyup içeriyi kolaçan etmeye başladın. Yatak odasına yaklaştıkça yükselen bir ses duydun. Koşarak gidip kapıyı açtığında beyninden vurulmuşa dönmüştün ; müstakbel kocan iş yerinden bir arkadaşının üzerinde kendinden geçmişti. Kalbinin sıkıştığını, göğüs kafesinde tarifsiz bir acı olduğunu hissettin. Seni fark etmeleri uzun sürmüştü. Kız seni işaret edince, nihayet nişanlın dönüp sana bakmıştı.

''Bak.. Açıklayabilirim..'' Yüzsüzlüğüne şok olmuştun. Bunca yıldır sevdiğin adam bu muydu yani?

''Neyi açıklayacaksın? Beni kendi yatağımızda, arkadaşım dediğim bir sürtükle aldattığını mı? Aaaah, gördüğüm gibi değil mi yoksa? Ne zaman açıklayacaktın peki? Yarın? Düğün günü? Ondan sonra?'' Ağlamamak için dudaklarını ısırıyordun.

''Hayatım dinle beni...''

''BANA HAYATIM DEME SENİ AŞAĞILIK HERİF! ADIMI BİLE AĞZINA ALMA, HAYIR HAYIR, AKLINDAN BİLE GEÇİRME! CEVAP VERİRKEN BİLE İÇİNDEN ÇIKMAYA ZAHMET ETMEZKEN, NEYİNİ DİNLEYECEĞİM HA NEYİNİ!!!! LANET OLSUN SİZE!!!!!''

Deli gibi çığlık atıyordun. Nişanlın burun kemerini sıkarak içine düştüğü boktan durumdan nasıl sıyrılacağını düşünüyordu. Hıncını birşeylerden çıkarmalıydın. Bu lanet evi de tıpkı şu an içinde olduğun cehenneme benzetmek istiyordun. Mutfağa gidip açılmış kolilerdeki bardakları çıkarıp fırlatmaya başladın. Zaten hiç sevmemiştin bu eski moda şeyleri. Mutfaktaki sesi duyunca beline çarşaf sarıp yanına gelmişti nişanlın olacak adi.

''Lütfen sakin ol... Böyle bir yere varamayız...'' Histerik bir kahkaha patlattın. Bu adam hala konuşuyor muydu?

''Seninle bir yere varmak isteyen kim? Herşey bitti zaten, nereye varmaktan bahsediyorsun?!''

Eşyaları fırlatmaya devam ediyordun. Sana doğru bir adım atmıştı. Elindeki cam sürehiyi ona doğru kaldırdın.

''Uzak dur! Pis ellerini uzatma bana! Katil olmamı istemiyorsan çekil önümden!'' Korkuyla olduğu yere sinmişti. O sürtüğün parmak uçlarında kapıya ilerlediğini gördün. Sürahiyi arkasından fırlatıp parçalanmasına neden oldun. Seken cam parçalarından biri yanağını kesmişti. Acı hissetmiyordun ; uyuşturulmuş gibiydin. Eline bir bıçak alıp salona gittin. Deri koltukları parçalamaya başladın.

''Zaten ilk andan beri nefret etmiştim sizden! Misafirlerime bu zevksiz şeyleri nasıl açıklayacağım diye kara kara düşünüyordum! Aptal kanepe!''

Yaklaşık yarım saat sonra evi savaş alanına çevirmiştin. Yorulmuştun, ama daha çok öfken yormuştu seni. Bacaklarının üzerinde duracak gücü bulamıyordun. Yüzüğünü çıkarıp, o pisliğin yüzüne fırlattın kapıyı çarpmadan önce.

