Gerçekler Gözlerle Anlatılır, Bazen De Kelimelerle

Evanescent Lives With Shining Scars *birsoru?*
Please Subscribe to read the full chapter

“Gelmene gerek yok,” dedim bir kez daha. Ama bir kez daha beni duymazdan geldi. En sonunda pes etmiş bir şekilde kendimi yolcu koltuğuna gömdüm. Neden bu kadar inatçıydı?

Araba evin önünde durduğu anda içimdeki bir şey huzursuzlanmaya başlamıştı. Yine mi evime girmişlerdi? Yoksa yine mi kızlar…? Ya da belki Bond…

Arabadan indiğimde cevabın düşündüğümden daha basit bir şey olduğunu gördüm ama yine de kalbimin yerinden çıkacak ya da en azından apartmanımın önünde bekleyen kişinin kalp atışlarını duymamı engelleyecek kadar yüksek sesli ve hızlı atmasını engelleyemedim.

“Arabada kal,” dedim emniyet kemerini çıkarmakla uğraşan Donghae’ye. Önce itiraz etmek için başını kaldırdı ama ardından bakışlarını benim baktığım kişiye odakladı. Yüzünün halinden memnun olmayan bir şekilde kırıştığını fark ettim ama yine de sessizce koltuğuna gömüldü.

Arabadan hiçbir şey olmamış gibi indim ve Jae Min’e yaklaştığım adımlar boyunca sakinleşmeye çalıştım. Ama biliyordum ki kendimi kaybetmeye hiç olmadığım kadar yakındım.

Lütfen, Jae Min… Size ben bir şey söyleyene kadar sadece yanımda durun. Lütfen size anlatmadığım için beni yalnız bırakmakla cezalandırmayın.

“Hey,” dedi az önce gördüğü şeyi fark etmemiş gibi. Halbuki ikimizde benim asla, ama asla başka birisinin arabasından inecek kadar, hele de bir erkeğin, hele de sabahın dördünü çoktan geçtiği bu saatte, çok arkadaşı olan birisi olmadığını biliyorduk.

“Hey,” dedim hafifçe gülümseyerek. En azından ilk cümlesi sorgulamanın bir parçası değildi. “Saat biraz geç değil mi?”

Tamam, bu soruyu sorması gereken kişi kesinlikle ben değildim.

“Kafede kitaplarını unutmuşsun,” dedi elindeki poşeti havaya kaldırırken.

“Ah, ödevim! Yarın teslim etmem gerekiyordu!” dedim o an için her şeyi unutup amele bir öğrenci moduna girip.

Güldü ama gözlerinin bir saniyeliğine arkamızdaki arabaya takıldığını fark ettim.

“Ama bunun için bu saate kadar beklediğini söyleme! Yarın kafeden alabilirdim.”

“Aslında geleli yarım saat olmadı.” Yalan söylüyordu ama yalanını kabul etmeye karar verdim.

“Gelmene gerek yoktu,” dedim bir kez daha.

“Ama geldim,” dedi bir espri yapmış gibi gülerken. “Hem seni de merak ediyordum. son bir haftadır çok görüşemedik. Kafede de.”

Haklıydı. Bu hafta kafede sadece iki gün çalışmıştım ve iki günde de Jae Min kafede değildi. Hye Su ile barışmamız tekrardan konuşmaya başladığımız haftadan sonra giderek hem Jae Min’le hem de Sang Min’le daha az görüşmeye ve konuşmaya başlamıştım. Her ne kadar sürekli bunun yoğunluktan olduğunu düşünsem de içimde bir yerde arkadaşlarıma ihanet etmişim gibi hissetmekten kendimi alamıyordum.

“Evet,” diyerek kabullendim fazlasıyla utanmış bir şekilde. “Sanırım biraz benim hatam.”

Gülümsemekle yetindi ve gülümsemesi suçluluğumu biraz daha arttırdı.

“Ee…” Ne diyecektim?

“Eskiden bu kadar çok arkadaşın yoktu,” dedi bir anda. Yüzüme yansıyan kafa karışıklığını görünce kıkırdadı. “Büyük ihtimal karaokeye gittiğiniz değil mi? Biraz alkol kokuyorsun.”

“Ah… Ben içmedim ama-“

“Önemli değil, Sun Hi. Sonunda karaokeye gidip eğlenebileceğin arkadaşlar bulman güzel bir şey.” Yüzüne yapay bir kızgınlık yerleştirdi. “Tabi bu bizimle iletişimi keseceğin anlamına geliyorsa-“

“Saçmalama!” dedim hızla. Neden bu kadar telaşlandığımdan emin değilim. “Sen ve Sang Min… benim için farklısınız. Her zaman da böyle kalacaksınız.”

Siz bir gün benden nefret etseniz bile. Ama son cümle dudaklarımda takılı kaldı.

