Savior [Kris]

EXO OC ONE SHOTLAR

Dünyada iki tip insan vardır.

Ben ve diğerleri.

Nasıl mı bu kanıya vardım? Çok basit. Ne zaman başımdan geçenleri insanlara anlatsam, "senin başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmez" derler. Haklılar da. Nasıl bir karmaya sahipsem artık, bugüne kadar bir bela paratoneri gibi yaşadım. Mesela sözlüde sıra bana gelince zil çalmazdı, aksine hoca listeden seçecek olduğu zamanlar elinde mıknatıs varmış gibi benim ismimi bulurdu. Otobüsleri saniyelik farklarla kaçırırdım, ve aklınızdan geçtiği üzere tam beklemekten vazgeçtiğim anda saatlerce beklediğim otobüs kuğu gibi süzülür giderdi yanımdan. Ne bileyim işte, böyle küçük şanssızlıklar biriktirdim hep.

Sanırım Tanrı bana yeterince çektirdiğine kanaat getirmiş olacak ki, bir kurtarıcı yolladı. Belki de bir melek, bilemiyorum. Emin olduğum tek şey, bu kadar şansın bünyeme ağır geldiğiydi.

Şimdi size o mucizevi dönüm noktasını anlatacağım.

Yine işe gitmek için erkenden uyandığım bir gündü, belki dün gece kızlarla whatsapp'da muhabbet etmek yerine erken uyusaydım şu an gözlerimi açacak gücü bulabilirdim kendimde. O kadar uykum vardı ki, her sabah insanları çatlatan kusursuzta sürdüğüm eyelinerımı bile güzel çekememiş olabilirdim. Beş dakika fazla uyumak için asla eyelinerımı feda etmem, prensip meselesi.

Evle otobüs durağı arasında bir yerlerde, bir köpekle göz göze geldim.

Mahallemizin köpekleri çok usludur aslında, hepsi paşa paşa gezinirler ve mahallelinin sevgisini -elbette bolca yemek de- kazanırlardı. Ama bu azman muhtemelen bir yerlerden kaçmıştı ve içindeki öfkeyi kusacak yer arıyordu. Bu durumda kolay lokma hedef de ben oluyordum, ıssız sokakta işine giden masum hemşire.

Göz göze gelmemizin üzerinden beş saniye bile geçmemişti ki, boş sokakta yankılanacak kadar güçlü bir havlama eşliğinde üzerime koşmaya başladı. Tabi ben de.

Bir ara çok yaklaştığını hatırlıyorum, sonrasında parçalanan poşetim ve kopan çantamı da... En son arayı açıp kendimi can havliyle yola attım. Keskin bir fren sesi eşliğinde gözlerimi yumdum, anlaşılan 24 yıllık bahtsızlık silsilesi hayatım böyle trajik bir şekilde sona erecekti. Düşünme sürecimin beklediğimden uzun sürmesi üzerine hala yaşadığımdan şüphelenerek gözlerimi açtım ve bingo ; hayattaydım! Kapısı açık bir Range Rover görmeyi beklemiyordum elbette, 'Atla' demese hayatta aklıma gelmezdi binmek. Son kez birkaç metre ötedeki köpeğe baktım, ve düşünmeden arabaya bindim.

"İyi misin? Hastaneye götürmemi ister misin?" diye sordu arabayı süren kişi, üstümdeki salyaların rahatsızlığına odaklanmaktan ona bakmamıştım bile. Genç ve yakışıklıydı. Onda gözüme çarpan ilk şey kalın kaşlarına tezat oluşturan yumuşak bakışları olmuştu.

"Önemli değil, ben de hastaneye gidiyordum zaten." önemli değil demem tamamen kuyruğu dik tutma isteğimdendi, yoksa ciddi anlamda canımı yakan bir şeyler vardı. "Biraz ileride indirirseniz minnettar olurum, otobüs de gelmek üzeredir."

"Bacağın kanıyor..." dedi yumuşak görünen bir mendili uzatırken. "Bu yüzden hastaneye kadar bırakacağım. Zaten yolumun üzeriydi."

"Bu mendille bacağımı sarmamı beklemiyorsun değil mi?" diye sordum, çünkü köşesindeki minik işlemeye bakılacak olursa pansuman için fazla pahalı bir malzemeydi. "Şu kağıt mendiller idare eder." vites kolunun yanındaki karton kutudan birkaç peçete çıkarıp süzülen kanı sildim. Hala üzerimdeki salyaların rahatsızlığını düşünüyordum, hastaneye gider gitmez üzerimi değiştirmem lazımdı.

