Forever [Chanyeol]

EXO OC ONE SHOTLAR

"Önüne baksana!"

"Özür dilerim, gerçekten görmedim sizi!"

Kaza denen şey cidden görünmüyordu. İşte tam da bu yüzden, sana çarpan genç adamla birlikte yerde çırpınan balıklarını topluyordunuz. Oldukça mahcup olmuş görünüyordu. Bitirdiğinizde ise ayağa kalkıp defalarca eğilerek özür dilemişti. Çok mu sert çıkmıştın, emin değildin. Bu yüzden şimdi de sen mahcup hissediyordun.

"Balıkları toplamama yardım ettiğin için sana borçlandım." dedin kasanı kucağına aldığında. "Karşılığında sana yemek ısmarlamak isterim."

"Düşüncesiz davranışım, nezaketinizle ödüllendirilmeyi hak etmiyor."

"Deme öyle... İnsan çıktın, başkası olsa döner giderdi. Hiçbir iyilik karşılıksız kalmamalı. Takip et beni!"

Restorana giden yolda ilerlemeye başladın. Güneş henüz doğmamıştı, ancak ufku sıcak bir turuncuya boyaması bile yetiyordu. Sabahları en sevdiğin şeydi alacakaranlık gökyüzünü seyre dalmak.

Arkanda tereddütlü adım seslerini duyunca durdun ve ona döndün.

"Kapsama alanıma girmemek içinse bu gayretin, merak etme sana asılacak değilim. Yemeğini yedikten sonra sen kendi yoluna, ben kendi yoluma." omuz silkip yürümeye devam ettin. Bilmediğin detay ise, seni takip eden gencin kalbini doğmakta olan güneş gibi ısıtıp aydınlattığındı.

"Öyle demek istemedim..." kocaman adımları ile farkı kapatması zor olmamıştı. "Size karşı hala mahcup hissettiğim içindi."

"Adın ne?" diye sordun pat diye. Biraz daha izahat dinlersen kusabilirdin.

"Chanyeol..." dedi, yanaklarında hafifçe çöken gamzeler dikkatinden kaçmamıştı. Güzel bir dişleri ve parlak bir gülüşü vardı. Sen de kendini tanıttığında, adını birkaç kez tekrarlaması seni gülümsetmişti. Sesli söylediği için kulağına garip mi gelmişti, yoksa alışmaya mı çalışıyordu anlam veremesen de çok sevimli bulmuştun.

"Buralarda yeni misin Chanyeol? Seni daha önce görmediğime eminim."

"Ah, aslında... Yeniyim evet. Evden biraz uzaklaşmak ve kafa dinlemek istedim... Kırsalda gidilecek en güzel kasabalardan biri olarak geçiyordu, ben de burayı seçtim."

"Araştırma bile yapmışsın." dedin gülerek. "Durum o kadar vahim miydi?"

"Evlenmen için başının etini yiyen bir anne baba düşün..." ellerini cebine atmıştı. "Cidden tükendim..."

"Hepsi bu yaşlarda aynı şeyleri yapıyor demek... Çevremde dırdır etmeyen tek bir ebeveyn bile yok."

Bu sırada restorana gelmiştiniz. Henüz açılış saati olmadığı için arka kapıdan girmeniz gerekiyordu.

''Anahtar kirişin üstündeki boşlukta.'' dediğinde yüzüne boş boş bakmıştı. ''Cebimdekini mi almak isterdin?''

''Hayır öyle değil!'' hemen savunma moduna girmesi seni güldürmüştü. ''Neden gülüyorsun? İnsan tanımadığı birine yedek anahtarın yerini söyler mi?''

''Sahilde tanıştığımızı sanıyordum... İsmin... Chanyeol'dü değil mi?''

''E-evet...''

''Kötü biri olmadığını anlamak için kahin olmaya gerek yok, yüzüne bakmak yeterli.'' kızaran yanaklarını izlemek keyifliydi, ama kolların kopma noktasına gelmişti. ''Şimdi, kasa bir kez daha yeri boylamadan kapıyı açarsan sevinirim.''

Anında utanmış, dediğini yapıp kapıyı açmıştı. Karanlık depoyu geçtikten sonra mutfağa girmiştiniz. Dirseğinle ışığı açıp, kasayı tezgaha bıraktın.

Balıkları temizlerken ikiniz de konuşmamıştınız. Sadece su sesi ve balıkların yüzülen derisinden çıkan pulların hışırtısı. Hazırlıklarını restoranı açman gereken saate 2 saat kala bitirmiştin. Şimdi gönül rahatlığı ile kahvaltını yapabilirdin.

''Kahvaltıda özellikle yemek istediğin bir şey var mı?'' diye sordun uzun boylu konuğuna.

''Hayır, yemek seçmem.''

