Bazıları Cam Fanus İçerisinde Yaşamayı Sever, Bir Gün Boğulacağını Bilmeden

Evanescent Lives With Shining Scars *birsoru?*
Please Subscribe to read the full chapter

Eşyalarımı on dakikada topladım ve bütün bu süre boyunca odada dikilerek beni izleyen Donghae’yi görmezden geldim. Öfke hala vücudumu sarsıyordu. Neden böyle davranıyordu? Sanki gerçekten umursuyormuş gibi. Umursamasının imkanı yoktu. Yoktu…

Değil mi?

Ödevim olan kitabı da sırt çantamın içine attıktan sonra salona Donghae’nin yanına gittim. Ama bu sefer beni görmemiş gibiydi. Elinde bir çerçeve vardı. Lanet olsun.

“Ailen mi?” dedi varlığımı hissedince. İlk önce elindeki çerçeveyi alıp başında parçalamayı düşündüm ama daha sonra soru sormasını engelleyecek başka bir şey denemeye karar verdim.

“Evet. Hayret Hye Su’nun size benimle ilgili her şeyi anlattığını sanıyordum.” Sabah Leeteuk’un beni gördüğünde hiç şaşırmadığını hatta bir şekilde memnun olduğunu fark etmiştim.

Son cümlemdeki alayı görmezden geldi ve gülümsedi. Elinde tuttuğu resim ailemle çekindiğim son resimdi aslında. Han nehrinin kenarına ufak bir pikniğe gitmiştik. Babam bizi bir söğüt ağacının altına sürüklemiş ve kamerayı kurup bir resmimizi çekmişti. Bazı günler unutulmamak için saklanmalı. Hala daha bunu söylerken attığı kahkahaları hatırlıyordum. Annem aynı anda saçıma bulaştırdığım çimenleri temizliyordu. Ama babam kamerayı kurunca annemi ve beni sıkıca kolları arasına almıştı. Resimde annemin yüzü kızgın gibi gözükse de ben o ifadenin aslını biliyordum. Babam bir kahkaha atıyordu. Bense saçlarım yeşilliklerle kaplı bir şekilde gülümsüyordum.

“Daha çok gülümsemelisin.” Dedi resimdeki küçük beni göstererek. “Bu arada ailen nerede yaşıyor?”

Beklediğim soru gelmişti ve gözlerimi Donghae’nin gülümseyen gözlerine kenetleyerek cevap verdim. “Öldüler. Aslında öldürüldüler. İnsanlar tarafından.”

İstediğim reaksiyonu almıştım. Gözlerindeki gülümseme anında ölmüştü. Ve ağzı şaşkınlıkla açılmıştı. Hye Su kadar şaşırmıştı hatta belki daha fazla. Bir şey söylemek istedi ama ağzını hiçbir şey söylemeden kapattı.

“B-ben-“

“Üzgünsün.” Dedim alayla. “Evet biliyorum.”

Cevap vermedi. Elindeki resme bakmaya devam ediyordu. “Nasıl oldu?”

Gerçekten sormuş muydu? Yapması gereken bu değildi. Her insan gibi o da acımı daha fazla deşmemenin insanlık görevi olduğunu düşünerek sadece üzgün olduğunu söylemeliydi. Soru sormamalıydı. Merak etse bile bunu sahte üzüntüsünün arkasına saklamalıydı.

Gözlerime baktı. Hala cevabını bekliyordu.

“Öldürüldüler.” Dedim omuz silkerek ve şaşkınlığımı gizlemeye çalışırken.

“Evet ama kim ve neden?! Nasıl bir insan  böyle bir şey yapar?!”

Yine öfkelenmişti. Az önceki öfkesinin yanında bu öfkesi daha…sevimliydi? Bu saçma öfke krizlerinin can sıkıcı olduğunu fısıldadım kendime ama yine de bir şekilde hoşuma gittiğini hissediyordum.

