When I Was... When U Were... [Baekhyun]

EXO OC ONE SHOTLAR

"Bugün hatırlamak isteyebileceğin anıların var."

Uzun zamandır kullanmadığın için, dünya simgesinin üzerinde hatrı sayılır bir sayı vardı kırmızı baloncuk içinde. Kaçırılmış etkinlikler, geçmiş doğum günleri, birkaç fotoğraf beğenisi ve yorum. Bugün cumartesiydi, yapacak işlerini bitirdikten sonra biraz boş zaman geçirmeye karar vermiş ve dizüstü bilgisayarını açmıştın. Aslında niyetin film izlemekti ama nedense küf tuttuğunu düşündüğün facebook'una göz atmak istemiştin. Şifreni bile birkaç deneme sonrasında hatırlayabilmiştin.

'Üç yıl önce bugün' başlığı altında gördüğün fotoğraf kalbini tekletmişti.

Baekhyun ile olan bir fotoğrafınızdı bu.

İki yıl süren ilişkinizi arkadaşça noktaladığın kişi, yani başka bir deyişle eski sevgilin.

"Başka bir şey yok mu?" tuhaf olan şeyse 6 yıldır kullandığın facebook hesabında, yılın bugününde tek bir paylaşım yapmış olmandı. Eğer yarın girseydin bu bildirimi göremeyecektin.

6 şubat 2013.

"Kışın dondurma yemek iyi bir fikir değil~"

Altında 55 yorum gösteriyordu. Birkaç saniyelik tereddütün ardından, kendini tek tek yorumları okurken bulmuştun.

Burnunda bilindik bir acı vardı ve aynısı boğazında da büyüyordu. Bunun tek bir açıklaması olabilirdi.

Özlem.

İstemsizce o günün anıları zihnine üşüşmeye başlamıştı. Sabahtan akşama kadar gezip, önünüze ne geldiyse yemiştiniz. Günün sonunda Baekhyun'un hassas midesi bu çeşitliliği kaldıramamış ve kusmuştu. Bu fotoğraf da o andan hemen sonra çekilmişti. Yüzü buruşmuş ve içi dışına çıkmış bir Baekhyun ile hunharca gülen sen.

Herşey öylesine güzeldi ki.

Onunlayken zamanın nasıl geçtiğini hiç fark etmezdin. Bir arkadaş gibiydi, o kadar çok benzer yönünüz vardı ki.

Zaten ilişkinizi bitiren de bu olmamış mıydı?

Baekhyun böyle söylemişti. Seninle zaman geçirmekten memnundu, ama sevgilisi gibi değil de arkadaşı gibi hissettiriyordun. Böyle demişti işte, üstüne bir de öldürücü darbeyi vurmuştu.

"Ama arkadaş kalabiliriz."

Bunu duymamış olmayı o kadar isterdin ki...

Seni seviyordu, ama sevgili gibi değil. Seni hayatından çıkarmak istiyordu, ama tamamen değil. Bu arada kalmışlık o kadar iğrençti ki.

Bunun çok zor olduğunu sonradan anlayabilmiştin. Çevreniz ortak sayılırdı. Ortak arkadaşlar çok fazlaydı. Onun arkadaşlarıyla tanışmıştın, o da seninkilerle.

Kabus gibiydi her şey. Arkadaşlarınla buluşunca muhakkak bahsi geçerdi. Daha da kötüsü bazen o da bulunurdu gittiğiniz yerlerde. Dokunmak istediğin halde dokunamamak... Uzunca bakmak istediğin halde gözlerini kaçırmak zorunda kalmak... Daha önce her şeyi olduğun kişinin hiçbir şeyi olamamak... En yakınken en uzak olmak... Zamanın geçmek bilmediği o anlarda aklına doluşan düşüncelerdi bunlar. Gözlerin dalar giderdi, herkes fark ederdi bunu ve ortama tuhaf bir sessizlik hakim olurdu. O yüzden kendini derslerine vermiştin, iş bulduktan sonra da işkoliğin teki olup çıkmıştın. Böylece seni davet ettiklerinde yalan söylemek yerine ileri sürecek bir bahanen olurdu. Onlar için de böylesi daha iyiydi.

Anlayışlı olmalarını beklemek bencilce olurdu. Çünkü bunu tercih eden sendin.

Ayrılalı iki yıl olmuştu ama hala atlatamamıştın. Böyle anlarda ortaya çıkıyordu onu özlediğin. Basit bir doğum günü mesajı ya da yeni yıl tebriği seni ağlatmaya yetiyordu işte.