''Pekala, bu son şansındı. Ne pişirirsem yemek zorundasın.''

***

''Leziz...'' ağzını biraz daha dolduruyor, sonra sıcak oldukları için eliyle ağzını kapatıp derin nefesler alıyordu soğutabilmek için. Bu aç ve sevimli hali seni gülümsetmişti.

''Yavaş ye, ağzını yakacaksın.''

''Yandım ama umrumda değil, böyle daha lezzetli...''

''Bak eğer...'' ağzındakini yutup, iri gözlerini açarak tüm dikkatini sana vermişti. ''Yardıma ihtiyacın olursa çekinme. Ne bileyim...''

''Bir hafta daha buradayım...'' kafasını ağır ağır salladı. ''Burada geçirdiğim zamanı değerlendirmek isterim. Eğer izin verirsen, ufak tefek işlerde yardım edebilirim? Mesela garsonluk yapabilirim? En son lisedeyken yapmıştım gerçi, yine de garsonluk yeteneklerim oldukça etkileyiciydi o zamanlar.''

''Emin misin?'' diye sordun. ''Küçük bir restoran olduğuna bakma, gün içerisinde dolar boşalır burası. Garsonluk yeteneklerinden şüphem yok ama, yorucu olabilir.''

''Daha iyi ya! Eğer kabul edersen, gerçekten çok sevinirim!''

''Pekala... Bir haftalık zorlu eğitime hazır ol.''

***

Chanyeol beklediğinden de iyiydi, yorulmak nedir bilmiyordu sanki. Ya da parlak gülüşü yorulduğunu çok iyi kamufle ediyordu. Tüm müşterilerinizle sanki kırk yıllık ahbapmış gibi rahat ve doğal iletişim kurmasına hayran kalmıştın. Hızlıydı ve dengeliydi de, tek bir kaşık bile düşürmemişti.

Akşam dükkanı kapattığınızda, masaları teker teker silmiş ve hatta paspası bile yapmıştı. İşini bitirince arka bahçeye çıkmıştı, pencereden görebildiğin kadarıyla gökyüzünü seyrediyordu. Sen de işlerini bitirmiş ve iki kupa kahve hazırlamıştın. Chanyeol yüzünde huzurlu bir gülüşle, güneşleniyormuş gibi rahatça geriye yaslanmıştı.

''Ay yanığı olacaksın bu gidişle...'' kahveyi uzattın, geldiğini görünce toparlanıp kahvesini almış ve mırıl mırıl teşekkür etmişti.

''Seul'deyken hep kaçırdığım bir detaydı, buranın temiz gökyüzünde fark edebilmem çok üzücü.''

''Böyle dedin ya, Seul'ü özledim şimdi...'' derin bir nefesin ardından, kahvenden ufak bir yudum aldın. ''Seul'de yaşamış mıydın?'' dedi hayret dolu bir ifade eşliğinde.

''Ne sandın, kasabalı küçük bir taşra kızı olduğumu mu?'' keyifle kıkırdadın. ''Sungkyungwan'da sosyoloji okudum ben. İki yıl önce babamın sağlık sorunları baş gösterene kadar da orada yaşıyorduk... Ancak babam yüksek tansiyona bağlı bir beyin kanaması geçirdi, şu an hayatta olması bile mucize. Stresin tetiklediğini söyledi doktorlar. Biz de bu yüzden babamın memleketine döndük ve dedemden kalan bu restoranı işletmeye başladık. Şimdi tüm aile daha mutlu...''

''Peki ya sen?'' Chanyeol buram buram ilgi ve şefkat kokan bir sesle sordu. ''Sen mutlu musun?''

''Neden olmayayım ki...'' yaşaran gözlerini sildin hızla. ''Şükürler olsun ki babam hala hayatta. Annemin yüzü gülüyor, dedem ve ninem de uzun yıllar sonra yeniden çocuklarına ve torunlarına kavuştular. Komşularımız ve tanıdıklarımız... Hepsi harika insanlar.''

''Bugün seni gözlemleme fırsatım oldu...'' diye girdi söze.

''Onca işinin arasında beni mi kestin bir de?''

''Kafamı çevirdiğim yerde seni görmem normal değil mi? Küçük bir restoran ve sen de pek yerinde oturmuyorsun?'' kıkırdadı. ''Hayat dolusun... Neşelisin, yüzünden gülüşün eksik olmuyor... Ama bazen... Ruhun buraya sıkışmış gibi dalıp gidiyorsun uzaklara... Seni çağıran hayata karşı koyuyorsun, sorumlulukların elini ayağını bağlıyor.''

''Bazen fedakar olmamız gerekir Chanyeol... Nerede yaşadığın değildir önemli olan, kiminle yaşadığındır. Ailemin olmadığı bir yerde ne kadar mutlu olabilirim ki? Onları mutlu görmek her şeye değer...''

