Zihnin Parçalanırken Geçmişin Sesleri Fısıldar Kulaklarına

Evanescent Lives With Shining Scars *birsoru?*
Please Subscribe to read the full chapter

Yemeğe çıkmak? Gerçekten iyi fikir. Tek amacım kafamı dağıtmak ve amaçsız yere yaptığım insan taklidinin kusursuz olduğunu kendime kanıtlamaktı. Ama şimdi tuvaletin yanında diz çökmüş ve midemdeki, hatta bağırsaklarımdaki her şeyi tuvalete boşaltırken o kadar da güzel bir fikir gibi durmuyordu.

Bir kez daha midemdekileri boşaltmak için öğürdüm. Ama içimdeki her şey yemek borumda tıkılı kalmış gibiydi.

Aslında o kadar da kötü değildi. Jae Min gerçekten komikti. Her ne kadar onunla yemeğe gitmemi yanlış anlamış olabileceğini sonradan fark etsem de nedense bunu o kadar umursamadım. Beni yanlış anlayabilirdi ama o anda kendimi bir şeylerden uzaklaştırmam şart-

Ah yine mi? Midem de hala bir şeyler kaldığından emin değildim.

Kendi öğürme seslerim arasında kapının çaldığını belli belirsiz duydum. Zihnim o anda birkaç parçaya bölünmüş gibiydi. Bir parça sadece mideme odaklanırken, bir parça kapıya odaklanmıştı ve başka bir parça ise… ne olduğundan bile emin olmadığım bir şekilde uçuyordu. Kapıya odaklanan parçam kalp sesinden ya da nefes sesinden kimin geldiğini anlamaya çalışsa da vücudum o kadar yorgundu ki kendi çıkardığım sesleri zor duyuyordum. Kapı birkaç kez daha çalındı. Kimin geldiğini bilmiyordum, seçenekler bu kadar azken bile, ama kapıdaki kimse şansını kaybetmişti.

Kapıdaki kişinin gittiğini düşündüğüm sırada kapı bir kez daha çaldı. Yumruklanarak.

Yumruklar yavaş ama düzenli bir ritimde devam ediyordu. Aslında o kadar ses yapmıyordu –ya da ben duyamıyordum- ama her darbe beynime çakılan bir çivi gibiydi. Bir elimle klozetin bir kenarını tutarak ayağa kalkmaya çalıştım. Bütün gücümü topladım ve yüksek mi yoksa alçak mı çıktığından emin olmadığım bir sesle ‘Geliyorum,’ dedim.

Bir adım, iki adım. Saat kaçtı acaba? En fazla yedi olmalıydı.

Üç adım, dört adım. Çok fazla mı yemiştim acaba patates kızartmasını? Yoksa uzun zamandır insan yemeği yemediğim için mi böyle olmuştu?

On, on bir. Ah sanırım kapıyı geçtim.

Elimi kapı koluna koydum. Kapının yumruklandığında oluşturduğu titreşimi hissedebiliyordum artık. Bir an için kendimi gerçekten odakladım ve kapının arkasında kim olduğunu hissetmeye çalıştım. Evet, kapının deliğinden bakmak çok daha kolay bir yöntem olurdu ama bir şeyi çözmem gerekiyordu. Neden sadece bir metre ileride duran kalp atışlarını duyamıyordum?

Kapıyı ne zaman açtığımdan emin değilim. Aslında kendim açmadım sanırım. Sadece yere düşerken elimle kapıdan destek almaya çalışmıştım. Gözlerimi kapatmadan önce sadece bir yüz gördüm. Sanırım hayal gücüm artık beni daha fazla rahatsız ediyordu.

*

Koku o kadar cezbediciydi ki gözlerimi daha fazla kapalı tutamadım. Yatak odasındaydım. Odanın ışıkları kapalıydı ama koridorun hafif sarı ışığı odayı yeterince aydınlatıyordu. Başucumdaki komidinin üstünde bir bardağa konmuş kan duruyordu. Çok uzun zamandır açık olduğunu sanmıyordum çünkü kokunun verdiği o yoğun his sadece bir süredir uyanmam için zihnimi dürtüyordu. Yarım yamalak yataktan doğrularak bardağa uzandım ve yarı yatar pozisyonda içmeye başladım. Çok hızlı içersem kendimi yeniden tuvalette bulacağımı bildiğim için bütün irademle yavaş içmeye odaklandım. Yine de bardağı biraz hızlı dikmiştim ki bir damla kanın dudağımın kenarından aktığını hissettim.