Yaklaşık 20 dakikanın sonunda hastaneye giden sapağa dönmek üzereyken onu durdurdum, çünkü zaten hayatımı kurtarmış birinden daha fazlasını isteyemezdim.

"Burada insem iyi olur, çok teşekkür ederim."

"Yürüyebileceğine emin misin?" diye sordu endişeli ve ilgili bir sesle.

"Ohooo, koşarım bile." dedim gülümseyerek. "Şu kadarcık bir ısırıkla başa çıkamayacak mıyım sanki?"

"Pekala..." arabayı sağa çekmişti. "Kendine dikkat et."

"Teşekkür ederim. Hayatımı kurtardın ve bu perişan halime bakmadan arabana aldın beni. Güzelim deri koltukların salya ve tüy olmuş olabilir, dezenfekte ettirmeyi unutma." arabadan indim ve el sallayarak uzaklaşmasını bekledim. Ancak o benim yürüdüğümü görmek istiyordu sanırım, tüm acıma rağmen hızlı ve topallamadan yürümeye çalıştım. Ne kadar başardığım tartışılırdı tabi.

***

Hastaneye geldiğimde bir yandan pansumanımı yapıyor, bir yandan da köpeğe saydırıyordum. Şu salyalı kıyafetlerden kurtulduğum için bir nebze daha iyiydim. Ama başka bir sorunum vardı. Şerefsiz it bacaklarımı mahvetmişti, birkaç gün içinde katılmam gereken bir düğün vardı ve elbisemi çoktan almıştım! Nasıl kamufle edeceğimi kara kara düşünmeye başlamıştım şimdiden. 

"Şansıma sıçayım e mi?!" pamukları ve bezleri çöpe atıp ayağa kalktım. Bir de kuduz iğnesi olmam gerekecekti!

***

Mesaim geç bittiği için akşam oldukça bitkin bir halde eve dönmüştüm. Bugün berbat bir gündü, acil serviste kusanlarından tutun da iğneden korktuğu için bayılanlara, kan tuttuğu için tansiyonu düşen teyzelere ve durumu ağırlaşan hastalara kadar... Bütün gün hastane içinde koşturmaktan ayaklarıma kara sular inmişti, sırtım ağrıyordu, bir şeyler yiyecek kadar zamanım olmamıştı... Sonuç olarak açlıktan ve yorgunluktan bir yerde yığılıp kalmadığıma şükrediyordum.

Apartmana girdiğimde asansör kapısının neredeyse kapanmak üzere olduğunu gördüm, iki dakika daha beklemeye tahammülüm yoktu ve bünyemdeki son ATP kırıntılarıyla asansöre koşup düğmeye bastım. Neyse ki hareket etmemişti, ancak kapı açıldığında büyük bir şok yaşamıştım. Sabah beni arabasına alan yakışıklı adam asansördeydi!

"Tesadüfün böylesi..." gülümsedi ve rahat etmem için biraz kenara çekildi. "Burada mı oturuyorsun? Seni hiç görmediğime eminim."

"Evet ama... Ben de seni hiç görmemiştim." görsem unutur muydum hiç? Ömrümde görmediğim kadar yakışıklı, uzun ve... Mükemmeldi!

"Yoğun çalışma temposu..." dedi gülümseyerek. "Ah bu arada... İyisin değil mi? Tedavi oldun mu?"

"İyiyim, gider gitmez pansumanımı yaptım. Sonra da iğnemi yaptırdım... İnsanlara kolayca iğne yapabilsem de kendime yaparken bir tuhaf oluyorum..." şaşkınca baktığını görünce açıklama gereği duydum. "Hemşireyim de ben..."

"Demek öyle... Hastaneye gidiyorum dediğinde hasta olduğunu düşünmüştüm, orada çalışma ihtimalin aklıma bile gelmedi."

"Neden ki? Hasta gibi mi görünüyorum?" şu anda günün yorgunluğu ile dağılmış olabilirdim ama kesinlikle hasta görünmediğime eminim!

"Gülümseyen hemşire bulmak zor..." dedi utanarak. "Hastaların şanslı olmalı."

Asansörün evime geldiğimi haykıran sesi konuşmamızı bölmüştü. İnerken sadece gülümseyip geçmiştim, çünkü açken mantıklı cevaplar vermekten çok uzaktım. Yine de mutlu olmuştum, bu bir iltifat sayılırdı değil mi?

***

Şanssızlığım hafta sonu davetli olduğum düğün günü de yakamı bırakmamıştı.