***

''Demek gitme vakti geldi...'' Chanyeol bir haftayı tamamlamıştı bu akşam. Şimdi sırt çantasıyla karşında duruyordu. Zengin olduğu halde züppe olmayan, tüm insanlara kendini sevdirebilmek gibi özel bir yetenekle dünyaya geldiğini düşündüğün dev garsonunla yollarınız ayrılıyordu. Boyunun el verdiği ölçüde sarılıp, sırtını patpatladın. ''Seni tanımak harikaydı Chanyeol. Çatı katı konuşmalarımızı hiç unutmayacağım.''

Aslında söylemen gereken ise ; ömrünün sonuna kadar onunla aynı gökyüzüne bakıp, sadece yıldızların şahit olduğu, ruhunu doyuran konuşmalardan yapmak istediğindi.

''Kapım her zaman açık. Bir dahaki sefere, Seul'deki çatı katında, ben misafir etmek isterim seni?''

''Umarım.''

Geri çekildiğinizde iki eliyle yüzünü kavramıştı. ''Ben gidince de dalıp gidecek misin uzaklara?''

''Hmm.'' kafanı salladın sadece. Konuşmaya başlarsan, gözlerindeki musluk da harekete geçerdi. 

''Hoşçakal...''

***

''İyi günler hanımefendi...''

Jilet gibi takım elbiseleri, düzgün kesimli saçları ve parlak ayakkabıları ile iki genç adam duruyordu karşında.

''Buyrun, nasıl yardımcı olabilirim?''

''Rezervasyon yaptırmak istiyorduk.'' gözlüğünü çıkaran adam konuştu.

''Normalde rezervasyon usülü çalışmıyoruz, ama eğer özel bir gün içinse bir şeyler yapabilirim.'' dedin ajandanı açarak. ''Gündüz mü, akşam için mi?''

''Şey aslında... Bütün gün.''

''Pekala, sorun değil. Kaç kişi?'' not aldıktan sonra, birbirlerinin yüzüne bön bön bakan ikiliye döndün.

''Anlamadınız sanırım. Restoranı bir günlüğüne kiralamaktan bahsediyordum.''

''Ah tabi, nasıl anlamam...'' yalandan hayıflandın. ''Zaten her gün, restoranımı bir günlüğüne kapattırmak isteyen müşterilerim olur...'' Cüzdanlarına uzandıklarında, sinirlenip elini kaldırdın. Burası sessiz sakin ve romantik bir restoran olduğu için, ismini açıklamak istemeyen pek çok ünlü tarafından da kiralanmak istenmişti vaktinde. Ama sen de dedenin prensiplerini izliyordun. Bir günlük jest için, her gün yüz yüze baktığınız komşularınızı geri çeviremezdiniz. Madem çok aşıklardı, gelip tüm insanların içinde oturup, el ele yemek yiyebilme cesaretini göstermeleri gerekirdi. Aşk bazı şeyleri göze alabilmekti ne de olsa.

''Üzgünüm, dediğim gibi o şekilde çalışmıyoruz. Yaklaşık 8 kişiye kadar yer ayırmamız mümkün, ama bir defa göreceğim insanlar için burada yıllardır tanıdığım insanların planlarını bozamam. Evlilik yıldönümünden tutun, doğum günlerine ve evlenme tekliflerine kadar pek çok etkinliğe ev sahipliği yapıyoruz. Kimse bunun için bir ayrıcalık talep etmiyor, ancak biz müşterilerimizin mutlu günlerine renk katmak için yine de küçük sürprizler hazırlıyoruz. Etkinliğin ne olduğunu söylerseniz-''

''Bay ve Bayan Park sizi görmek isterler.'' dedi, bir imparatorun fermanını tebliğ ediyormuşçasına bir ciddiyetle. ''Küçük bey iki aydır sizi sayıklayınca, evlilikten köşe bucak kaçan oğullarını bu hale getiren genç hanımı tanımak istediler.''

''Öyleyse rezervasyon yaptırmaya boşuna zahmet etmişsiniz.'' dedenin sesine döndün, bir sorun olduğunu düşünüp yanına gelmişti. ''Kendilerini misafirimiz olarak ağırlamak isteriz.''

İşte bu cümle üzerine şok olmuştun.

''Dede? Nereden çıktı o şimdi?''

''Öyleyse eğer müsaitseniz, bu akşam ziyaret etmek istediklerini ilettiler.''

Deden başını ağır ağır salladığında, ikili doksan derecelik keskin selamlamalarını yapıp restorandan çıkmışlardı. ''Hadi gezinme sen de ortalıkta, git de akşama hazırlık yap güzel torunum...'' dedi babacan gülümsemesiyle. ''Dedene güven.''

