6. Bölüm

SAVAŞÇI (TÜRKÇE)

- 1 Hafta Sonra -

Karşımda kaynağını bilmediğim sınırsız sayıdaki siyah giyinmiş amcaları -evet ben onlara böyle hitap etmek istiyorum çünkü çoğu yaşlıydı- gördüğümde, buraya gelmemin pek de iyi bir fikir olmadığını farketmiştim.

"Unutma Daehyun, dikkatli olmalısın... Eğitimin henüz tamamlanmadı." Youngjae karşımda gitmekten vazgeçtiğimi söylememi beklemişti. Tabii bunu yapmamıştım -o yüzden şuan bu amcaların ortasında sıkışıp kalmıştım ya- çünkü 1 aydan fazla süredir bunun için hazırlanıyordum.

İlk kez göreve geldiğim için bana sadece onları oyalamamı söylemişlerdi ama ben aksiyon istiyordum biraz hareket... Kimsenin ışığımı görmemesi için sıkı tembihlenmiştim.

Saçına ak çoktan düşmüş olan amca ilk adımı attığında kendimi savunmaya geçtim. Himchan'ı devirmiştim, onları da devirebilirdim. Seri hareketlerle onlara karşılık verirken Yongguk'un sözleri kulaklarımda yankılanıyordu "Onlar yaşlanabilir ama buna rağmen bizden bile daha güçlü olabilirler."

'Ne olursa olsun darbe alma Daehyun, acı seni mahvedecek...'

Önümdekiler şaşkındı. Sayılarına rağmen yorulmuyor, iyi dövüşürken aynı zamanda hızlı hareket ediyordum. Bu alışkın oldukları bir şey değildi.

Bir süre sonra yumruklarını ve tekmelerini bana isabet ettirmeye çalışmak yerine boşluğa savurmaya başladılar. Sayılarını kestiremiyordum.

Yarısını çoktan yere sermiştim, hala olayın şokunu atmaya çalıştıklarının farkındaydım. Kavradıklarında, ne olacağı hakkında benim de bir fikrim yoktu.

Başıma aldığım ani darbeyle yere serildim. Nereden geldiğini bilmiyordum. Acı... Neden bu kadar acı çekmek zorundaydım? Acıdan kıvranmaktan başka yapabileceğim bir şey yoktu.

"Bir darbe dahi alırsan bu senin için son olabilir Daehyun. Yardım için orada olmayabiliriz." Yongguk'un sözleri beynimde dans ediyordu.

'Ayağa kalk Daehyun. Sen güçlü bir savaşçısın.'

Ben yerde kıvranırken etrafımda beni izleyen adamlardan birinin "Ona ne oldu!?" dediğini duydum. Çok komik.. Istedikleri bu değil miydi zaten?

Bir diğerinin öne çıktığını gördüm. "Hadi deneyip görelim."

Karnıma atılan tekmelerin verdiği acıyla ayağa kalkma hayallerimin havaya uçup bana el salladığını görebiliyordum. Ben inleyip yerde bir solucan gibi kıvrıldıkça onlar zevk alıyor gibiydi. Youngjae'nin derslerini doğru düzgün bitirseydim şu an belki bu hale düşmezdim.

"Neden burdasınız?" dedi biri saçımdan tutarak kafamı kendine döndürürken.

"2 şeyi gizli tutacaksın Daehyun; amaç ve ışık." demişti buraya gelmeden önce Himchan, büyük bir ciddiyetle.

Görevin amacını ve ışığımın rengini gizli tutmam gerekiyordu. Ancak acıdan başka birşey düşünemezken bunu nasıl yapacağımdan korkuyordum.

"Bence sadece ışığını söküp atalım." diye sırıttı diğeri.

'Hayır, Daehyun kalk artık!' dedim kendime ayağa kalkmaya çalışırken. Fakat birinin göğüsüme basmasıyla engellendim.

"Acele ediyorsun Kyung. Önce sorgulamalıyız." Bu adamların bana ne yapacağını kestiremiyordum. Eğer o ilk darbeyi almasaydım, bu şekilde kıvranmayacaktım. Çektiğim acı tüm bedenimi uyuşturmaya başlamıştı.

"Karşıt maddemiz kalmadı." dedi Kyung olduğunu düşündüğüm kişi. Karşıt maddenin zehirleyici olduğunu biliyordum, yani kalmamış olduğuna sevinmem gerekirdi. Debellenmek yerine gözlerimi kapatıp gücümü toparlamaya çalıştım. Bu adamlardan kurtulmam gerekiyordu.