Üniversitenin ilk yılında başlamıştı... Ortak arkadaşlarınız çok olduğu için aynı ortamlarda bulunuyordunuz sıklıkla. Daha sonra telefon numaranı istemişti. Mesajlar, 'yanlışlıkla oldu' süsü verilmiş aramalar... Arkadaşlarınız da ikinizin arasında olan çekimi fark ettiğinden sizi başbaşa bırakmaya çalışıyorlardı.

İki buçuk yıl sürmüştü ilişkiniz. Üçüncü sınıfın ikinci döneminde notların düşüş göstermişti, kendini toparlaman zaman almıştı. Her şey üstüne geliyordu sanki.

Hayır, böyle olmamalıydın. Bu hastalıklı bir hale dönmeye başlıyordu. Üzülmek için çok geç olması bir yana, çoktan unutmuş olman gereken anıların bu denli canını yakması haksızlıktı.

Komedi filmi izlemen belki kafanı dağıtmana yardımcı olurdu.

Ancak o da işe yaramamıştı. Herkesin kahkahalarla güldüğü filmi izlerken ağlayan tek insan sen olmalıydın. Başladığından beri kafanı verememiştin, gözlerin dalıp dalıp gidiyordu ve ancak yaşardığı zaman filmi izlemediğini fark edebilmiştin.

Pekala, brownie'nin baş edemeyeceği hiçbir acı olamazdı! Gözlerini sildikten sonra laptopunu kapatıp mutfağa yöneldin.

Ancak bu da hezimetle sonuçlanmıştı. Kek kalıbının içindeki ne zaman kömürleştiğini hatırlayamadığın şey brownie olamazdı.

"Bu kafayla evi yakmadan dışarı çıksam iyi olacak..."

***

Yürümek kadar güzel bir terapi yoktu. Bu alışkanlığı o zamanlar kazanmıştın. Evde durduğun zamanlarda kasvet basıyordu içini. Arkadaşlarınla buluştuğun yerlerde bulunamayacağın için en iyi alternatif buydu. Sanki yolunu bilmeyen bir turist gibi, karış karış geziyordun sokakları. Yeni yerler keşfediyordun böylece, düşüncelerini karalama kağıtları gibi rüzgara savurabiliyordun.

Yol arkadaşın müziğindi. Cüzdan, cep telefonu ve kulaklık yeterliydi. İnsanların bakışlarına aldırmadan, şarkıyı mırıldanmak gibisi yoktu. Gözlerini kapatıp ellerini ceplerine soktuğunda senden özgürü yoktu bu dünyada. Temiz hava iyi gelmişti, şimdi daha hafif hissediyordun.

Şansın varsa biraz yağmur yağardı.

Uzun zaman olmuştu yağmurda ıslanmayalı. İnsanlar şemsiyelere sığınıp, yağmurdan köşe bucak kaçarken sen boşalan sokakların keyfini çıkarıyordun.

Akşam yaklaşıyordu, yağmur bulutlarının da etkisiyle hava biraz daha karanlıktı.

Burnunun ucuna düşen damla, ilk kez şanslı olduğunu hissettirmişti.

Yağmur nazikti, sanki dünyayı incitmekten korkarmış gibi, yavaş bir şekilde bırakıyordu damlalarını toprağa. Huzurlu bir toprak kokusu sarmıştı etrafı, gökkuşağı için çok geçti belki ama bu yağmurun tadını çıkarmana engel değildi.

Yağmur insanlara hep sevdiklerini hatırlatırdı, belki biraz da şarkılar yüzündendi bu. Yağmurlu şarkılar, insanların kalbini ıslatmak içindi.

Huzurlu bir gülümsemenin hakim olduğu yüzünü gökyüzüne çevirdin, ama ansızın durmuştu yağmur. Gözünü açtığında siyah bir şemsiyenin görüşünü kapattığını fark ettin. Sahibini göremiyordun, arkanda olabileceğini düşünerek döndüğünde Baekhyun ile göz göze geldin.

Kalbin delice çarparken sen donakalmıştın. Az önce içini ısıtan yağmur şimdi üşütüyordu seni. Titrediğini fark etmemesini ummaktan başka bir şey gelmiyordu elinden.

"Neden ıslanıyorsun?" dudakları böyle diyordu ama ses yoktu. Eli saçlarının arasına gitmiş ve kulaklığını çıkarmıştı. "Neden ıslanıyorsun burada?"

"Sadece hava almak istemiştim." son bir buçuk yıldır ondan kaçmak için özel bir çaba sarf ederken ayakların sana ihanet edip, sadece baş başayken geldiğiniz bir mekanın önüne gelmişti.

