_10.0

Former Fangirl (TÜRKÇE)

Hana ve Minhyuk da oturduğunda koltukta boş kalan yere hafifçe uzandım. Bir önceki gün eve dönmüştüm ve olaylar için hala kendimi kötü hissediyordum. Minhyuk benim bir suçum olmadığını defalarca dile getirmiş olsa da...

"Peki şimdi ne yapacağız?" diye sordum ona. Gerçekten bilmiyordum.. Ben hastaneye yattığımdan beri toplam 4 kişi istifa etmişti ve laboratuvarda çalışan sayısı zaten 8di. "Cidden dedikodular mı çıkmış?" Yutkundum ve dudaklarımı ısırıp gözlerine baktım.

2 hafta boyunca yanımda kalması her yönden koca bir aptallıktı. Şirket mala dönmüştü, firmayla sorunlar yaşıyorduk ve üstüne ikimizin nişanlanacağı hakkındaki dedikodular...

"Evet şirket biraz çalkalanmış ve Etude House laboratuvarımızdan çıkan ürünlerin reklam kampanyalarını üstlenmemizi istiyor." Minhyuk konuşurken benimle göz temasından kaçınmıştı. Ben de onu bu şekilde görmek istemediğim için bakışlarımı Hana'ya çevirdim.

"Ama Bayan Shim ayrıldı dedin... Nasıl yapacağız?"

"Sen ve ben çabalayacağız." Cevap verdiğinde başımı hafifçe salladım. Bu en azından suçlu hissetmemi önlerdi. "Reklam firmasıyla anlaştım bile sadece yakından takip etmemiz gerekecek."

Hana gözlerini büyüttü ve başını iki yana salladı. "Olmaz... Ala yorulmamalı."

Onun elini tutup gülümsedim. Sorun olmayacaktı. Dikişlerim iyileşmişti. "Merak etme, iyiyim~ yatmaktan sıkıldım zaten."

-------------------

"Jihyun-ssi lütfen, kullandığınız bizim ürünümüz olmalı, reklamını yapmalısınız."

Sırf suçlu hissettiğim için bir oyuncunun peşinde elimde yeni üretilen aromalı rujla sette koşuyordum.

"Ala-ssi, sürmeyeceğim dedim. Lütfen benim için kendi makyaj malzemelerim arasından benzer bir renk bulun." Güvenemediğini söyleyip duruyordu. Son olaylar yüzünden.

O reklamın çekileceği stüdyoya girerken hala çaresizce peşinden gidiyordum. Neden test ettiğim ilk ürün bir rujdu? Oysa ki kolay olacağını düşünmüştüm, geri alıyorum...

"O zaman..." İç çektim. "Önce ben sürerim, güvenmeniz için hmm?" Düştüğüm hallere bak. Frambuaz aromalı ruju süreceğim sırf senin için kadın. Frambuazdan nefret ederim.

Henüz çekim başlamamış olan stüdyoda bir ayna buldum ve hayatta dudaklarıma sürmeyeceğim koyu tondaki pembe ruju dikkatle ama aceleyle dudaklarıma sürdüm. "İşte! Sorun yok~"

Ona döndüğümde çoktan arkasını dönüp yürümeye başladığını farkettim. "Jihyun-ssi! Çekim birazdan başlayacak."

"Istemiyorum Ala-ssi.. O çocukla oynamam." Yüzüme bile bakmaya tenezzül etmeden giyinme odasına girmişti bile. Bense öyle kalakalmıştım.

Umutsuzca arkamı döndüğümde bu kez de karşıma bakarken kalakalmıştım. Reklam firması şaka mı yapıyordu? Jung Ilhoon...

"Cidden bu daha önce hiç görmediğim oyuncuyla mı bu senaryoyu yapacağım ben?" Sırıtıyordu ve adım gibi emindim ki benden bahsediyordu. "Baban hangi şirketin başkanı ki beni kullanarak seni de ünlü yapmaya çalışıyor?" Tekrar güldü.