“Bunu duymak güzel,” dedi dudaklarına küçük ama şimdiye kadar Jae Min’de gördüğüm en güzel gülümsemelerden birini yerleştirip. “Arkadaşın sanırım sana bir şey söyleyecek. Ve anladığım kadarıyla gitmemi bekliyor.”

“Aslında…bir şeyler oldu,” dedim sesimin endişeli çıkmaması için uğraşırken. “Başak bir arkadaşımı bekleyeceğiz…”

“Arkadaşların da senin kadar çekingen sanırım.” Bunu söyledikten sonra arkasını döndü ve sokak lambasının ışığında gölgesinin üstüne basarak uzaklaşmaya başladı. Birkaç adım atmıştı ki arkasını döndü.

Dudakların bir gülümseme vardı ama az öncekinin aksine… Jae Min’de daha önce hiç böyle bir gülümseme görmemiştim. Bu kadar…incinmiş…

“İyi geceler, Sun Hi.”

O anda bir şeylerin kırıldığını duyduğuma yemin edebilirdim. Ama ses benden mi yoksa Jae Min’den mi geliyordu emin değildim.

 

*

 

“Beklemene gerek yok,” dedim anahtarı deliğe sokup kabaca çevirmeye çalışırken. Bir şey söylemedi bir kez daha. Ama bu sefer bakışlarını direk bana yöneltmişti.  Arabadan indiğinden beri hiçbir şey söylememesi ve durmaksızın yüzüme bakması artık sinirlerimi bozmaya başlamıştı. “Kes şunu.” Sesim fazla agresif çıkmıştı ama umursamadım. “Fazla sinir bozucu.”

“Özür dilerim,” dedi ve bakışlarını benden çevirdi ama bu durumu hiç de iyileştirmedi.

“Önemli değil,” diye mırıldandım. Ve sonunda kapıyı açmış olduğum için biraz rahatladım. “Bu sefer soruma cevap verir misin? Neden benimle geldin?”

“Hyuk mesaj attı. Az sonra buraya geleceklermiş. O zamana kadar seni yalnız bırakamazdım. En azından Angel gelip ne olduğunu anlatana kadar. Ve de Hye Su’ya da söz verdim.”

“Ah, evet.”

Angel aradığında Dongahe, Kyu ve Hye Su ile beraber karaokeden yeni çıkmıştık. En son ayrılan grup olduğumuz düşünülürse fazla yavaş davranıyorduk. Ben daha eve gideceğimi söylemeden önce Donghae beni bırakacağını söylemişti bile. Hye Su ise arkamızdan beni eve bırakıp güvende olduğumdan emin olmasıyla ilgili bir şeyler bağırmakla yetinmişti.

“Bir kez daha,” dedim çantamı mutfak kısmındaki masanın üstüne bırakırken. “Gerek yoktu.”

Kıkırdadı. Ama endişesinin dağılmadığını biliyordum. “Merak etme sadece Angel gelene kadar kalacağım.”

“Ya gelmeseydi?” dedim ama kelimeler ağzımdan çıkmadan önce pişman olmuştum. Yine de devam ettim. “Telefonda gelmeyeceğini söylemişti.”

“Onu o zaman düşünürdük,” dedi muzipçe gülerken.

Yanaklarımın kızarmasını umursamadım. Gerçekten.

Saate baktım. Beşe on vardı. Aklım ister istemez dolaptaki poşetlere kaydı. Her ne kadar Angel’ın uyarısı sadece çantamdaki poşetler içinde olsa dolaptakilere de pek güvenemezdim. Birden beni izleyen bir çift gözü hissettim ve hiçbir şey olmamış gibi davranmaya karar vererek arkamı döndüm.

“Tam olarak…yani… bilirsin işte…” Derin bir nefes aldı. “İçeceklerinizi nereden alıyorsunuz?”

“Bond’u hatırlarsın belki…” Yüzündeki yarı öfkeli ifadeyi görünce hatırladığını kabul edip devam ettim. “Kan teslimatçısı olarak ondan alıyorum. Hye Su da ondan alıyor.”

“Ve bu yüzden kalbine bir iğne yemek zorunda kaldı.”

“Bond’a güveniyorum,” dedim kelimeler kulağıma komik gelse de. “Pisliğin teki ama böyle bir şey yapmaz.”

“Pisliğin teki olduğunu biliyorsan yapmayacağını nereden biliyorsun?” Sesinde beni sinir eden inatçı bir tınlama vardı. Neden bu kadar şüpheli davranmak zorundaydı.

“Biliyorum,” dedim daha fazla uzatmak istemediğim için.

“Bilemezsin.” Gerçekten bunu oynayacak mıydık? Cevap vermemeye karar vererek yatak odasına yöneldim ama yanından geçerken bileğimi tuttu. “Neden bu adama bu kadar kolay güveniyorsun?”

