Thunder [Jongin]

EXO OC ONE SHOTLAR

''Hayır dedim size! O ana kuzusu, zengin, kendini beğenmiş ego yığını züppe ile evlenmeyeceğim! Artık bu konu hakkında hiçbir şey duymak istemiyorum!''

Yaklaşık 3 aydır her akşam yemeğinin tartışmasız gündemiydi bu. Her gün masanın başından bağırarak kalkıyor, sonra da odana kapanıp sinirden ağlıyordun. Bu kısır döngü tüketmişti artık seni. Aileni tanıyamıyordun artık. Sırf şirketlerini büyütmek için seni o gençle evlendirmek istiyorlardı.

''Artık çocuk değilsin kızım! Bencilliği bir kenara bırak ve sorumluluğunu al! Sen bir yetişkinsin! Evlilik gibi ciddi bir konuda fevri davranamazsın! Ondan daha iyisini bulacağını mı sanıyorsun?! Hem onu tanımıyorsun bile!'' Baban sesini yükseltip elini masaya vurmuştu.

''Neden ben?'' dedin titreyen sesinle. ''Neden ben kurban ediliyorum? Ablamla evlendirin öyleyse! Ne fark eder? Eğer konu sadece şirketse?''

''Çünkü o seni seçti. Eğer ablanı seçeydi onunla evlendirirdim.''

''Yani bir de paşa beyimizin gönlünü memnun etmemiz gerekiyor ha? Ben satılık değilim baba!''

Yüzüne inen tokatla masa başındaki herkes afallamıştı. Annen gözyaşlarına boğulmuşken, ablan şaşkınlıktan açılan ağzını kapatmaya çalışıyordu. Baban yaptığından pişman olsa da çok geçti artık. Biricik kızına el kaldırmıştı. Elinle yanağındaki sızlayan yeri tutuyordun. Kafanı kaldırıp babanın tam gözlerinin içine baktın.

''Buraya kadar baba. Artık benim gibi bir kızın yok. Bir daha asla yüzümü göremeyeceksin.'' Hızla odana çıkıp kapıyı çarptın. Herhangi birinin gelmesi ihtimaline karşı da kilitleyip kapının dibine çöktün. Beklediğin gibi annen ve ablan arkandan koşup kapına vurmaya başlamışlardı bile.

''Kızım, sakın bir delilik yapayım deme. Aç kapıyı hadi, konuşalım...'' annenin yalvaran sesi hiçbir duyguyu uyandırmıyordu içinde. En azından o seni korumalıydı babana karşı. Ama susmayı tercih etmişti.

''Gidin buradan! Sizinle konuşacak hiçbir şeyim yok artık!'' bağırmak bile içindeki öfkeyi zerre kadar azaltmıyordu. Her şeye öfkeliydin ; babana, annene, hayatına hatta kendine bile...

***

Saat gece yarısını 3 saat geçmişti, gecenin karanlığı ve sessizliği hükmünü sürüyordu. İçinde kopan fırtınaların yarattığı gürültünün aksine sessiz bir geceydi. Evdekiler çoktan uyumuştu ; senin haricinde elbette. Bu saatte uyumamanın nedeni de, üç aydır hayatına karabasan gibi çöken bu meseleyi kökünden çözmek için bir planının olmasıydı. Evden kaçmak için tüm hazırlıklarını yapmıştın. Önce otobüsle Busan'a gidecek, oradan gemiyle Çin'e geçecektin. Sonrası kolaydı. O kadar kalabalık bir ülkeden uçakla Japonya'ya kaçmak çocuk oyuncağıydı. Seni bulmak için samanlıkta iğne aramaları gerekecekti yani. İzini bulmalarına imkan vermeyecek, kusursuz bir plandı aklındaki.

Sırt çantana birkaç kıyafetinin yanı sıra, pasaportunu ve gerekli olabilecek diğer evraklarını tıkıştırdın. Uzun zamandır aklında olmasına rağmen uygulayamadığın planın yüzünden halihazırda nakit para da tutuyordun. Bunu yapmak zorunda kalacağın aklına gelmezdi hiç. Çocukluğunun, gençliğinin geçtiği bu eve bu şekilde veda etmek canını yaksa da başka çaren yoktu.

Üzerine, dikkat çekmemek için tamamen siyah ve rahat şeyler giydin. Başına da yüzünü saklayacak bir şapka giydikten sonra çantanı sırtına takıp, ayakkabılarını giydin. Korumalar muhtemelen hala uyanıktı, bu yüzden camdan kaçman gerekiyordu. Pencereni açıp emektar ceviz ağacına gülümsedin. Buradan kurtulmanı sağlayacak tek arkadaşına... Hayatında önemli bir yeri olan ağacına veda ettikten sonra, kuvvetli ve güvenli dallarında ilerleyip, yüksek bahçe duvarına yaklaştın. Ağacın dalları geniş olduğundan, yere inmene gerek kalmamıştı. Duvardan da atladıktan sonra arkana bile bakmadan gecenin karanlığına karıştın.