Başımı iki yana salladım ve saçma bir şekilde elimdeki ruju masaya koyup gösterdim. "H-hayır ben, bunu test ediyorum. Oyuncu değilim."

"Çekime 15 saniye!" Arkadan gelen sesle irkildim ve o yöne bağırdım. "Hayır! Benimle yapamazsınız...."

Bazı olaylar karşısında soğuk terler dökersiniz ve nutkunuz tutulur. İşte öyle saçma bir an yaşıyordum. Setin ve ışıkların ortasında kalmıştım ve hiçbir şey yapamıyordum.

Kolumdan çekilerek arkaya döndürüldüğümde dudaklarımın üzerinde yoğun bir baskı hissettim. Bu kez parmak falan değildi bu kez bariz dudaktı. Islak dudaklar...

Nefesimi içimde tuttum ve onu göğüsünden itmeye çalıştım. Fakat aynı anda onun Minhyuk olduğunu farkettiğimde kendimi biraz daha rahat bıraktım ve gücümü onu itmeye çalışarak kullanmayı kestim. Yerinden kıpırdatamayacağımı zaten biliyordum. Bedenen de, ruhen de...

Beni öpmesine izin verirken bulunduğumuz yeri düşünmemeye çalıştım. Çünkü bu ilkti. Hem onunla ilkti, hem de gerçekten ilk öpücüğümdü. Her ne kadar frambuaz aromalı bir öpücük olacağını tahmin etmesem de... Öğğ...

Bir eli hala kolumu sıkıca tutarken diğeri belime sarılmış ve beni kendine biraz daha çekmişti. Ben de sadece dikiliyor ve elimden geldiğince ona karşılık vermeye çalışıyordum.

Fazla ileri gitmeden geri çekildiğinde gözlerimi kapatıp başımı yere eğdim ve derin nefesler alarak alnımı onun göğüsüne yaslayıp bekledim. Kolumu tuttuğu elini saçlarıma çıkarıp okşarken göğüsündeki yumruklarımı gevşetip avuçlarımı aynı yere yaslamıştım.

"İşin olmayan yerde durma Ala-yah." Kulağıma fısıldadı ve sırtımı sıvazlayarak geri çekildi. "Dışarı çıkalım mı?"

Belli belirsiz başımı salladım ve onu takip ettim. Farkettiğim tek şey artık Ilhoon'un orada olmadığıydı. Acaba Minhyuk'la bir şekilde konuşmuş olabilirler miydi?

Kazağımın kollarını parmak uçlarıma kadar indirip büzüştüm. Hava gerçekten soğuktu. Dudaklarımı yalamak istiyordum ama frambuaz tadını biraz daha alırsam şuracıkta kusacaktım.

Birlikte bir banka oturduk ve titrediğim için ceketini üzerime bıraktı. Böyle davranması hoşuma gitse de beni korkutuyordu. Sonunda başımı kaldırıp yüzüne, ardından da üzerine baktım. O gömlekle benden daha çok üşüyor olmalıydı. Ceketi üzerimden itip onun sırtına bırakırken yine yüzünü inceliyordum. "Hava soğuk."

Iç çekip ceketini tekrar giyerken ayağa kalktı ve "Burada bekle, konuşacağız." dedi.

Tabii ki konuşacağız beni öptünüz Minhyuk-ssi. Hoşlandım ama olsun.

Birkaç dakika sonra üzerimde kendi montumu hissettiğimde başımı çevirip gözlerine baktım. Elime bir bardak kahve uzatmıştı ve ben bunu elimi ısıtmak için ve koklamak için kullanacaktım. Sıcak şeyler içmek konusunda tam bir özürlüyüm.

"Teşekkür ederim Minhyuk-ssi." Cümlemin sonunu bilerek kısık sesle söylemiştim. Ona nasıl seslenmem gerektiğini kestiremiyordum.

"Ala-yah... Benimle resmi konuşma." Kahvesini yudumladı. "Reklam iptal oldu, büyük ihtimalle bizim laboratuvar kapatılacak. İşsiz kalacağım..."