İçlerinden biri yanıma çömeldi "Bir Savaşçı nasıl bu kadar acı çekebilir?" yüzüme bir yumruk attı. Çektiğim acıyla yüzümü buruştrup dişlerimi sıktım.

"Belki karşıt maddeye ihtiyacımız yoktur..." dedi kahkaha atarken "Onu insanların ilkel yöntemleriyle de konuşturabiliriz."

Karşıt madde olmadan beni öldürmelerinin tek yolu vardı, o da ışığımı çıkarmak. Ellerinden kurtulabilirdim, kurtulmalıydım.

"Bakalım ışığın ne renkmiş?" dedi yanımda çömelmiş olan yüzünde sahte bir gülümsemeyle. Geri kalan tüm gücümle onu itip kollarımla göğüsümü siper ettim. Bu esnada ne olduğunu bilmediğim bir güç beni oradan çekip almıştı. Kafamı çevirdiğimde Junhong'la karşılaştım.

"J-Jun..hong?"

"Kendini daha fazla yorma hyung. Buradan gidiyoruz." Önüne bakıyordu. Yüzü çok ciddiydi. İşlerini batırmamış olmayı diledim. Gerçekten yorgundum fakat Himchan ve Yongguk'un o adamlarla mücadele ettiğini duyabiliyordum. Bir süre sonra kendimi bıraktım ve Junhong'un beni götürmesine izin verdim.

----------

"Hiçbir şey bulamadık..." Yongguk Genel odada volta atıyordu. Himchan gergince yere çömelmişti ve Junhong başını ellerinin arasına almıştı. Youngjae yanımda düşünen adam pozisyonunda oturuyordu ve Jongup da başını duvara yaslamıştı. Ortamdaki gerginlik kendimi iyice suçlu hissetmeme sebep oluyordu.

"Youngjae, bakmadığımız yer kalmadığına eminsin değil mi?" Yongguk bir saniyeliğine durup Youngjae'ye bakarak sormuştu.

"Evet, eminim. Çıkardığım haritayı ezberledim." Youngjae pozisyonunu bozmadan cevap verdi.

"Nasıl olur da bulamayız? Bu adamlar karşıt maddeyi nerede saklıyor? Gizli bir geçit? Yoksa başka bir yerden-" kendi kendine söylerek volta atmaya devam eden Yongguk'un sözünü kestim.

"Karşıt maddeleri yok."

5 çift göz bana soru soran bakışlar atıyordu. Cevap olarak açıklamaya devam ettim.

"Üzerimde kullanmak istediler fakat içlerinden biri bittiğini söyledi." dedim doğrulurken. Himchan yavaşça başını salladı, gözlerini yere sabitlemişti. Youngjae'den hala delici bakışlar alıyordum. Ona göre darbe almam bir aptallıktı.

"Bana şu madde hakkında ayrıntı anlatacak mısınız?" dedim inatçı bir tavırla sessizliği bölerek.

Yongguk iç çekti ve söze başladı "Bizi zehirler. Bazı insanların iliklerinde kan ile birlikte üretilir, bir hastalık gibi, ama bu o insanın sağlığını etkilemez. Kan bağı ya da soyla geçen bir şey değildir. Ne tür kanda bulunacağı hakkında kesin bir bilgimiz yok." Himchan başını kaldırdı ve onun sözlerine devam etti "Eğer kanında karşıt madde olan birine C78X enjekte edersek patlayıcı etkisi gösterir. Bu yüzden ona karşıt madde diyoruz. Ve ender bulunur, Dünya üzerinde aynı anda en fazla 2 kişide..."

----------

Genel odadaki küçük toplantımızdan sonra Youngjae ile odamıza yürüyorduk. 2 hafta önce Youngjae'nin geniş odasına taşınmıştım ki buraya oda demeye bin şahit gerekirdi, bir daire büyüklüğündeydi. Bu nedenle birlikte kalmamız sorun olmuyordu. Ayrıca iki sıkı arkadaş olmuştuk bile.

Odaya girip kapıyı kapattığında Youngjae normalinden yüksek sesle konuştu "Delirdin mi sen?"

"Sayıları benden çok daha fazlaydı..." dedim üzerime daha rahat birşeyler giyerken.