Arabana atlayıp Han nehrine sürmüştün. Çok uzak değildi zaten. Bir büfeden sigara aldın ; o adi için bıraktığın biricik sevgilindi sigara. Ve şu an seni sakinleştirebilecek tek şey. Ağzına bir tane koyup çantanda çakmak aramaya başladın. Elbette olmazdı, 1 yıl önce bırakmıştın! Çantanı sinirle fırlatıp saçlarını karıştırdın. Etraftan geçen tek tük insanlar da sana tasvip etmeyen gözlerle bakıyordu. Onlar nasıl anlayabilirdi seni? Düğününe bir hafta kala nişanlını kendi yatağında başka bir kadınla basmıştın. Sinirle olduğun yere çöküp ağlamaya başladın. Birden önünde yanan bir çakmak belirdi. Başını kaldırıp elin sahibine baktın ; yüzünde büyük bir gülümsemesi olan yakışıklı bir genç adamdı. Senin hizana çömeldi, çakmağı eliyle rüzgardan koruyarak sigarana yaklaştırdı. Şaşkın gözlerle sigaranı yakıp derin bir nefes çektin. Gözlerini kapatmış dumanını keyifle üflüyordun. Gözlerini açtığında genç adamın dağılan çantanı toparlayıp sana uzattığını gördün. Uzun süre yüzüne şaşkınlıkla bakıp çantanı almayınca, yavaşça yanına bırakıp uzaklaşmaya başladı. Oturduğun yerden kalkıp arkasından bağırdın.

''Hey! Bakar mısınız!'' Dönüp sana baktığında zaman kazanıp yanına yürüdün.

''Teşekkür ederim, gerçekten çakmağa ihtiyacım vardı.. Bir tane alır mısınız?'' Paketi uzattığında o güzel gülüşüyle reddetti seni.

''Teşekkürler, ama kullanmıyorum...''

''O halde neden çakmak taşıyorsunuz?''Şaşırmıştın.

''Sevgilim daima çakmağını bir yerlerde unutur da...'' Dünyada böyle şanslı kızlar da vardı işte.

''Şanslı kızmış...''

''Aslında artık sevgilim değil, çünkü az önce mesaj atarak ayrıldığını söyledi...''

Az önceki lafını geri aldın ; dünyada böyle SALAK kızlar da vardı.

''Kişisel meselenize burnumu sokmak istemem ama... Neden terk etti sizi? Yani... Siz yakışıklısınız ve iyi birine benziyorsunuz...''

''Aslında ben de bilmiyorum çünkü mesajda yazmamış.'' Telefondan mesajı açıp göstermişti.

*Bitti. O daha zengin ve iyi sevişiyor*

Okuduğun kanını dondurmuştu. Bu çocuğa nasıl yapabilmişti bunu? Dahası, o nasıl bu kadar sakindi?

''En azından nerden kaybettiğimi öğrendim ha?'' telefonu cebine koyarken gülümsemişti.

''Nasıl bu kadar sakinsin? Şu an kulağa inanması zor geliyor biliyorum ama az önce ben de aldatıldım. Ve ancak evi yıktıktan sonra sakinleşebildim. Aslında hala sakinleşmiş sayılmam, çünkü sigara içmem gerekiyormuş gibi hissediyorum...'' biten izmariti atıp ezdikten sonra bir yenisini çıkardın. Genç adam yeniden yaktı sigaranı, çakmağın alevi yüzüne vururken daha çekici görünüyordu.

''Yanağındaki kesikten anlamam gerekirdi... Bitmiş birşey için neden kendimi hırpalayayım ki? Bizim ilişkimiz zaten benim zorumla yürüyordu... Bitirmek istediğinde engel olmak bile gelmedi içimden...''

''Adın ne?'' diye sordun, ortak bir kadere sahip olmanız ona sempati duymanı sağlamıştı.

''Jong Dae, Kim Jong Dae...''

Tanıştıktan sonra köprüde yürümeye başlamıştınız. Sigaraların birini yakıyor, birini söndürüyordun.

''Artık içmesen? Sakinleşmedin mi hala?''

''O kadar kolay değil... Daha sakinleştirici birşey biliyor musun?''

''Dur bakalıııııım....'' Biraz düşündükten sonra aklına gelen fikirle ciyakladı ''Şarkı söyleyebilirim!''