Omuz silktim. “Sanırım dünyayı vampirlerden temizlemenin insanlık görevi olduğunu bilen bazı insanlar.” Kelimeleri alayla söylemeye çalışsam da kalbimi acıtıyordu. Yine de buna aldırış etmemek için uğraştım.

“Bilen mi?! Siktirsene. Sadece hayvandan farkı olmayan birkaç köpek.”

Gözlerim sonuna kadar açıldı. Donghae de en az benim kadar şaşırmıştı. Utanmış bir şekilde başını çevirdi. Az önce ettiği küfür için mi utanmıştı yoksa ani öfkesi için mi?

“Vampirleri tanımadığını zannediyordum.” Dedim.

“Tanımıyorum. Mokpo’da hiç vampir olmadığını duymuştum. Bu yüzden de vampirler hep uzak bir kavram gibi geliyordu.” Dedi konunun değişmesiyle memnun bir şekilde saçlarını karıştırırken.

“Öyleyse neden bu konu üstünde bu kadar…endişeleniyor gibi davranıyorsun?”

“Çünkü gerçekten endişeleniyorum.” Dedi bunu söylemekten bıkmış bir şekilde gözlerini devirirken. “Daha önce bir Afrikalıyla da tanışmadım ama onlar için de endişeleniyorum.” Gözlerimi kırparak verdiği örneği anlamaya çalıştım. “E… Hani açlık, susuzluk, sivil savaş…”

“Kyuhyun haklıymış.” Dedim ce ardından kendimi tutamayarak bir kahkaha attım. Her ne kadar üstünden gitmeye çalıştığı örnek bu durum için biraz garip olsa da söyleyiş tarzı gerçekten samimi gibiydi. Ama yine de yaptığı bu garip karşılaştırma hoşuma gitmişti.

“Vay canına. İsteyince kahkaha bile atabiliyormuşsun.” Dedi sırıtırken. Yüzümün kızardığını hissederken kahkahamı bastırmaya çalıştım. Kahkaha atma sırası ondaydı.

“Gidelim.” Dedim çantamı koluma atarken ama sadece bir saniye sonra çanta kolumda değildi. Donghae çantayı almış ve kapıya ilerlemişti. Kapıdan çıkmadan önce arkasını döndü.

“Burayı böyle mi bırakacağız?” dedi sesinde emin olmayan bir tınıyla.

Başımı salladım. “Bond burayı halleder.” En azından bunu umuyordum ama bir yandan da Bond’a bu kadar güvendiğim için huzursuzdum. Donghae soru sormak için ağzını açtı ama hemen ardından tekrar kapattı ve gülümseyerek bana baktı.

“İşe geç kalmak istemiyorsan çabuk ol.” Sesinde onu sinirlendiren bir şey fark ettim ama aramızdaki bu dengesizliğin sürmesini istemediğim için görmezden geldim.

Ah harika şimdi de bir fangirl gibi davranmaya mı başlayacaktım?! Kyaaa… Super Junior’un Lee Donghae’sini sinirlendirmemeliyim!

Donghae kaşlarını çatarak bana bakınca iç seslerimi susturdum ve kapıyı kilitlemek yerine sadece çekerek daireden çıktım.

 

*

“Burada inebilirim.” Dedim. Arabayı durdurdu ama fikirden memnun değildi. “Kafe sadece yüz metre ileride. Eminim gidebilirim.” Diye ekledim.

“Ama ben-“

“Gerek yok.” Dedim hızlıca. Kafamdan da Lee Donghae’yi nasıl tanıdığımı mı yoksa neden güneş gözlüklü ve şapkalı bir adamın beni neden takip ettiğini mi Sang Min’le Jae Min’e daha kolay anlatırım diye hesaplıyordum. Sonunda bir sonuca vardığım için ekledim “Arkadaşlarıma seni açıklamanın hiçbir yolu yok.”

Kaşlarını çattı ve bir süre düşündü. Daha sonra dudağını hafifçe büzerek başını salladı.

“Öyleyse ben gidiyorum.” Dedim kapıyı açarken.

“Hey!”