***

Taksi ile otobüs terminaline gelmiştin. Mümkün olduğunca karanlık yerlerde yürüyordun, her köşesi kameralarla izlenen bu yerde görüntülenmemek işten değildi. Hızlıca yürürken acı bir fren sesiyle yerinde donakaldın. Ne olduğunu anlayamamıştın,gözlerini açtığında siyah ve bir o kadar da havalı motorun sahibi kaskını başından çıkarmakla meşguldü. Son anda durmasa belki de ölebilirdin, nerden geldiğini bile görememiştin çünkü. Kask çıktığında, sert rüzgarın dağıttığı karamel saçlar dikkatini çekmişti ilk olarak. Sonra esmer tenin üzerinde 'ben buradayım' diye bağıran kalın dudaklara yerleşmiş yan bir gülüş. Gözlerindeki ışıltı ise en parlak yıldızda yoktu.

''Oops. Dikkatli olmalısın güzel kız.'' Tek elini saçlarından geçirerek yeniden kaskının üzerine koydu.

''Bence dikkatli olması gereken sensin. Geçmeden önce yola bakmıştım. Canıma kast etmek için üzerime sürdüğün belli.'' Dedin sert bir ses tonuyla.

''Tch tch tch... Yakıştıramadım... Neden böyle bir şey yapayım ki? Üstelik de uzun zamandır peşinde olduğum birini?'' yüzündeki yan gülüşü hiç bozmadan konuşması ürkütücüydü. Özellikle de son cümlesi.

''Kafan mı iyi? Ne saçmalıyorsun Tanrı aşkına? Eğer başka bir zaman olsaydı seni polise şikayet ederdim. Şimdi... Başını belaya sokmadan uza buradan...'' dedikten sonra uzaklaşmak için adım attığın adım sonuçsuz kalmıştı, kolun sertçe tutulmuştu çünkü.

''Belaya bayıldığımı söylemiş miydim?'' sesi neşeli gelse de, yüzü az öncekinden tamamen farklı bir ifadeye bürünmüştü. ''Hadi atla.''

Bundan hoşlanmamıştın, gecenin bir yarısı en son ihtiyacın olan şey psikopat bir manyaktı. Kolunu silkerek tutuşundan kurtuldun.

''Sen kendini ne sanıyorsun ha? Çek o pis ellerini üzerimden!'' Korksan da korktuğunu belli etmemeliydin. Sesini yükselterek güçlü bir tavır sergilemeye çalıştın.

''Evden kaçıyorsun değil mi? Sana yardım ediyorum işte. Neden bu kadar şaşırıyorsun ki? Burada olmanı gerektirecek başka bir ihtimal yok. Peşinde olduğumu söylerken ciddiydim. Her an ne yaptığından haberim var. Ama dürüst olmam gerekirse kaçacağını tahmin edememiştim. Zor yetiştim buraya.''

''Sana güvenmemi nasıl beklersin?'' dedin şaşkın ve bir o kadar korkmuş bir ses tonuyla.

''Çünkü tatlım, hala şansın varken fikrini soruyorum. Kolay yolu tercih edip seni kaçırmıyorum. Şimdi... Eter kullanmalı mıyım yoksa binecek misin? Uyanık olman güvenliğin açısından daha iyi. Thunder adı gibi hızlıdır, başına bir şey gelsin istemiyorum.''

Bir ona, bir de sana uzattığı yedek kaska bakıyordun. Tereddütle ısırdığın dudakların karar vermene yardımcı olmuyordu. Güvenilir olmasa da, içinden bir ses 'onunla git' diyordu. Sonuç olarak kendini başında kaskla ona sıkıca sarılmış bir halde buldun. Ve lanet motoru kesinlikle çok hızlıydı.

***

Günün ilk ışıklarıyla Busan'a girmiştiniz. Güneşin kızıllığı, okyanusun koyu mavi sularında yakamozlar oluşturuyordu. Hafif esen rüzgar yumuşacık manzarayı tamamlıyordu adeta. Küçük tekneleriyle balığa açılanlar hala seçilebiliyordu.

''Çok mu beğendin burayı?'' diye sordu elindeki kahveyi uzatırken.

''Evet, uzun zamandır muhtaç olduğum bir şey var burada...'' dedin bardağını dudaklarına götürmeden önce.