''Karga gibi bir sesin olduğunu düşünüyorum nedense? Böyle özgüvenle atılan insanların sesi kötüdür genelde...''

''Denemeden bilemezsin değil mi?''

Şarkı söylemeye başladığında tüylerin diken diken olmuştu. Hayır rüzgardan değildi, Jong Dae'nin sesiydi içini ürperten. Büyülenmiştin...

Bitirdiğinde gülümseyerek bakıyordu sana 'Ben demiştim' bakışı eşliğinde.

''Her sakinleşmem gerektiğinde bana şarkı söyleyecek değilsin ya? Sigaram daima benimle ama...'' bu cümle biraz beklenti içeriyordu işte.

Gülümsetmiştin onu. Biraz daha gülümserse aşık olabilirdin. Çünkü insanlar bu gibi durumlarda aşık olmaya daha yatkındı.

''Ne zaman istersen söyleyebilirim aslında... Bu benim kartım... Artık gitsem iyi olacak, beslemem gereken bir köpeğim var da...''

Onunla konuşurken zamanın nasıl geçtiğini fark etmemiştin. Dahası, daha yeni tanıdığın bu genç adamdan ayrılmak istemiyordun.

''Eve kadar bırakabilirim?'' tekliften çok ısrarcı bir cümleydi.

''Ohh, peki. Sanırım hayır diyemeyeceğim.''

Yarım saat sonra evine gelmiştiniz. Arabayı durdurduktan sonra sana baktı teşekkür etmek için. Ama sen hala ondan ayrılmak istemiyordun.

''Bak Jongdae... Birşey söyleyeceğim ama beni yanlış anlamanı da istemiyorum... Bu gece senin evinde kalabilir miyim? Anneme anlatacak kadar güçlü değilim hala... Ayrıca ağlamam gerekiyor ve bunun için bir omuz lazım. Ve bir de şarkı söylemelisin...'' dolu gözlerinle ona bakarak devam ettin ''... Hala ağlamadım ve... eğer içimde tutarsam zehirlenecekmiş gibi hissediyorum...''

''Tabi ki... eğer daha iyi hissedeceksen...''

İçeri girmiştiniz. Küçük bir stüdyo daireydi. Rengarenkti, senin sevdiğin gibi. Burada yabancı hissetmemiştin. İçeriden küçük bir köpek geldi havlayarak, Jongdae'nin ayaklarına dolandı.

''Acıkmış mı benim kızıııııım! Gel babaya! Karnımızı doyuralım bir güzel...'' Köpeği alıp mutfağa geçmişti. Oradan sana seslendiğini duydun.

''Karnın aç mı? Sormayı unuttum?''

''Köpeğini doyururken aklına gelmem biraz garip... Ama hayır aç değilim. Hayatımın kazığını yedim zaten, fazlasıyla tokum.''

Kocaman sesiyle kocaman bir kahkaha patlatmıştı.

''Öyle düşünmemiştim gerçekten, kusura bakma..''

Bu sırada kanepeye oturmuş etrafı inceliyordun. Jongdae elinde iki kupa kahveyle gelmişti. Minnettarlıkla gülümsedin. Biraz sonra küçük köpek de karnını doyurmuş, salona dönmüştü. Jongdae onu kucağına almış tüylerini okşuyordu. Kahveni hala ellerinde tutarken başını yavaşça Jongdae'nin omzuna koydun. Sessizce döküyordun gözyaşlarını şimdi. Olanları aklından, kalbinden ve ruhundan silebilmek umuduyla döküyordun gözyaşlarını. Annenden başkasının omzunda ağlamazdın, en yakın arkadaşların bile görmemişti göz yaşlarını. Ama daha 2 saatti tanıdığın bu adamın omzu sana dünyadaki en huzurlu yer gibi geliyordu. Orada, o şekilde ne kadar ağladığını bilmiyordun. Jongdae sana birçok şarkı söylemiş, saçlarını okşamıştı. Ona sıkıca sarılmıştın.

''sen içeride benim yatağımda yat, ben burada yatarım...''