"Üşüteceksin..." dedi gözlerine bakarak.

'Sana ne?' demeyi o kadar çok istiyordun ki, ama bir yandan da dememek için dudaklarını ısırıyordun. 'Sana ne benim halimden? Ruhum üşütmüş, bedenim üşütse ne olur ki?'

"Hayır iyiyim. Çok olmadı zaten." dedin geçiştirmek için.

"Otur da sana sıcak bir içecek ısmarlayayım. Bu halde eve dönmene izin veremem. Hemen ısınmazsan hasta olma ihtimalin daha fazla."

Lanet olsun. Yine senden önce davranıp öne geçmişti işte. Kabul etmeliydin, normal davranmalıydın. Normal "arkadaşlar" böyle yapardı değil mi? Ondan kaçtığını belli edip durumu daha da karmaşık hale getirmeye gerek yoktu. En fazla yarım saat. Bir içecek ve belki biraz hal hatır sormak için yeterdi.

"O-olur tabi..." yalandan bir bahane için telefonunu cebinden çıkarıp saate baktın. "Biraz vaktim var."

Şemsiyeyi diğer eline alıp, sana yakın olan kolunu omzuna sardı. Yaprak gibi titriyordun heyecandan. Sanki hava yutmuş gibi, göğsün şişiyor ve nefesini daraltıyordu. Uzun zamandan sonra gelen temas seni şaşırtmıştı, yine de mutlu olamıyordun. Bu sadece arkadaşça bir dokunuştu.

İçeri geçtiğinizde ısıtıcıya en yakın masaya oturmuştunuz. Islak ceketini çıkarmış, kuruyabileceği bir mesafeye bırakmıştın. Baekhyun 'bir dakika' diyerek kasanın olduğu kısıma gitti. Oradakilere bir şeyler söyledikten sonra elinde bir polarlı bir şal ve havluyla döndü. Şalı omuzlarına sardıktan sonra, havluyla saçlarının ıslaklığını kuruladı. Çevredekiler kıkırdayarak sizi izlerken, sen bundan rahatsız olup başındaki ellerini kavramıştın.

"Yeterli... Teşekkür ederim ama ben hallederim." insanlar yanlış anlayacak kısmını kendine saklamıştın.

"Bir isteğiniz var mı?" garson kız gülümseyerek sordu, çünkü sizi tanıyordu. Sevgiliyken buranın daimi müşterilerindendiniz. Kim bilir neler düşünüyordu da böyle içten gülümsüyordu? Onun aksine, senin yüzüne buruk bir gülüş yerleşmişti.

"İki mocha, ve tarçınlı kurabiyelerden." Baekhyun ikinizin yerine söylemişti.

'Neden bunu yapıyorsun, Baekhyun? Sanki hala sevgiliymişiz gibi ikimiz adına sipariş verip, üstüne bir de en sevdiğim şeyleri istiyorsun? Biz diye bir şeyin kalmadığını iliklerime kadar hissederken, neden yanlış anlayacağım şeyler yapıyorsun?'

"Ah şey, eğer beğenmediysen başka bir şeyle değiştirebiliriz... Ben sadece... Alışkanlık işte." 
"H-hayır hayır! Neden böyle dedin ki şimdi? Hala seviyorum... Yani kurabiyeleri..." aklını okuduğundan şüphe etmeye başlamıştın.

"Yüzün asıktı çünkü. Belki istemezsin diye düşündüm."

"Hayır, sorun yok. Sadece üşüdüğüm için, belki suratsız görünüyor olabilirim. Başka bir nedeni yok yani."

"Hala çok güzel görünüyorsun."

"Sen de her zamanki gibi naziksin." dedin şok olmuş yüzünü gizlemeye çalışarak.

***

Son bir saattir sohbet ediyordunuz. Klasik 'ben yokken nasıldın?' muhabbetleri. Birbirinizin hayatından neler kaçırdığınızın kısa özeti. Çok garip değil mi? Önceleri 'doğal olarak' bildiğiniz şeyleri, ayrıldıktan sonra sorarak öğreniyordunuz.

"Ben artık gitsem iyi olacak. Seninle zaman geçirmek güzeldi Baekhyun." kafandaki havluyu açıp katlamaya başladın. Gereksiz, zaman kazanmak için yapılmış bir hareketti.

"Daha çok erken... Ben bırakırım seni, endişe etme."