Evden çıkmadan yalnızca birkaç dakika önce yağmur bastıracağını meteoroloji bile kestiremezdi. Neyse ki bu defa, yanıma şemsiye alabilecek kadar şans tanınmıştı bakiyeme. Teşekkürler tanrım.

Büyük bir özenle yaptığım saçımın ve makyajımın mahvolmasını kaldıramazdım. Neyse ki ayakkabılarım topukluydu, yoksa bir de ıslanmış ayaklarla uğraşacaktım.

Ama kader bu ya, Tanrı beni bir şeylerle uğraştırmaktan keyif alıyor olmalıydı.

Lanet olası yağmur yüzünden tek bir taksi bile durmuyordu!

Bildiğim tüm taksi duraklarını aramıştım, ama her biri adeta santral kadar meşguldü. Telefonlarına ulaşamazken, taksiyi nasıl bulacaktım? Otobüsle düğüne gitmek kadar korkunç bir şeyi de yaşamadım demem artık...

Yoldan geçen arabaların beni kaldırım suyu duşuna maruz bırakmaması için iyice sinmiştim durağın köşesine. Bir yandan şansıma sövüyor, bir yandan da hafta içi ilk gün bankadan kredi çekip araba alacağıma dair yeminler ediyordum.

Tanıdık kurtarıcı sahnesi gelişti birkaç dakika içinde.

Siyah bir Range Rover durağa yaklaşıp camını indirdi. Bu Kris'ti. Asansörde karşılaştığım, ama adını apartman görevlisinden öğrendiğim ultra yakışıklı komşum. Bana adımla seslendiğine göre kaynaklarımız aynıydı.

"Gideceğin yere bırakabilirim?" diye teklif edip kapıyı açtı, böylece ne giyindiğini görebilmiştim. Şık bir takım elbise... Göz kamaştırıcıydı.

"Yetişmen gereken bir yer varmış gibi görünüyor, seni meşgul etmek istemem." dedim, binmek istemediğimden değil elbette. Adamın kibarlığını suistimal edemezdim. Bu etik değildi.

"Sorun değil, geciktiğimi fark etmezler." dedi içten gülümsemesi ile. Peki madem... Çok ısrar ettiysen...

Yeniden o devasa arabanın içindeydim. Bu defa kanımdaki adrenalin miktarı normal olduğu için küçük detayları fark edebiliyordum. Mesela harika bir parfüm, radyoda çalan dingin melodi, vites kolunu kavrayan iri elleri... Adamın elleri bile yakışıklıydı resmen... Üstün kalite genlere sahip olduğunu haykırıyordu. Ve bir davetiye... Çantamdakinin aynısı...

"Yoksa? Sen de mi?" çantamdaki davetiyeyi çıkardım. "Aynı düğüne davetliymişiz..."

"Kız tarafı mısın, erkek tarafı mı?" diye sordu bu defa. "Ben erkek tarafıyım."

"Ben kız tarafıyım, üniversiteden arkadaşım..." dedim, bir yandan da çok sevgili arkadaşıma kızıyordum içimden. Madem müstakbel kocasının bu kadar yakışıklı arkadaşları vardı, neden beni tanıştırmamıştı?

"Aslında ikisini de tanıyorum, damat da benim sınıf arkadaşımdı... Şimdi aynı hastanede çalışıyoruz."

"Ciddi misin?" bu beni oldukça şaşırtmıştı. "Doktor olduğuna inanamıyorum?"

"Ben de senin hemşire olduğuna inanamamıştım." kıkırdadı. O derin sesiyle kıkırdadı... Ruhumu teslim etmemek için direniyordum resmen...

"Intermedi'de çalışmak sağlam bir CV ister..." dedim kendi kendime konuşur gibi. "İşinde iyi olmalısın."

"Mecbur kaldım desem daha doğru olur... Babam en azından bel yıl onun yanında çalışmamı istedi... Ben de onu kıramadım ve sonuç bu..."

"NEEEE?" Sesimin yüksek çıkmasına engel olamadım. "Öyleyse neden öyle mütevazı bir apartmanda yaşıyorsun?" Adam resmen ülkenin sayılı zenginlerindendi, ve bizim kıçı kırık mahallemizde ikamet ediyordu!

"Çünkü çok güzel bir mahallede..." dedi, Tanrım ciddi görünüyor! "Çok huzurlu... Tam istediğim gibi."

Tamam belki de o kadar kıçı kırık değildir...

"Şey... Eğer senin için de sorun olmazsa... Düğünde sana eşlik edebilir miyim?"

Bakın, bu cümle anlam bilgisi açısından atomlarına kadar incelenmesi gereken bir cümle... 'Bana eşlik eder misin?' demedi, 'Sana eşlik edebilir miyim?' dedi... Romantizm bu cümle ile çağ atladı...