Kahve içip bunu mu konuşacaktık? Ikimiz arasındaki şeylerden bahsettiğini düşünmüş ve istemeden gerilmiştim de. "Ben... Sırf bu iş için buraya taşındım. Sen, oyuncu olabilirsin, şarkı söyleyebilirsin, rap yapabilirsin..."

Boğazım düğümlenirken nefesimi tutup direk gözlerine baktım ve devam ettim. "Ben ne yapacağım?"

"Doğru söylüyorsun, berbat bir patronum ve bu benim işim değildi zaten..." Gözlerini kapattı, bunun sebebinin bana bakmak istememesi olduğunu biliyordum. O anda kötü baktığımı düşünüyordum. Bu az da olsa canımı yakmıştı. "Söylediklerini... Yapmak istemiyorum artık. Ama kendine bak; pastanede çalışabilirsin, resim çizebiliyorsun birçok yeteneğin var ve gidip iş imkanı daracık bir bölüm okumuşsun..."

Doğru söylüyordu. Ve bu saçma konuşmanın uzamasını istemiyordum. Başımı sallayıp aklımdaki soruyu sordum. "Konuşmak istediğin bu mu?"

Bu kez benim gözlerimi yakalayan onunkiler olduğunda kalbim kontrolü elimden aldı. "Hayır... Ben..." O kadar yavaş konuşuyordu ki zaten benim için yavaş geçen zaman sanki durmak üzereydi. "...aramızdaki şeye bir isim koymak istiyorum. Az önce içeride seni öptüm."

Söylediklerinden sonra dudaklarımdaki frambuaz aromasını hatırlamam ve öğürerek öksürmem bir olmuştu.

Ala'ya koca bir alkış lütfen!! Yine elime yüzüme bulaştırmayı başardım~

"A- b-ben... Üzgünüm böyle olsun... I-istemedim Ala. Gercekten. Istersen bir daha y-yapmam."

Minhyuk ne yapacağını şaşırmış bir şekilde sırtımı patpatlarken kahkaha atmaya başladım. Sanırım durumu bir tek bu şekilde kurtarabilirdim. "Minhyuk-ah~ peçeten var mı?"

Aynı şaşkınlıkla suratıma bakarken cebinden çıkardığı peçeteyi bana uzattığında elinden kapıp dudaklarımı sildim ve gülümsedim. "Frambuazdan nefret ederim, rujun aroması yüzünden oldu, üzgünüm, elimde değil."

Tek kaşını kaldırdı. "Yani hoşlandın.. Değil mi?"

Yanaklarım yanarken şirin olduğunu düşündüğüm bir gülümseme sunup onun yanağına dudaklarımı dokundurdum ve hemen geri çekilip başımı salladım. "Hastaneden beri açılmanı bekliyorum..."

Dişlek bir şekilde kocaman güldü. "Benimle bir randevuya çıkmak ister misin? Şey günü..." Duraksayıp biraz düşündü. "Bu pazar akşamı?"

Hemen başımı salladım. "Çok isterim." Neden yarın akşam yada bugün akşam falan olmadığını merak etmiştim ancak ağzımı açmadım. Kalbim yeterince gürültü yapıyordu sanırım.

Paltoma iyice sarılıp hafifçe yana kaydım ve ellerimi soğumaya yüz tutmuş kahve bardağına bastırdım.

"Minhyuk-ah.." Sessizliği bozmuştum. "... Bugün Ilhoon'la konuştun mu?"

Başını iki yana sallayarak beni yanıtlamakla yetinip ağzını açmamıştı.

"Onun olacağını bilmiyordun... Değil mi?"

Yine aynı cevabı aldığımda pes edip pazar akşamını düşünmeye karar verdim.

Ancak merak ediyordum. Onlara ne oldu...?