“Uyanmışsın.”

Sesi duyduğumda ağzımdaki kanı püskürtmemek için dudaklarımı ısırdım.

Yüzündeki rahatlamayı görebiliyordum ama endişe hala daha gözlerindeydi. Elinde bir poşet daha vardı. Ve birde ufak bir meyve bıçağı. Diğer kolunda ise beyaz bir havlu vardı. Elim aniden istemsizce alnıma gitti ve toz pembe renkteki ter damlalarının alnımda biriktiğini hissettim.

“İ-içeri nasıl girdin?” dedim. Kapının çaldığını hatırlasam da açıp açmadığımdan emin değildim. Sakin adımlarla yatağa yaklaştı ve varlığı yeni fark ettiğim sandalyeye oturdu.

“Sen açtın,” dedi elindeki poşeti ve bıçağı komidinin üstüne bırakırken. Bir an için havluya baktı ve ne yapacağından emin olmayarak havluyu da düzgün bir şekilde yatağın başına yerleştirdi. “Ama sanırım bayılmadan önce açtın. Kapının arkasına düştüğün için kapıyı açarken biraz seni ittirmek zorunda kaldım.”

Ağzımı açtım ama söyleyecek hiçbir şey bulamayınca sessiz bir teşekkür mırıldanıp sustum. Elimdeki bardağı bırakmadan yatakta doğrulmaya çalıştım ama dengemi tam olarak kavrayamıyordum. Ben kendimi kanla kaplı bir şekilde yatağın içinde bulmadan önce hızla elimden bardağı kaptı ve boşta kalan eliyle de sırtımdan destek oldu. Kendimi yine sessiz bir teşekkür mırıldanırken buldum. Aynı anda mümkün olabildiği kadar hızlı ama dengemi kaybetmeme sebep olacak her hareketten kaçınarak yatakta doğruldum.

İkimiz içinde sorulacak çok fazla soru vardı ama ikimizde sessiz kalmayı tercih ediyorduk. Birkaç dakika sonra yeni aklına gelmiş gibi elindeki bardağı uzattı. Her ne kadar başımı sallayıp reddetmeyi planlasam da vücudum bardağı alıp kafama dikmeyi daha kolay bulmuştu. Boşalan bardağı komidinin üstüne koyarken gözüm diğer torbaya takıldı. Ama daha fazla-

Ne düşündüğümü gerçekten anladı mı bilmiyorum ama ben daha fark etmeden poşeti aldı ve getirdiği bıçakla köşesinden kesip bardağa boşalttı.

“İhtiyacın varsa içmelisin.”

Başımla onayladım ve bardağı aldım. Tıpkı geçen seferki gibi gözlerimi ondan ayırmadan yavaşça içmeye başladım. O da gözlerini benden ayırmıyordu. Üstelik yüzünde neredeyse huzurlu diyebileceğim bir gülümseme vardı.

“Seni görmeyi özlemişim,” dedi bardağı bitirdiğim sırada. Düşüncesini bu kadar açık bir şekilde söylemesinden rahatsız olmuştum ama aynı anda öfkelenmekten kendimi alamadım.

“O yüzden mi beni bir kere bile aramadın.”

Yüzüne yerleşen ifade kalbimi sızlattı. Yine de haklı olduğumu biliyordum. Sadece bunu bu şekilde söylemek kendimi garip hissettirmişti. Sanki bana hesap vermesi gerekirmiş gibi konuşmak.

“Ben…” dedi ama devamını getirmedi. Düşünüyordu. Kelimelerini topluyordu ve lanet olsun ki bunları yaparken diliyle alt dudağını ıslatmak gibi dikkatimi dağıtan bir hareket yapıyordu.