Arabadan çıktığımda Donghae de kapısını açmış ve çoktan çıkmıştı. Soru sorar gibi baktım.

“T-tekrar görüşmek üzere.”

Başımı salladım ama hiçbir şey söylemedim. Çünkü bilmiyordum.

Tekrar görüşmek istiyor muydum?

Hayır. Belki daha önceden –ne kadar önce olduğunu bilmiyorum ama daha önceden işte- cevabım bu olurdu. Ama şimdi ne hayır ne evet diyebiliyordum. Kendimi en azından evet demediğim için sevindirmeye çalıştım.

Yine de içimde bir şeyler-dün geceden hatta Hye Su’ya mesaj attığım o geceden beri beni rahatsız eden bir parça- sadece kendimi kandırdığımı bildiği için kahkahalarla bana gülüyordu.

 

~0~

 

“Ya neden Sun Hi unniyi de yanımıza almadık?!” diye bir kez daha mızmızlandı Ae Cha. Daha sevimli olmak için yanaklarını şişerek bana bakmayı da unutmadı. Gözlerimi bir kez daha devirdim ve bir parmağımla şişirdiği yanağına bastırarak tuttuğu havayı bırakmasını da sağladım.

“İşe gitmesi gerektiğini söyledi.” Dedi Eun Ae benim yerime ama o da pek tatmin olmuş gibi değildi.

Aslında gerçek sebebin bu olmadığını biliyordum ve Jung’dan emin olmasam da Eun Ae’nin da kesinlikle bunu çözdüğünü biliyordum. Ae Cha ise… şu anda bunu anlamayacak kadar hayal kırıklığına uğramış gibiydi.

“İzin alabilirdi!” dedi bir adım öne geçerken. Sinemanın VIP salonunu kapattığımız için tanınmak burada sorun değildi ve dördümüz de rahat bir şekilde hareket edebiliyorduk.

“Ae Cha bazı insanlar senin aksine işine gerçekten önem veriyor.” Dedi Jung başını sallarken.

“Ve bunu söyleyen kız geçen yıl Music Bank da sahneye çıkacağımız sırada karın ağrısı gibi uydurma bir şeyi bahane ederek ortalığı birbirine katan kızla aynı kişi.”

“Unni! Ama o akşam Doctor Who’nun ilk bölümü veriliyordu! Ve ben günleri karıştırmıştım!”

“Her neyse.” Dedim Jung’un koluna girip onu hızla çekerken. Jung da Ae Cha gibi yanaklarını şişirince bir kahkaha attım ve onunda yanaklarını söndürdüm.

“Ya! Ben yakınmamı bitirmedim.” Dedi Ae Cha bize dönerken. “Hala daha gidip unniyi alabiliriz. Hye Su unni! Sen unninin çalıştığı yeri biliyorsun değil mi?! Hemen gidip izin alırsak eğer seansa beraber girebiliriz.”

“Kızlar.” Dedim dururken. Salonun önüne gelmiştik ve etrafta sinema görevlilerinden başka kimse yoktu. SuJu üyeleri de daha gelmemişti. En azından kızlara ufak bir uyarı yapabilirdim. Üçü de durup bana baktı. Derin bir nefes aldım. Onlara Sun Hi ile ne konuştuğumu anlatmamıştım. En azından detaylarıyla.  “Sun Hi’yle ilgili… Onu bizimle bir şeyler yapması için zorlamamanızı tercih ederim.”

“Ama biz sadece ona teşekkür etmek istiyoruz!” dedi Ae Cha.

“Evet ama…”

“Açık açık söyler misin?” dedi Eun Ae ne söyleyeceğimi bulamadığımı fark edince.

“Sun Hi’yi tam olarak anladığımı söyleyemem ama bu söylediklerimi sadece kendi fikrim olarak belirtiyorum. Sun Hi vampir kimliğini o kadar uzun zamandır saklamış ki- aslında sakladığı zaman değil de vampir kimliğini o kadar sıkı saklamış ki şimdi etrafında vampir olduğunu bilen bu kadar çok insan karşısında ne yapması gerektiğini bilmiyor.”