''Benimle uyusan olmaz mı? Sarılmana ihtiyacım var...''

Öyle de olmuştu. Ona sıkıca sarılarak gözlerini yummuştun. Ertesi gün uyandığında Jongdae yoktu, saate baktığında öğlen olduğunu gördün. İşe gitmiş olmalıydı. Baş ucunda bir not vardı.

*Ne sevdiğini bilmediğim için kahvaltı hazırlamadım. Kendi evindeymiş gibi rahat ol, istediğini ye. -Jongdae*

Zaten dün gece büyük bir iyilik yapmıştı sana, kahvaltı hazırlamadığı için pişmanlık duyması gerekmezdi. Kalemi alıp aynı kağıdın altına yazdın.

*Herşey için teşekkürler Jongdae... Daima minnettar olacağım...''

Üstünü giyinip evden çıktın. Gidip istifanı verecektin. O pisliğin işyerinde çalışmak istemiyordun artık. Onu değil görmek, hatırlamak bile mideni bulandırıyordu. Son kez görmeye mecburdun ama, istifanı vereceğin kişi oydu.

Mektubun hazırdı, geriye o pislikle yüzleşmek kalıyordu. Tamamen cam ofisinin kapısını çalmadan girdin. Seni bekliyor gibi bir hali vardı. Mektubu masaya fırlatıp arkana döndüğünde, kolundan tutup çevirmişti. Şiddetle silkelenip tutuşundan kurtuldun.

''Bir daha. sakın. bana. dokunma.''

''Böylece çekip gidemezsin. Dün anneni aradım, eve de gitmemişsin.. Konuşalım..''

''Kapa çeneni. Midemi bulandırıyorsun sadece. Herşeyi mahveden sensin!''

''Nerde kaldın dün gece?''

''Hah! Seni çok ilgilendiriyormuş gibi?! Tanımadığım bir adamın evinde kaldım tamam mı?''

''Yattın mı onunla?!''

Bu bardağı taşıran son damlaydı işte ; seni aldatmıştı, utanmadan sorgulamıştı ve yetmezmiş gibi biriyle yattığını düşünmüştü. Suratına bir tokat patlattın.

''Birileriyle düşüp kalkan sensin, bilmem hatırladın mı?'' ofisten çıkarken herkes sana bakıyordu, güvenin yerine gelmişti. Şimdi yeniden, kaldığın yerden hayatına devam edebilirdin.

-BİR HAFTA SONRA-

Hala bir iş bulamamıştın ve eski nişanlından sürekli mesajlar alıyordun. Seni affetmeye(!) hazır olduğundan bahsettiği bazı saçma mesajlar. Jongdae'yi düşünüyordun, bir haftadır aramamıştın onu. Numaran olmadığı için o da arayamıyordu. Bu garipti ; bugün aslında düğünün olması gerekiyordu, muhtemel evliliğin acı bir şekilde yıkılmıştı. Ve sen başka birini düşünüyordun. Ailen senin bu kadar normal(!) olmana şaşırıyorlardı. O gün Jongdae olmasaydı bu kadar iyi olabilir miydin bilmiyordun. Onu yeniden araman gerekiyordu. Tereddütlerini yenip telefonu eline alacak cesareti topladığında numarasını tuşladın. Birkaç çalıştan sonra açtı.

''Alo?''

''Benim, geçen hafta tanışmıştık, hatırladın mı?''

''Ohh, tabi hatırladım... Aramayınca senin için endişelendim ama sonuçta şarkı söylemem için arayacaktın değil mi? Aramadığına göre ruh halinin iyi olduğunu düşünerek içimi rahatlattım.''

''Ben özür dilerim... Arayacak cesaretim olmadı bir türlü... Bugün bir kahve içecek vaktin var mı?'' dudaklarını kemirerek sormuştun.

''Ahh, aslında bir saat sonra uçağım kalkıyor... Çin'e gidiyorum... Bundan sonra şirketin Çin'deki şubesinde çalışacağım...''

''HANGİ HAVAALANI?!?!?!''

''Incheon, ne oldu ki?''