***

Bu ani gelişme ile, tüm ailenin gündemi değişmişti. Annen, bu galakside bulup bulabileceği en muhteşem damat adayının ailesi ile geleceğini duyunca hamaratlığını konuşturup türlü türlü yemekler yapmıştı. Bir yandan da senin stilistliğine soyunmuştu. Sanki bugünü bekliyormuş gibi, daha önceden aldığı elbise ve ayakkabıyı çıkarmış ve seni kuaföre yollamıştı. Büyükannen ve annen, tatlı bir telaşla koşturuyorlardı. Baban ise daha birkaç gündür tanıdıkları bu genç adamın acelesine ayrı, ailesinin olayı ciddiye almasına ayrı, hele de kendi babasının bu kendinden emin tavrına ayrı kıl olmuştu. Küçücük kızını evlendirmek dedesine mi düşmüştü sanki! Hele karısını ve annesini tanıyamıyordu, hiç acemilik çekmeden ve hiç garipsemeden bu süreci yönetmelerine inanamıyordu. Duruma fazlasıyla yabancı kalmıştı, ve tek istediği çocuk gibi somurtup bir köşeye çökmekti.

Ancak her nasılsa, tıpkı oğullarını yetiştirdikleri gibi alçakgönüllü ve candan insanlara hayran kalmıştı. İki aile de, sanki kırk yıllık dostlarmış gibi bir yakınlık duymuştu birbirlerine. Chanyeol ve sen, bu manzara karşısında diyecek söz bulamamış ve utangaç utangaç birbirinize bakıp gülümsemekten başka bir şey yapamamıştınız. Aranızdaki çekim barizdi, aileler arasında da adeta doku uyumu sağlanmıştı ; beklemeye ne hacet vardı? Aile arasında verilen sözler de, hayırlı işin en kısa sürede sonuca bağlanması yönündeydi.

O sıradışı akşamdan geriye kalan tek hatıra, Chanyeol'ün bahçeden kopardığı bir kasımpatı'nı eline tutuşturduktan sonra pat diye çektiği polaroid fotoğraf olmuştu. İkinizin de heyecanı gözlerinden okunuyordu, kalbinizden fışkıran mutluluk ise yüzünüze yansımıştı.

''Yüzük almak aklıma gelmedi ama, bu kısmı planladığım için hediyem hazırdı.'' Polaroid fotoğraf makinesini çıkardığı kutudan, kalın ve kaliteli bir bujo çıkarmıştı. Üzerinde 'Evlilik Güncemiz' yazıyordu ve çok sevimli bir şekilde süslenmişti.

''Bunu aklında tutacağını düşünemezdim...'' dedin, hayranlığını gizleyemiyordun.

''Özel bir çaba harcamadığım halde, söylediğin her şey aklımda kalıyor...'' gülümsedi, ve kalemi sana uzattı. ''Tarihi sen atmak istersin belki?''

''Beraber yazalım.'' kalemi tutup, elinin Chanyeol'ün koca elinin içinde kayboluşunu seyrettin gülümseyerek.

Günün tarihini attıktan sonra, az önce çektiğiniz fotoğrafı altına yapıştırmıştı. Sen de, ondan aldığın ilk çiçek olan kasımpatını bantladın, desenleri inanılmaz tatlı olan bir parça bantla.

''Her bir günümüzü, yazmak istediğimiz tüm güzel anılarımızı burada saklayalım.'' defteri dikkatle kapattı ve bağıyla bağladı. ''Sonsuza kadar...''

Başını salladın, akşamdan beri saklayamadığı gülüşünden öpmek istiyordun onu. Omuzlarına tutundun, belini saran kolları sayesinde ellerin yanaklarını kavrayabilme şansına erişmişti.

*** SON ***

 

Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
Bbhloveesss #1
Chapter 2: Bir an 6 sene geriye gittim ve ilk okuduğum zamanları hatırladım, aile içi problemleri sağlam psikoloji ile atlatmamı sağlayan ssp❤️
aeriaeri004
#2
Chapter 23: çoğunu unutmuşum okuyunca koskoca mazi canlandı gözümde :")
ddaisyW #3
Chapter 30: Gerçekten OKB ile yaşamak o kadar zor ki... :'(
ddaisyW #4
Chapter 24: Savior'un devamının olmasını çok isterdim.Çünkü Kris'in aslında olduğu gibi nazik bir adam olarak betimlendiği tek fic diyebilirim.
ddaisyW #5
Chapter 1: Maga be bunları bulup heyecanla okuduğum günleri hatırladım :')
DaisyW
#6
Hello Ben geldiiim ❤️❤️
EbruDavut #7
Yazarcım başardım mı? Girebildimmi bende 5 kitap yazdığının görünmesi normalmi