--------------------

Pazar günü heyecandan yerimde duramadığımı söylesem yeriydi. Hatta dikişlerim iyileştiği için zıplıyordum bile. Tam 3 kez makyaj değiştirmiştim ve lanet olasıca iki elbisenin arasında karar vermeye çalışıyordum.

En sonunda siyah olanda karar kıldım çünkü randevuya çıktığım adam benden 7 yaş -düzeltiyorum 6 buçuk yaş- büyüktü ve bu renk az da olsa beni olgun gösterirdi.

Üzerimi de giyindiğimde odaya giren Hana'nın boynuna sarıldım. "Çok heyecanlıyım..."

"Adamı her gün görüyordun sakin ol." Güldü ve devam etti. "Bu sap arkadaşından randevu tavsiyesi istemeyeceksin değil mi?"

Ben de gülüp onun yanaklarını sıktım. Bu gece tamamen Minhyuk'a güvenmeliydim. Beni öptüğünü düşündükçe sırıtmadan edemiyordum.

Son makyajımı bitirdiğimde saçlarıma baktım ve bir topuza karar verip fazla uğraşmadan işimi bitirdim. Bilirsiniz saçla oynadıkça bozulur...

*Minhyuk (İt Herif) ♡ Arıyor*

Ayaklarımı birkaç kez yere vurarak telefonu sıktım ve üçüncü çalışta meşgule atıp evden çıktım. Şu heyecanın arasında onunla telefonda konuşabileceğimden emin değilim.

Kapıya çıktığımda onu arabasının hemen yanında telefonuna bakarken yakalamıştım.

"Ala-yah... Neden meşgule att-" Bana baktığı an durmuş ve beni baştan aşağı süzmüştü. Dudaklarımı ısırıp yutkundum.

Aşırı kaçmadım değil mi? Elbisem kısa bile değildi... Hem kabandan göründüğünü bile sanmıyorum.

Gülümsedi ve telefonunu cebine atıp bana arabanın kapısını açtı. "Çok güzel olmuşsun."

Hava soğuk olmasına rağmen heyecan ve utançtan bunalmış bir şekilde gülümseyerek arabaya bindim. "Teşekkür ederim."

O da arabaya bindiğinde bir süre bana baktı. "Sen bana bir şey söylemeyi düşünmüyor musun?" Konuşurken sırıtıyordu.

Takım elbisesinin üzerine uzun siyah bir kaban giymişti ve uzun kıyafetler hakkında ne düşündüğümü zaten biliyorsunuz.

"Yakışıklı... Olmuşsun." Resmen fısıldar gibi konuşmuştum. Bu geceyi batırmazsam yapamayacağım hiçbir şey yok.

"Pek bir şey duymadım ama... Teşekkür ederim Ala-Yah~~" Yine gülüp arabayı çalıştırdı ve sürmeye başladı. Nereye gittiğimiz hakkında hiçbir fikrim yoktu.

Çok da uzun sürmeyen bir yolculuktan sonra küçük bir lokantaya girdiğimizde ikimizin de üzerini süzdüm. Kesinlikle ikimiz de abartı duruyorduk. Ama kafama takmadım ve beni masaya oturtmasına izin verdim.

Gece boyu Minhyuk sürekli yüzüme gülümseyerek bakarken ben de gözümü ondan ayırmıyordum.

"Ala-yah bugün... Ne kadar özel bir gün değil mi?"

Suyumu yudumladım ve başımı salladım. "Öyle~"

"Hmm.." O da suyunu içmişti. "Peki neden?" Sanki bir şey için... Emin değildim.

"Çünkü ilk randevumuz. Hiç unutmayacağım."

İç çekti ve sanki istediği cevabı alamamış gibi sadece başını sallamakla yetindi. Bana ne söylemek istiyor?

Tabağını bitirmek üzereyken yine gülümseyerek bana baktı. "Saat kaç olmuş Ala-yah? Telefonundan bakar mısın?"

Kolunda saat olup olmadığını görmek için kaçamak bir bakış attım fakat saklamıştı. Saat takmadığım için onun söylediği gibi yaparak telefonun ana ekran tuşuna bastım.