"E-elbette..." resmen utanmıştım, bir yanım ise gurur duyuyordu, diğer bir yanım sevinç çığlıkları atarken bambaşka bir yanım ise ağlamak istiyordu. Evet, içimde bir koalisyon hükümeti var. Fikir birliğine vardıkları tek konu ise Kris'in insan üstü bir canlı olduğuydu.

Yolun kalanını sessizce geçirmiştik, otele geldiğimizde arabayı valeye bıraktı ve kolunu uzattı. Yüzünde 'bana güven' diyen bir gülümseme vardı, tek bir saniye tereddüt etmeden koluna girdim.

İçeri girdiğimizde gözlerin bize odaklanıp, fısıltıların yükselmesi normaldi. Çünkü böyle bir adamın yanındayken prenses gibi hissetmemek elde değildi.

Masamıza oturunca ilk iş olarak rujumu tazeleme isteği duydum, çünkü yol boyunca Kris'in mükemmelliği yüzünden -farkında olmadan- dudaklarımı kemirmiştim. Küçük aynamı ve rujumu çıkarıp, hafifçe öne eğilerek tazeledim. İşim bitip de çantamda yerlerini aldıklarında Kris'in bakışlarını üzerimde hissettim. Dikkatli bir şekilde dudaklarıma bakıyordu.

"Kötü bir renk seçimi mi?" diye sordum, halbuki herkes çok beğenmişti rengini.

"Hayır, birazcık taşırmışsın." elini uzattı ve baş parmağının tırnağı ile, alt dudağımın çizgisinde fazla ruju temizledi. Bu sırada çeneme değen işaret parmağını ile kesinlikle konunun dışında tutmalıyız, çünkü kalbim bunu kaldıramayabilir...

Ve bu mükemmel anı baltalayan biri çıkmasa dişimi kırardım.

Sesindeki yapmacıklık tınıları ile dört yıl boyunca kulaklarımı kanatan, şu an adını dahi hatırlayamadığım bir sınıf arkadaşımın bana seslenmesi ile ona döndüm. Kahretsin, kendimi pavlovun köpeği gibi hissettim bir an. O mıymıntı sesi duyar duymaz yüzüme yapmacık bir gülüş yerleşmişti bile... Hani şu herkesle iyi geçiniyor izlenimi verip, bulduğu ilk fırsatta hepsinin arkasından döşeyen birileri vardır ya... Bu kız da o klondandı işte. Demode makyajı, maske gibi yüzüne yapışan itici gülüşü, kenafir bakışları... Anladınız bence.

"Ay canım... Ne zamandır görüşemedik seninle..." tüm harfleri uzatma çabası takdire şayandı doğrusu.

"Yaa, öyle oldu..." gibi klişelik sıçan bir cümle dudaklarımdan uçmuştu. Ama nedense içimde iyi bir his vardı, belki de bunca yıl soktuğu lafları tek seferde ödetecek bir enerji.. "Görmeyeli kilo mu aldın sen?"

Bir anda bakışları soluklaştı, HD bir fotoğraf karesinin bir anda siyah beyaz bir polaroide dönüştüğünü düşünün...

"Hamilelik kiloları... Bilmemen normal, evli olmadığın için..."

Topu doksana takmıştı ; 1-1.

"Sevgilim..." ancak hakem ofsayt bayrağını kaldırmıştı. "Beni arkadaşınla tanıştırmayacak mısın?"

Gözleri futbol topu ebatlarına ulaşırken, bir yandan da sorguluyordu. 'Kris Wu az önce sana sevgilim mi dedi?' der gibi bakıyordu yani.

"Elbette hayatım... Hemen tanıştırayım..." Sevgilim Kris Wu kısmını devasa puntolarla telaffuz ederken, sınıf arkadaşımın adını alt yazıda döviz kurunu gösteren yazılar kadar küçük ve hızlı söylemiştim. Önemsiz olduğunu hissettirmek oldukça iyi gelmişti. Kısa bir tokalaşmanın ardından hızla masasına dönmüştü. Çünkü acilen yayması gereken, dumanı üstünde bir dedikodusu vardı!

***

"Vay be..." dedim asansöre bindiğimizde. "İnsanların düğünlerinde konuşma yapmasını isteyeceği türden bir adamsın..."

Çıkacağımız katlara bastıktan sonra bana dönüp gülümsemişti. Sırtım asansör kabinine yaslanmış, ve kollarımı göğsümde bağlamış bir halde Kris'in yüzüne böyle bakacak cesareti nereden bulduğumu inanın ben de bilmiyorum. Ama bakıyordum işte. Ve işin kötü tarafı o da gözlerini kaçırmıyordu.