"Eğer karşıt maddeleri olsay- Yetişemeyebilirdik Daehyun!" Youngjae'nin arkamda durduğunu biliyordum fakat ona dönmedim.

"Ölmüyordum, yalnızca gereğinden fazla acı çekiyordum. Beni asla öldüremezler." dedim kendimi yatağıma atıp gözlerimi kaparken.

"Anlamıyorsun... Işığını çıkarabilirlerdi..." Youngjae hala başımda dikilirken aniden doğruldum.

"Onları engelleyecek kadar gücüm vardı." Sonunda Youngjae'nin yüzüne bakmıştım. Gözlerinde korku vardı.

"Yalnız kalmalıyım..." dedim hızla yataktan kalkıp dolaba yönelirken. Aynı hızda kendime kıyafet seçerken Youngjae benimle gelmek için diretiyordu fakat başarılı olamadı.

Kendimi üssün bana verdiği beyaz tek kapılı arabamın içine attığımda saat gecenin 2siydi. Dışarı çıkmak kafama nerden esti bilmiyordum. Sadece kafa dağıtmak istemiştim. Böyle yalnız kalıp kafa dağıtmak için nereye gidilir diye kendime sorarken, beynimin ücra köşelerinden gelen cevabı kenara atmadım.

Bu çevredeki iyi barları bilmiyordum, bu yüzden rastgele birinin kapısından içeri girdim. Alkollü bir şeyler içmeyecektim, amaç yalnızca kafa dağıtmaktı... Pek büyük bir yer sayılmazdı, ortam loştu.

Barmene alkolsüz bir şeyler vermesini söylediğimde bana güldü.

"Buraya pek böyle şeyler içmek için gelmezler... Gecenin sonuna doğru açılacağını umuyorum." Yalnızca gülümsemekle yetindim, burada fazla kalmayacaktım.

İçeceğimin dibini yudumlarken telefonum çaldı. Arayan Youngjae'ydi.

"Evet Youngjae..." diyerek telefona cevap verdim.

"Nerdesin?" telefondan gelen seslere bakılırsa dışarıdaydı.

"Şimdi dönüyorum." dedim sakince ve devam ettim "Sen de geri dön." Hızla telefonu kapattım ve hesabı ödeyip kapıdan çıktım. Saat 4'e geliyordu. Gün doğmadan ulaşsam iyi olacaktı.

Gecenin bu saatinde duyduğum seslerle aniden arabamı durdurdum. 2 ya da 3 sokak arkadan yardım isteyen fısıltılar geliyordu. Kızın sesine bakılırsa yardım istemekten bitkin düşmüştü. Birkaç saniye öylece durup dinledim. Ona yardım etmek istiyordum fakat hemen geri dönmem gerekiyordu. Ama ona yardım edersem bir şey kaybetmezdim, değil mi? Hızla arabadan atladım ve sesin geldiği yöne ilerledim.

Gördüğüm manzara karşısında şaşırmıştım. Yerde yatan genç bir kız ve etrafında 6 serseri vardı. Hayır bunun olmasına izin veremezdim. Yalnızca adamları haklayıp buradan kayboalacaktım.

Hiçbir şey söylemeden ve kahramanlık gösterisine ihtiyaç duymadan birkaç saniye içinde hepsini yere devirdim. Şaşırmış olmalılardı. Ama şimdi hepsinin bilinci kapalıydı. Böyle pislikler çok daha fazlasını hakediyordu.

Tam gidecekken kızın bana fısıldadığını duydum "Teşekkür ederim." Bakışlarımı ona çevirdim, bilinci kapanmak üzereydi. Kısa kahverengi saçları vardı. Teni bembeyazdı. Başından sızan kan gölünü gördüğümde soğuk kanlılıkla yanına çömeldim. Yere sert çarpmış olmalıydı. Belki onu bir hastaneye bırakıp gitmeliydim. Ama hızla inceledikten sonra durumunun ciddi olduğunu farkettim. Ani bir kararla kollarımı ona doladım.

"Ah, kahretsin." onu almaya çalışırken sol avcum yerdeki sert ve sivri bir şey yüzünden kesilmişti. Fazlasıyla kanıyordu ve biraz yere damladığını gördüğüme emindim. Pek derin değildi yine de bana acı veriyordu. Şaşırtıcı bir şekilde acıya katlanarak yaptığım işe devam ettim ve arabaya koştum.

Youngjae beni kurtarmıştı, ben de bir başkasını kurtarabilirdim.

Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
No comments yet