21:39
29 Kasım Pazar

"Dokuz buçuk..." Bir süre daha telefona bakmaya devam ettim. 29..? Kasım...? เพศสัมพันธ์ (Siktir.)

Bugün onun doğum günü.

Hediyeyi geçtim, kutlamam bile yok. Hem de o ilk randevumuzu bilerek bu güne denk getirmişken... Kör bir aptal olmalıyım.

"Minhyuk-ah.. Bana biraz izin verir misin?" Konuşurken sandalyeden kalkıyordum. Başını sallayıp gözlerini de yumarak onayladığında lavabonun olduğu kısma fırladım.

Ne yapmam gerektiğini düşündükçe aklıma gelen yalnızca tek bir şey oluyordu. Günü kurtarabileceğini tek şey... Kararımı verdiğimde masaya geri döndüm.

Yemek bitene kadar Minhyuk'un, o koskoca biasının, yeni sevgilisin -bunu söylerken yanaklarım yanıyor- doğum gününü unutmuş olan Ala rolü yaptım. Hatırladıktan sonra bunu yapmak gerçekten zordu ve üzerimdeki randevu heyecanını da alt üst etmişti.

Hesabı ödeyip arabaya yürürken paltoma sarıldım, hava daha da soğumuştu.

"Burdan nereye gideli-" Her şeye rağmen gülümseyerek bana bakan Minhyuk'un sözünü kestim. "Beni eve bırakır mısın? Yorgun hissediyorum."

Bu sözlerimden sonra gece boyu gülen adam gitmiş yerine somurtkan Minhyuk yerleşmişti. Bu hali beni üzse de son çaremin onu mutlu etmesini umuyordum.

Evimin önüne arabayı park edip yüzüme baktı. Bir şey söylemesine fırsat vermeden konuşmuştum. "Yukarıda... Dün akşam bir şey.. Ben bir şey buldum ve senin mi diye soracaktım. Gelip bakmak ister misin?"

Ne güzel bahane buluyorum...

Yine konuşmadı ve arabadan inip kapımı açarak daireme kadar benimle eşlik etti. Canı yanmış olmalıydı. Hatırlamadığım için...

Şifreyi girdim ve onu kolundan tutup içeri çektim.

"Bulduğun.. Şey.. O nerde?"

Dudaklarımı ısırıp bir elimle salondaki koltuğu gösterdim. "Orada... Evden çıkmadan önce orada görmüştüm. Bak sen biraz oralara."

Bu saçma rahatlık nerden geliyor Ala?

Bana tuhaf bir bakış atıp koltuğun yanına çömeldiğinde hızla saatimi kontrol ederek yatak odama çıktım. 22:07. Hala bolca vaktim var.

Elimde büyük kutuyla aşağı indiğimde onu çıkmadan önce ona gösterdiğim koltukta oturup beni beklerken bulmuştum. Hafifçe gülümsedim.

"Şey.. Onu ben buldum, sanırım Minhyuk-ah.." Kutuyu gösterip ardından kucağına bıraktım ve dudaklarımın içini dişleyerek yüzündeki gülümsemenin genişlemesini seyrettim. "Doğum günün kutlu olsun."

Hızla kurdeleyi çözmüş ve kapağı kaldırmıştı. Aceleye geldiği için bir not yazamamıştım.

"Ulaşamadığım hediyem..." Kutuyu ve içindeki yıldızları incelerken mırıldanıp beni kendine çekti. "Teşekkür ederim."

Dudaklarını dudaklarımla buluşturduğunda gözlerimi kapatıp aramızdaki kutudan dolayı oluşan kısmen rahatsız pozisyonumu düzeltmek için koltuktan destek alırken yanlışlıkla televizyon kumandasına basmıştım.

Ikimiz, birden açılan televizyona döndüğümüzde bir süre öylece kaldık.

Televizyondaki ruj reklamında Minhyuk ve ben vardık. Öpüşürken.

Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
No comments yet