"Sen ne türden bir kadın olduğunu bilmek ister misin?" diye sordu alçak tonlu kalın sesiyle. Neden tüylerim ürperiyordu? Hani heyecanlanınca nefesinizi düzgün alamazsınız ve o hava kararsız bir şekilde gırtlağınızda gezinir ya... Şu an tam da öyleydim, ama sakince kafamı salladım sadece. Heyecanlı olduğumu bilmese de olurdu.

Eli asansörün düğmelerine gitmiş ve bir tuşla asansörü durdurmuştu. Sonra tam karşıma dikildi ve ellerini iki yanımdan kabine dayadı. Gözlerinden elektrik vermesi mümkün değildi ama ben yüksek voltajlı bir akıma kapılmış gibi hissediyordum.

"Sen... İnsanın eve döndüğünde, kapının arkasında onu beklemesini isteyeceği türden bir kadınsın... Yüzünde gülüşünle, tüm günün yorgunluğunu buharlaştırmasını isteyeceği türden bir kadınsın... Kollarında sarmak isteyeceği, öpmeye doyamayacağı bir kadın..."

Burnunu burnumun ucunda hissettiğimde gözlerimi kapatmıştım, derin bir nefesi onun dudaklarına verirken. Sanki son nefesimi almaya gelen ölüm meleğiydi, ama o kadar güzeldi ki huzurla yumabilirdim gözlerimi dünyaya.

Yavaş ve sıcak bir öpücüktü, bir o kadar da nazik. Kris o kadar mükemmel bir insandı ki, inanamıyordum. Tüm bu kusursuzluğa rağmen alçak gönüllü, soğuk görünüşüne rağmen nazik, dürüst ve düşünceli... Şu anki öpücüğü de tanımlayacak bir cümle yoktu... Sadece... Kris gibiydi işte...

"Benimle evlenir misin?"

***

Bugün neden delicesine bir istekle bu defteri alıp, bu satırları yazdığımı bilmiyorum... Hamilelik zor bir dönemmiş gerçekten, en son ne zaman tutarlı bir şey yaptım hatırlamıyorum. Sanırım bu defteri alma amacım da, annenle babanın nasıl tanıştığını merak ettiğinde yüzünde bir gülümsemeyle bunu okuman bebeğim... Babanın henüz varlığından haberi yok bebeğim, ama olacak. Yarın akşam güzel bir randevu ayarlamış ikimiz için. Güzel bir sürpriz olacak, şaşırmış yüzünü görmeyi gerçekten seviyorum.

Bizimkisi hızlı gelişti belki, ama karşındaki insanın doğru insan olduğuna emin olduktan sonra ne kadar sürdüğünün bir önemi yok.

Baban, yani Kris, yani kurtarıcım ; bu hayatta insanın başına gelebilecek en güzel şeylerden biri. Diğeri de sensin bebeğim. Ve diğerleri de henüz doğmamış kardeşlerin. Gerçi sen de henüz doğmadın ama olsun, en azından varsın, karnımdasın... Seni hissedebiliyorum, şu anda çok mutlusun değil mi? Canımın bu kadar çok çikolata çekmesinin başka sebebi olamaz.

Baban uyandı ve hala uyumadığım için homurdanıyor bebeğim. Çabucak şu çikolataları yiyelim ve yatağa dönelim.

Annişin ❤

*** SON ***

Bu shot çok sevgili bebeğim jollyboo içindir ❤ 

Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
Bbhloveesss #1
Chapter 2: Bir an 6 sene geriye gittim ve ilk okuduğum zamanları hatırladım, aile içi problemleri sağlam psikoloji ile atlatmamı sağlayan ssp❤️
aeriaeri004
#2
Chapter 23: çoğunu unutmuşum okuyunca koskoca mazi canlandı gözümde :")
ddaisyW #3
Chapter 30: Gerçekten OKB ile yaşamak o kadar zor ki... :'(
ddaisyW #4
Chapter 24: Savior'un devamının olmasını çok isterdim.Çünkü Kris'in aslında olduğu gibi nazik bir adam olarak betimlendiği tek fic diyebilirim.
ddaisyW #5
Chapter 1: Maga be bunları bulup heyecanla okuduğum günleri hatırladım :')
DaisyW
#6
Hello Ben geldiiim ❤️❤️
EbruDavut #7
Yazarcım başardım mı? Girebildimmi bende 5 kitap yazdığının görünmesi normalmi