''Dur tahmin edeyim, ben miyim o?'' alaycı bir sırıtışla sordu genç adam.

''Huzur. Tek isteğim bu artık...'' başın öne eğilmişti.

''Artık ben varım. Bu konuda endişelenme. Mutlu ve huzurlu olman için elimden geleni yapacağım.'' Şaşkınlıkla yüzüne baktığında sana içten bir şekilde gülümsediğini gördün. Neden yapıyordu ki bunu?

''Adın ne?''

''Kai. Neden şimdi soruyorsun ki bunu?''

''Bir şey isteyebilmem için adını bilmem gerekiyordu da ondan, Kai-ssi. Artık beni limana götürmelisin.''

''Bu iyi bir fikir değil. Çoktan güneş doğdu. Ailen yokluğunu fark edip polise başvurmuştur bile. Bu yüzden tüm havaalanları, otobüs terminalleri ve limanlardaki güvenlik noktalarında fotoğrafın vardır. Gidebileceğin ülkelerle de irtibat kurulur. En kötü ihtimalle sen Çin'e ayak basar basmaz yetkililerce yakalanırsın.''

''Peki ne yapmam gerekiyor o halde?''

''Birkaç gün saklanacağız. Eninde sonunda aramaktan vazgeçtiklerinde yola koyulabiliriz.'' Dedi gülümseyerek.

''Pardon ama tek başıma kaçıyorum, hayallerini yıkmış gibi olmak istemem.''

''Hayır, bu mümkün değil. Bundan sonra bensiz tek bir adım bile atamazsın.''

''Ne saçmalı-'' aniden bir öpücüğün içine çekildiğinde ne diyeceğini unutmuştun. Beynin yeniden çalışmaya başladığında onu itmek aklına geldi. Elinin tersi ile dudaklarını silip ona öfkeli bir bakış attın.

''Çok yakında bana aşık olacaksın. Bu yüzden bundan sonra daima birlikteyiz. Hadi atla. Biraz Busan turu yapalım.''

Sinirden dudağını dişliyordun. Nasıl böyle kendinden emin konuşuyordu? Kaskı başına geçirip arkasına oturduğunda sırtına birkaç kez vurdun.

''Seni kendini beğenmiş ego yığını pislik! Buna adam kaçırmak denir! Seni şikayet edeceğim tamam mı!''

Bu sırada Kai gaza yüklendiği için az daha düşecektin. Sıkıca sarıldın beline. Onu tanımasan da, bir şekilde yanında güvende hissediyordun ve bu hiç de hayra alamet değildi.

***

Yaklaşık bir haftadır Kai ile Busan'da saklanıyordunuz. Pek de saklanmak denemezdi aslında buna. Çünkü sabahın ilk ışıkları ile Thunder'a atlayıp, şehri karış karış geziyordunuz. Onunla zaman geçirmek muhteşemdi. Eğleniyordun, mutluydun. Seni sinir etmesi bile hoşuna gidiyordu. Kabul etmek istemesen de bu esmer yakışıklı kalbini fethetmişti.

Bir benzin istasyonunda durmuş, depoyu dolduruyordunuz. Aniden etrafınızı birkaç siyah araba ve karavan sardı. Korkuyla Kai'nin arkasına saklanmıştın. Arabadan inen adamlar senin için gelmişti. Babanın isteği üzerine 'Küçük hanımı' almakla görevli olduğunu söylemişti birisi. Onlarla gitmeyeceğini söylesen de adamlar kararlıydı. O an Kai'nin sabrının son kertesiydi. Etrafınızı saran adamlara saldırsa da şansı yoktu. 15 kişiden fazlaydılar. Zorla arabaya sürüklenirken, Kai'nin dağılmış yüzünü görmek ve acı çığlıklarını duymak seni kahrediyordu. Bağırsan da duyabileceğinden emin değildin. Ağzın çoktan kapatılmıştı. Yol boyunca ağlayıp debelenmekten bitap düşmüş ve uyuyakalmıştın.

***

Gözünü açtığında annen, baban ve ablanı gördün. Hepsi de endişeyle bakıyorlardı sana.

''Neden buradayım? Kai nerde? Ona ne yaptınız söyleyin!!!'' Bağırmaya başladığında odadaki hemşire serumuna sakinleştirici enjekte etti. Yeniden sersemleştiğini hissediyordun. Gözlerinden yaşlar süzülürken yeniden uykuya daldın.