Kime güveneceğimi bu şekilde sorgulaması fazla sinir bozucuydu. İç çektim ve bir kez daha dürüst bir şekilde, ama kulağa en acımasız tınlayacak kelimelerle, konuştum. “Çünkü beni bir insanı öldürmekten kurtardı.”

Öldürmek kelimesi durumu belki fazla dramatize etmişti ama bir yerlerde, o günü hala hatırlayan bir parçam, yalan söylemediğimi biliyordu.

“Ö-öldürmek mi?” dedi bileğimi bırakırken.

Başımla onayladım. “Birkaç gün boyunca beslenmemiştim ve beni kendisine çeken ilk kokuyu alınca…” Devam etmedim. Pişman olmuştum. Neden Donghae’ye bunu söylemiştim ki?! Hem de bu şekilde…

Ya da belki söylemekle iyi olanı yapmıştım. Sadece-

“Gerçekten pişman olmuş olmalısın.” Gözlerimi kırpıştırarak bakarken ne dediğini anlamaya çalıştım. “Sesin…” diye devam etti. “Fazla pişman çıkıyor.”

“Aa… Hımm…”

Bir kahkaha attı. Başka bir şey söylemek için uğraşmadım çünkü daha fazlasını saçmalamak istemiyordum. Arkamı döndüm ve hala gülmeye ama kahkahaları arsında özür dilemeye çalışan Donghae’yi salonda bıraktım. Yatak odasına ulaşınca dolabımı açtım ve elime geçirdiğim ilk eşofman takımını giydim. Odaya dönmek istemesem de Angel ve Hyuk’un her an geleceğini umut ederek gitmeye karar verdim. Donghae koltuğa oturmuş ve eline salonda bıraktığım kitaplardan birisini almıştı.

“Gurur ve Önyargı…”* Sesli düşünüyordu. Bu yüzden karşılık vermedim. Ama ardından aklına bir şey gelmiş gibi bana döndü. “Bir kitap için güzel bir başlık değil mi?”

Herhangi bir gönderme yapmaya çalıştıysa bile anlamamış gibi davrandım ve konuyu değiştirmek için hızla konuştum.

“Hyuk’tan haber var mı?”

Konuyu değiştirme çabalarımı fark etmişti ama bana ayak uydurmaya karar verdi. “Angel’ın barından çıkmışlar. On beş dakikaya geleceklerini söylüyordu.”

“Angel’ın barı mı?” dedim kaşlarımı kaldırırken. O kız bir bar mı işletiyordu?

“Bilmiyor muydun?”

Başımı iki yana salladım. Ama üç haftadır beraber yaşadığım biri hakkında bu kadar az şey bilmenin beni bu kadar rahatsız edeceğini tahmin edemezdim. “Çok…konuştuğumuz söylenemez.”

“Eğer kavgalarınızı saymıyorsanız ben şahsen konuştuğunuzu görmedim,” dedi kıkırdarken.

Kızmak istedim ama haklıydı. Donghae

Please Subscribe to read the full chapter
Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!
Licrymosa
Merhaba hala orada olan var mı *hehe* Uzun zamandır yokum ama bundan sonra buralarda olmaya çalışacağım xD

Comments

You must be logged in to comment
NursimaElfAhgase
#1
Chapter 1: değişik bir hikaye
Cemre01 #2
Chapter 27: Gerçekten şu Usta'yı merak ettim. Ve Angel'ın hikayesini. Ayrıca.... Jae Min sen ne kadar pislik bir şey çıktın ya... İğrenç herif
Yine muhteşem yazıyorsun, ve yine ben bir oturuşta her şeyi okudum :) Sonunu merakla bekliyorum
Nimesya
#3
Hahaha su an Turk buldugum icin cok sevincliyim :D
swedenlaundry #4
Chapter 13: Yay! An update :D
swedenlaundry #5
Merhaba!

lol ben uzun suredir merak ediyordum turkce fanfiction var mi diye, ve iste buldum :) Amerika'da yasiyan bir turkum (please excuse my typing, the keyboard is in english) Bu sitede cok turk yok malesef :( oh well! cok guzel yaziyorsun devam et lutfen <33
myeongsuuu #6
Benim hikayeme de bakabilir misin ? Tesekkurler ^^
myeongsuuu #7
Şükür burda Türkler var dsfdsf Nasıl sevindim anlatamam ya.
Imzelosbaby #8
Chapter 3: Kotu bir yazar mi ? Pöh benim asik oldugum nadir hikayelerden birinin yazari kotu olamaz !? :D hikayen gercekten cok guzel ilerliyor :D
Imzelosbaby #9
Chapter 1: Ah gercekten hafife alinacak bir yazimin yok ^^ cok guzel yazmissin bagladi diyebilirim ama ingilizce hikayelerden sonra okuyunca birden kafam karisti :D neyse uzun tutmayayim ama gercekten cok guzel yaziyorsun :D bitirene kadar birakma Fighting ! :)