“Bir şey yapmasına gerek yok ki?! Sadece kendisi gibi olsun. Vampir ya da insan olması bizim için önemli değil.”

“Herkes sizin gibi düşünmüyor.” Dedim nazik bir şekilde. “Ve Sun Hi de şimdiye kadar sizin gibi düşünen birisine rastlamamış.”

“Yine de abartmıyor mu?” dedi Jung. Sinirlendiği için söylememişti bunu ama yine de sesi öfkeli gibi tınlamıştı.

“Hayır.” Dedim Sun Hi’nin bana söylediklerini hatırlarken. “Ailem… Öldürüldü. İnsanlar tarafından.” Kelimeleri hala kulaklarımda çınlıyordu. Gözlerimin dolmasına aldırmadım ve kızlara gülümsedim. “Gerçekten abartmıyor. Sadece yaşadıklarından dolayı artık herkese kesin bir şüpheyle bakıyor.” Garipti aslında. Bildiğim şeyler kelimelerle sınırlı olsa da Sun Hi’yi bir şekilde anlıyordum.

“Ama öyleyse insanlarla nasıl ilişki kurabilir?” dedi Jung kafası karışmış bir şekilde bana bakarken.

Başımı bilmiyorum manasında salladım. Sun Hi için bir şeyler yapmak istiyordum ama isteğim düşüncelerin ötesine geçmiyordu.

“O zaman biz ona yanıldığını kanıtlayalım.” Dedi Ae Cha yeni bir fikir bulmuş gibi. “Ona bütün…neydi o kelime tam olarak? Hah! Samimiyetimizi! Bütün samimiyetimizi gösterelim.”

“Bu sabah gibi mi?” dedi Eun Ae alaycı bir şekilde bakarken.

“Bu sabah ne yaptık ki?” Ae Cha gerçekten Sun Hi’nin ne kadar gergin olduğunu fark etmemişti.

“Ah, boş ver. Ama bu sabah gibi davranırsanız kızın bir geceye kalmadan

Please Subscribe to read the full chapter
Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!
Licrymosa
Merhaba hala orada olan var mı *hehe* Uzun zamandır yokum ama bundan sonra buralarda olmaya çalışacağım xD

Comments

You must be logged in to comment
NursimaElfAhgase
#1
Chapter 1: değişik bir hikaye
Cemre01 #2
Chapter 27: Gerçekten şu Usta'yı merak ettim. Ve Angel'ın hikayesini. Ayrıca.... Jae Min sen ne kadar pislik bir şey çıktın ya... İğrenç herif
Yine muhteşem yazıyorsun, ve yine ben bir oturuşta her şeyi okudum :) Sonunu merakla bekliyorum
Nimesya
#3
Hahaha su an Turk buldugum icin cok sevincliyim :D
swedenlaundry #4
Chapter 13: Yay! An update :D
swedenlaundry #5
Merhaba!

lol ben uzun suredir merak ediyordum turkce fanfiction var mi diye, ve iste buldum :) Amerika'da yasiyan bir turkum (please excuse my typing, the keyboard is in english) Bu sitede cok turk yok malesef :( oh well! cok guzel yaziyorsun devam et lutfen <33
myeongsuuu #6
Benim hikayeme de bakabilir misin ? Tesekkurler ^^
myeongsuuu #7
Şükür burda Türkler var dsfdsf Nasıl sevindim anlatamam ya.
Imzelosbaby #8
Chapter 3: Kotu bir yazar mi ? Pöh benim asik oldugum nadir hikayelerden birinin yazari kotu olamaz !? :D hikayen gercekten cok guzel ilerliyor :D
Imzelosbaby #9
Chapter 1: Ah gercekten hafife alinacak bir yazimin yok ^^ cok guzel yazmissin bagladi diyebilirim ama ingilizce hikayelerden sonra okuyunca birden kafam karisti :D neyse uzun tutmayayim ama gercekten cok guzel yaziyorsun :D bitirene kadar birakma Fighting ! :)