"Endişe etmiyorum Baekhyun." tüm bu muhabbet sabrını taşırma seviyesine getirmişti, bu cümle de bardağı taşıran son cümle olmuştu. "Sen olmadan da geç saatte evime gidebiliyorum, tıpkı son iki yıldır yaptığım gibi. Beni eve bırakmanı gerektirecek bir durumumuz yok, çünkü 'arkadaşlar' bunu yapmaz. En fazla otobüs durağına bırakırlar." üstüne basa basa söylemiştin. "Ve iki arkadaş olarak yeterince zaman geçirdik sanırım. Evde yapmam gereken işlerim var, bu yüzden erken kalkmak istedim. Altında başka nedenler arama. Senin merhametine ihtiyacım yok, sempatini kendine sakla."

"Belki de bir şeyleri değiştirmeye çalışıyorumdur? Mesela berbat ettiğim son iki yılımız gibi?" O da sesini yükseltmişti.

"Eski defterleri neden açıyorsun durduk yere? Arkadaş olmayı isteyen sendin! Hem belki de hiç sevgili olamamıştık biz? Bunun artık bir önemi var mı?" sinirlendiğinde hep gözlerin dolardı, bundan nefret ediyordun. Ağlamak istediğinden değildi, hiçbir belirti yoktu ağlamaya dair. Sadece gözyaşların...

"Olmuyor çünkü! Yapamadım! Şu saçmalığa bak! Yan yana geliyoruz ve ben sana sarılamıyorum! Elini tutamıyorum, uzun uzun yüzüne baktığımda ya bakışlarını kaçırıyorsun ya da saçınla oynamaya başlıyorsun!"

"Bunu şimdi mi fark ediyorsun?" alayla güldün. "Arkadaşlarımdan neden uzak duruyorum sanıyorsun? Adını duymamak, seninle karşılaşmamak için! Çünkü ben ayrılığımızın her lanet gününde bunu iliklerime kadar yaşadım!"

"Benim hatam olduğunu kabul ediyorum... Saçma bir fikirdi. Ama eğer ayrılmasaydık seni ne kadar sevdiğimi asla anlayamayacaktım! Her gün seni özleyerek uyanmak, tanıdık herkesten seninle ilgili haber almaya çalışmak, rastlantılar yaratmaya çalışmak! Neden kendimize işkence ediyoruz ki? Yoruldum, sensizlik beni yordu... Tüketti..."

"Baekhyun..."

"Zamana ihtiyacın olduğunu biliyorum. Seni hiçbir şeye zorlamayacağım... Kendimi affettirmek için bir şans istiyorum sadece..." uzanıp ellerini tuttu. O böyle istekle bakarken nasıl hayır diyebilirdin ki?

"Şimdilik sadece 'iyi arkadaş' statüsündesin. Aniden böyle bir şeye karar veremem... Kolayca silip atamam da. Anlıyor musun?"

Ayağa kalkıp aniden dudaklarına yapıştı. Derin ve uzun bir öpücüğün ardından geri çekildi, çeneni kavrayıp gözlerine baktı.

"Farklı şeyler hisseden iyi arkadaşlar bazen sınırları ihlal edebilir, buna hazır olmalısın. Senden bunun için izin istemiyorum, sadece hazırlıklı olan için haber veriyorum."

Baekhyun'u böyle kararlı görmek kalbini titretmişti.

"Peki... Ama bir daha boş bulunmayacağım."

Yeniden öpmüştü.

"Böyle mi?" gülümsedi. "Bana karşı şansın yok."

"Daha fazla rezil olmadan gitmek istiyorum."

"Peki, gidelim 'en iyi arkadaşım' ve yakın gelecekteki sevgilim."

*** SON ***

Güya ara verdim ama özlüyorum yazmayı T.T arada böyle sürpriz yapsam bana kızmazsınız umarım?

Haute Couture

 

Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
Bbhloveesss #1
Chapter 2: Bir an 6 sene geriye gittim ve ilk okuduğum zamanları hatırladım, aile içi problemleri sağlam psikoloji ile atlatmamı sağlayan ssp❤️
aeriaeri004
#2
Chapter 23: çoğunu unutmuşum okuyunca koskoca mazi canlandı gözümde :")
ddaisyW #3
Chapter 30: Gerçekten OKB ile yaşamak o kadar zor ki... :'(
ddaisyW #4
Chapter 24: Savior'un devamının olmasını çok isterdim.Çünkü Kris'in aslında olduğu gibi nazik bir adam olarak betimlendiği tek fic diyebilirim.
ddaisyW #5
Chapter 1: Maga be bunları bulup heyecanla okuduğum günleri hatırladım :')
DaisyW
#6
Hello Ben geldiiim ❤️❤️
EbruDavut #7
Yazarcım başardım mı? Girebildimmi bende 5 kitap yazdığının görünmesi normalmi