***

Artık boyun eğmiştin kaderine. Ailenin seni zorladığı bu mecburi evliliği yapacaktın. Kocan olacak o adamın tüm görüşme tekliflerini geri çevirmiştin. Düğünün bir an önce yapılmasını ve sonsuz cehennemine adım atmayı talep etmiştin sadece. Eve dönüşünün üzerinden bir ay geçmişti, bugün düğün günündü. Hiçbir hazırlıkla ilgilenmemiştin. Canlı cenaze gibi dolaşıyordun sadece.

Hazırlıkların bittiğinde Damadın seni görmek için geldiği söylenmişti. Reddetmeye yeltensen de annen hemen içeri alınmasını söylemişti. Herkes çıkmıştı odadan. Sadece bir ayak sesinin duyuyordun, gittikçe yaklaşıyordu sana. Yüzünü bile görmek istemediğin için hala arkan dönüktü.

''Ben geldim.'' Dedi tanıdık bir ses. Duyar duymaz gözlerini kocaman açmana ve arkana dönmene neden olmuştu. Kai karşındaydı. Üzerinde harika bir takımla karşında duruyordu. Zaman kaybetmeden boynuna atıldığında elleri belini sarmıştı.

''Kai! Geldin! Beni götürmek için geldin değil mi?!'' heyecanla ayrılıp, umutla bakmıştın gözlerine.

''Hayır. Kendi düğünümün gelinini kaçırmak gibi bir niyetim yok.'' Dedi en büyüleyici gülüşüyle.

''Se-sen? Ne diyorsun?'' kaşların çatılmıştı, duyduğunu kavramakta güçlük çekiyordun. Bir adım uzaklaşıp ona bakmaya devam ettin.

''Evet, o ana kuzusu, zengin, kendini beğenmiş ego yığını züppe benim. Bana başka bir seçenek bırakmadın sevgilim. Seni kendime aşık etmek için bu yolu seçmek zorunda kaldım. Ama eve döndükten sonra beni reddettiğin için çok mutlu oldum. Kai'ye aşık olmuştun çünkü... Sana demiştim...'' yüzünü kavradığı elleri, nazikçe yanaklarını okşuyordu.

''Seni pislik yığını... Ne kadar ağladığımdan, acı çektiğimden haberin var mı?'' dedin gözlerini kısarak. ''Evlenmeyeceğim işte! Nikah memuru sorunca hayır diyeceğim! Senin gibi koca bir aptalla evleneceğimi mi sanıyorsun?''

''Yah! Vazgeçemezsin tamam mı! Bana aşıksın bi kere! Yoksa seni kaçırırım!'' korkudan eli ayağına dolaşmıştı. Yüzüne kocaman bir gülümseme yerleştirip sıkıca boynuna sarıldın.

''Neden kaçırmıyorsun o halde? Bu lanet oteli hiç sevmedim... Sadece ikimizin olduğu bir töreni tercih ederim... Mesela Busan'da, sahilde... Thunder seve seve bizi götürür sanırım...''

Kai'nin yüzüne muzip bir gülüş yerleşmişti. Ceketinin iç cebinden çıkardığı anahtarı salladıktan sonra elini kavradı.

''O halde hızlı olmalıyız... Topuklularla koşabilecek misin?'' dedi gülümseyerek.

''Yanımda olduktan sonra yüksek atlama bile yaparım!''

Arkanızdan bağıran Hanboklu yaşlı güruhunu geride bırakarak motora binmiştiniz. Sizi bekleyen mutlu geleceğe, yalnızca baş başa olduğunuz bir ortamda adım atacaktınız. Çılgın bir gelin-damat ve sıra dışı gelin motoruyla(!) Kore'nin en orijinal düğününe imza atacağınızdan şüpheniz yoktu. Kai'nin beline sıkıca sarılmışken tek hissettiğin şey huzurdu.

*** SON ***

 

Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
Bbhloveesss #1
Chapter 2: Bir an 6 sene geriye gittim ve ilk okuduğum zamanları hatırladım, aile içi problemleri sağlam psikoloji ile atlatmamı sağlayan ssp❤️
aeriaeri004
#2
Chapter 23: çoğunu unutmuşum okuyunca koskoca mazi canlandı gözümde :")
ddaisyW #3
Chapter 30: Gerçekten OKB ile yaşamak o kadar zor ki... :'(
ddaisyW #4
Chapter 24: Savior'un devamının olmasını çok isterdim.Çünkü Kris'in aslında olduğu gibi nazik bir adam olarak betimlendiği tek fic diyebilirim.
ddaisyW #5
Chapter 1: Maga be bunları bulup heyecanla okuduğum günleri hatırladım :')
DaisyW
#6
Hello Ben geldiiim ❤️❤️
EbruDavut #7
Yazarcım başardım mı? Girebildimmi bende 5 kitap yazdığının görünmesi normalmi