Yüzüne kapatmıştın. Arabanın anahtarlarını kapıp evden çıktın. Son hız havaalanına gidiyordun. Sonunda havaalanına geldiğinde 10 dakika vardı kalkışa. Koşarak dış hatlar terminaline gittin. İnsanlara çarpsan da özür dileyecek vaktin yoktu, gitmesine izin veremezdin. Sonunda onu görebilmiştin, pasaport-bilet kontrolündeydi.

''KIM JONG DAE!!!!!'' Herkes dönüp sana bakmıştı. Ülkede bu kadar Jong Dae var mı diye düşündün bir an. Koşarak yanına gittin.

''Nereye gidiyorsun ha? Sen de mi beni bırakacaksın? Hani bana şarkı söyleyecektin? Çin'e gidersen nasıl söyleyebilirsin seni aptal? Telefon faturasını ödeyebilecek kadar zengin de değilim! GİDEMEZSİN!''

Jongdae şaşkın gözlerle sana bakıyordu. Bir haftadır aramanı beklemişti, beklediği arama gelmeyince yeni bir ilişki için beklentiye girip kendini üzmek istemediğinden, gitmeyi tercih etmişti.

''Sözünü tutmalısın Jongdae... Şu an sana karşı ne hissettiğimi bilmiyorum ; bildiğim tek şey senin yanında rahat hissettiğim... Annemden başkası gözyaşlarımı görmemişken ben senin omzunda ağladım! Sorumluluğunu almalısın! Deneyemez miyiz?... Biliyorum sen de henüz bir ilişkiye hazır değilsin... Ama... En azından arkadaş olarak başlayamaz mıyız?''

Bu sırada görevliler uçağın kalkış saatinin yaklaştığını hatırlatıp onu çağırıyorlardı.Beklentiyle baktın gözlerine. Bir oraya bir sana bakıyordu. Sonunda kafasını sana çevirdi ve o muhteşem gülüşünü sundu.

''Uçak bensiz gidiyor! Burada şarkı söylemem gereken bir kız var!''

Yaşadığın rahatlamayla ellerini onun beline sardın, yüzünü göğsüne gömmüş ardarda teşekkürlerini sıralıyordun.

''Ama bir şartım var...'' Ne şartı diye düşündün. Soru dolu gözlerini gördüğünde açıklaması gerektiğini hissetti. Kafasındaki şapkayı çıkarıp kafana geçirdi cevap vermeden önce.

''Sigara yok küçük hanım! Yoksa şarkı söylemem!''

Gülümseyerek onayladın onu. Yanında olduktan sonra vazgeçemeyeceğin şey olamazdı. O sırada bir anons duyuldu. Senin arabanın plakasıydı! Yanlış yere park ettiğin için çekilmek üzereydi! Birbirinize bakıp çıkışa doğru koşmaya başladınız, el ele... Jongdae koca sesiyle bavulunun çarptığı insanlardan özür diliyordu.

Pişman olmayacaktın, bu defa değil...

*** SON ***

 

Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
Bbhloveesss #1
Chapter 2: Bir an 6 sene geriye gittim ve ilk okuduğum zamanları hatırladım, aile içi problemleri sağlam psikoloji ile atlatmamı sağlayan ssp❤️
aeriaeri004
#2
Chapter 23: çoğunu unutmuşum okuyunca koskoca mazi canlandı gözümde :")
ddaisyW #3
Chapter 30: Gerçekten OKB ile yaşamak o kadar zor ki... :'(
ddaisyW #4
Chapter 24: Savior'un devamının olmasını çok isterdim.Çünkü Kris'in aslında olduğu gibi nazik bir adam olarak betimlendiği tek fic diyebilirim.
ddaisyW #5
Chapter 1: Maga be bunları bulup heyecanla okuduğum günleri hatırladım :')
DaisyW
#6
Hello Ben geldiiim ❤️❤️
EbruDavut #7
Yazarcım başardım mı? Girebildimmi bende 5 kitap yazdığının görünmesi normalmi