“Açıklama yapmak zorunda değilsin,” ki gerçekten böyle bir zorunluluğu yoktu. Ne kadar bunu açıklamasını deli gibi istesem de. “Yardımın için sağ ol ama bundan sonrasını kendim halle-“

“Dur!” O kadar hızlı hareket etmişti ki ben ne olduğunu anlayamadan yüzü benimkinin tam önüne gelmişti ve elleriyle omuzlarımı tutuyordu. Gözlerim sonuna kadar büyürken onun da kendi hareketlerine şaşırdığını anladım.

“Donghae, ben…” Ama ne diyecektim ki.

“Açıklamama izin ver,” sesi o kadar kısık ve o kadar içten çıkmıştı ki beynim daha onay kararını vermeden başım aşağı yukarı hafifçe sallanıyordu.

İlk önce yüz hatlarında bir gevşeme oldu. Ardından dudaklarına küçük bir çocuğun gülümsemesine benzer bir gülümseme yerleşti. Bütün bunlar aramızdaki durumu daha da garipleştirmişti.

“S-salona geçersek daha rahat ederiz,” dedim omuzlarımı yavaşça çekerken. Birden o da kendini geri çekti ve eliyle saçlarını karıştırmaya başladı.

“Ben…o zaman seni salonda bekleyeyim.” Başımı hafifçe sallarken Donghae hızla arkasını döndü ve odadan çıktı. Kendime gelmek için birkaç dakika daha yatakta durdum. Hem fiziki hem de ruhsal olarak kendimi zayıf hissediyordum. Kafamın içindeki iki ses birbiriyle kavga etmeye başlamıştı. Birisi salona gidip Donghae’yi kovmam ve bahanelerini dinlemememi söylerken diğeri bunu yaparsam problemleriyle yüzleşemeyen bir korkak olacağımı söylüyordu.

Ve işin garibi ikinci sese daha fazla hak veriyordum.

Üstüme küçük bir polar battaniye sarınarak salona gittim. Donghae ilk gelişinde eline aldığı resme bakıyordu. Bu sefer eline almamıştı ama resmi ilk kez far ettiği zamanki gibi bakıyordu. Geldiğimi fark etmesi için kısık sesle boğazımı temizledim. Arkasını döndü ve anında gözlerindeki endişeyi tekrardan gördüm. Neden bu kadar endişelenmek zorundaydı?

“Şimdi iyi misin?”

Başımı hafifçe salladım ve Donghae’nin yanıma oturma gibi bir olasılığını engellemek için tekli koltuğa oturdum. Dizlerimi kendime çekerken battaniyeye iyice sarındım. Dongahe de salondaki diğer koltuk olan ikili koltuğa oturdu. Bana en yakın köşesinde oturduğu için aramızda bir metreden biraz fazla bir mesafe vardı.

“Açıklama yapması gereken kişinin ben olduğunu biliyorum,” dedi gözlerini benden ayırmadan. “Ama bunu merak ettiğim için sormadan duramıyorum. Tam olarak ne oldu? Y-yani hastalandın mı?”

Bir şekilde kelimelerini seçerken daha dikkatli olmaya çalışıyor gibiydi. Nedenini tam olarak bilmesem de içimde bir gülme dürtüsü oluşturmuştu bu hali. Yine de dudaklarımın titremesine bile izin vermeden konuştum. “Yemek yedim. İnsan yemeği.”

“Ve?” dedi kafası biraz daha karışmış bir halde.

Derin bir nefes aldım. “İnsan yemeği bizde bir çeşit… alerjiye sebep oluyor,” Kaşlarımı çattım ve biraz daha açık anlatmaya çalıştım. “Sanırım vücudumuz insan yemeklerini istemediği için sisteme girenleri kendince dışarı atmaya çalışıyor.”

“Bunu bildiğin halde neden yemek yedin?”

Omuzlarımı silkerken cevapladım. “Sürekli yaptığım bir şey, ve aslında vücudum belli bir yere kadar alışmıştı bile diyebilirim ama nedense bu sefer biraz fazla tepki verdi.”

“Sürekli…” dedi düşünceleri çok uzaktaymış gibi. Başını kaldırdı ve gözlerimin tam içine bakarak tane tane konuştu. “İnsan taklidi yapmak için kendine zarar vermeyi bile göze alıyorsun yani?”

Tam olarak bir soru sormadığını bilsem de cevaplamak istedim. Ona bunun hayatımın bir parçası olduğunu ya da arkadaşlarımın şüphelenmesini engellemek için böyle yaptığımı söylemek istedim ama vereceğim tüm cevapların onu haklı çıkaracağını fark edince sadece sustum.

Beklentimin aksine başka hiçbir şey söylemedi. Sadece derin bir nefes aldı ve konuyu değiştirdi. “Sana bir açıklama borçluyum ama ne söylemem gerektiğini bilmiyorum.”

“Sadece aklına gelenleri söyle. Yeter ki dürüst ol.”

“Öyleyse…” Duraksadı ve kısa sesli gergin bir kahkaha attı. Hemen ardından ciddi bir ses tonuyla bir şeyler gevelemeye çalıştı. “Ah, tamam. Dürüst ol demiştin. Aslında seni aramamamın sebebi beni istememendi.”

“İstememem mi?” Sesimdeki şaşkınlığı istesem de engelleyememiştim. Ama kendimi yeniden öfkeyle dolu olarak bulunca biraz daha şaşırdım. Neye öfkelenmiştim neye şaşırmıştım? Benim yerime kendince karar vermesi mi yoksa neden bundan bu kadar rahatsız olduğum mu?

“G-gitmemi söyleyen sendin,” dedi tepkimin karşısında. Onun da gözleri önce şaşkınlıkla açıldı ama şaşkınlığın arasında küçük ışıltılarla parlayan mutluluğu görüyordum.

“B-ben- Evet, öyle söyledim,” diyebildim sessizce. Gitmeni söyledim çünkü korktum. Gitmeni söyledim çünkü bilmiyordum.

“Seni aramak istedim. Hatta her gece telefonu elime alıp seni arayıp aramamakla ilgili düşündüm ama eğer be

Please Subscribe to read the full chapter
Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!
Licrymosa
Merhaba hala orada olan var mı *hehe* Uzun zamandır yokum ama bundan sonra buralarda olmaya çalışacağım xD

Comments

You must be logged in to comment
NursimaElfAhgase
#1
Chapter 1: değişik bir hikaye
Cemre01 #2
Chapter 27: Gerçekten şu Usta'yı merak ettim. Ve Angel'ın hikayesini. Ayrıca.... Jae Min sen ne kadar pislik bir şey çıktın ya... İğrenç herif
Yine muhteşem yazıyorsun, ve yine ben bir oturuşta her şeyi okudum :) Sonunu merakla bekliyorum
Nimesya
#3
Hahaha su an Turk buldugum icin cok sevincliyim :D
swedenlaundry #4
Chapter 13: Yay! An update :D
swedenlaundry #5
Merhaba!

lol ben uzun suredir merak ediyordum turkce fanfiction var mi diye, ve iste buldum :) Amerika'da yasiyan bir turkum (please excuse my typing, the keyboard is in english) Bu sitede cok turk yok malesef :( oh well! cok guzel yaziyorsun devam et lutfen <33
myeongsuuu #6
Benim hikayeme de bakabilir misin ? Tesekkurler ^^
myeongsuuu #7
Şükür burda Türkler var dsfdsf Nasıl sevindim anlatamam ya.
Imzelosbaby #8
Chapter 3: Kotu bir yazar mi ? Pöh benim asik oldugum nadir hikayelerden birinin yazari kotu olamaz !? :D hikayen gercekten cok guzel ilerliyor :D
Imzelosbaby #9
Chapter 1: Ah gercekten hafife alinacak bir yazimin yok ^^ cok guzel yazmissin bagladi diyebilirim ama ingilizce hikayelerden sonra okuyunca birden kafam karisti :D neyse uzun tutmayayim ama gercekten cok guzel yaziyorsun :D bitirene kadar birakma Fighting ! :)