11. Bölüm

SAVAŞÇI (TÜRKÇE)

Youngjae ile gözgöze geldim "Bunun üzerinde sonra konuşuruz. Hadi gidelim."

Youngjae ayağa kalktığında Junhong ekledi.

"Yongguk hyung önemli olduğunu söyledi."

Bunun üzerine Youngjae'yi sıkıca tutarak genel odaya doğru hızla ilerledim. Junhong da hemen arkamdaydı.

Odaya girdiğimizde herkesin başında toplanmış olduğu masanın yanında biz de yerlerimizi aldık. Yongguk zaman kaybetmeden konuşmaya başladı.

"Team Pink Dragon..."

Pink Dragon mu? Daha güzel isim bulamamışlar mıydı kendilerine?

"... İnsanların nöron hücrelerini yavaş yavaş öldürecek bir besin oluşturdular." Yongguk gözlerini benim üzerime dikti. "Daehyun, panzehir, karşıt madde olayları yüzünden gözden kaçırmış olmalıyız. Ürün bu gece dağıtıma, yarın sabah da satışa başlayacak."

Güney Kore'deki bu tür olaylarla ilgilenmesi gereken bizdik. Diğer birimler farklı ülkelerdeydi. Üst birim ise Çin'de bulunuyordu.

"Youngjae, Junhong..." Youngjae ve Junhong tamamen dikkat kesildiğinde Yongguk konuşmaya devam etti. "Bu gece dağıtılmasını engellemenizi istiyorum. Yalnızca bir gecede tamamını halletmeniz gerekecek."

Youngjae ve Junhong başlarını salladığında, ben de ortaya atladım. "Ama ben de hızlıyım, onlara yardım edebilirim."

Yongguk ellerini önündeki bina planı tarzı şeyin üzerine koydu "Sana burada ihtiyacım olacak Daehyun."

Dudaklarımı düz bir çizgi haline getirip başımla onayladım.

"Himchan, ben ve Jongup burdan gideceğiz. Daehyun, sen de biz diğer taraftakilerle ilgilenirken buradan tam olarak şuraya sızacak ve bilgileri çalacasın." Yongguk bir yandan anlatırken, diğer yandan önündeki planda yerleri gösteriyordu.

"Neden hep ben yalnız oluyorum?" bir bebek gibi sızlanmaya başladığımda Yongguk şakaklarını ovdu.

"Çünkü bir tek sen tüm yeteneklere hakimsin... Bunu tartışacak zamanım yok."

Aldığım cevap üzerine bakışlarımı kaçırdım. Anlaşılan yine yalnız kalacaktım ama büyük bir kalabalıkla tek başıma dövüşmem gerekmeyecekti.

"Jongup, senin görevin bizim Daehyun ile haberleşmemizi sağlamak. Pink Dragon binası bir labirent gibi karmaşıktır, sürekli bazı geçitlerden bir yerlere varabilirsin. Olası tehlikeler için birbirimizi uyarmalıyız. Aslında oraya Youngjae ile gitmek iyi olurdu ama o Junhong'a yardım etmeli..."

Jongup ve ben şiddetli duyma yeteneğimiz sayesinde haberleşebilecektik. Tamam, güzel. İlk görevdeki gibi bunda da başarısız olmak istemiyordum. Yongguk da bana güveniyor olmalıydı ki bu kez asıl görevi bana vermişti. Ama bir şeyi merak ediyordum. Bu insanların amaçları neydi böyle?

"Peki, bunu yaparken amaçları ne? Yani insanların beynini sulandırmakla neyi elde edecekler?" diye sorduğumda Yongguk güldü.

"Ah, Daehyun. Emin ol onlarca yıldır bu işi yapıyorum ama henüz ben bile anlayamadım. Psikopatlar işte..."

Yongguk'un cevabı üzerine yalnızca başımı salladım. Çatlak insanlar beyinlerini yoracak yer bulamayıp psikopatlık yapıyordu. Evet, ne kadar olgun bir açıklama.

Himchan havaya birkaç yumruk salladı. "Şu psikopatlarla uğraşmaktan bıktım doğrusu. Ama onları patakladıkça hırsımı çıkarıyorum."

Yongguk konuyu toparlamak için ellerini çırptı. "Herkes ne yapacağını anladı mı? Öyleyse bunu bu akşam hallediyoruz."

Akşama kadar boş kalmayı umuyordum. Youngjae derse gitmemiz gerektiğini söylemezse zamanımı Mi Sook'un yanında geçirebilirdim.

"Youngjae, önemli bir işin yoksa Güney Kore üzerindeki tüm hipermarketlerin listesini çıkar. İlk geceden yalnızca hipermarketlere dağıtılacak." Yongguk'un sözleriyle birlikte yüzüme bir zafer gülümsemesi yerleştirdim. Bugünü Mi Sook ile geçirebilirdim.

"Aslında Daehyun'un dersi vardı ama..." dedi Youngjae bana sert sert bakarken.

Himchan iç çekti "Hala o dersi geçemedin değil mi Daehyun."

Ellerimi iki yana açıp yüzüme sevimli bir ifade takındım. Her şey tamamdı, ama şu zihin gücüyle kontrol işi baya zordu. Fazla konsantrasyon gerektiriyordu.

"O haklı, zor bir ders..." dedi Youngjae beni savunarak. "Tamam, listeyi çıkarırım hava kararınca da Junhong'la çıkarız."

"Öyleyse biz de onlarla birlikte çıkalım. O zamana kadar serbestsiniz." Yongguk kapıya yönelirken onu takip ettim. Kahvaltı bile etmemiştim. Hem açtım hem de Mi Sook'u görmek istiyordum.

"Daehyun, biz biraz konuşalım mı?" Youngjae'nin sesini duyduğumda arkamı döndüm. Bu esnada herkes kapıdan çıkmıştı.

"Ugh, tamam." Sanırım konuyu biliyordum...

"Yalnızca 5 dakika sürecek." dedi Youngjae kapıyı kapatıp geri yanıma dönerken.

"Ondan hoşlandığın için onu kurtardın değil mi? Nedenini bilmediğini sanıyordun çünkü aniden karar vermiştin. Daha sonra bu duyguyu anladın..." Youngjae yüzüme bakarak bir cevap bekledi. Yalnızca başımı sallayabildim. Sanırım öyleydi. O ilk andan beri...

"Nasıl anladın?" Sonunda sorduğumda Youngjae yüzüne o ukala gülümsemesini yerleştirdi.

"Sarı ışıklıyım."

"Onu sevmem doğru mu?" Sesim endişeli çıkmıştı.

Youngjae bir hıh sesi çıkararak tekrar güldü, ama bu kez içtendi. "Aslında buna sen karar vermelisin. Başta sorguladığım için üzgünüm, aşkın ne olduğunu unutmuşum."

Arkasına dönüp kapıya ilerlediğinde konuşmanın başından beri aklımdaki şeyi ona söyledim.

"Sen de beni neden kurtardığını bilmediğini söylemiştin..."

Kastettiğim şeyi anladığında durdu. Neden böyle bir şey söylediğimi ben de bilmiyordum.

"Çünkü bilmiyorum." Fazla oyalanmadan kapıya yürümeye devam etti ve bir şey demeden çıktı. Yüzüme bakmamıştı.

Kendimi kötü hissediyordum. Son söylediklerimi söylememeliydim... Derin bir nefes aldım ve ben de odadan çıkıp Mi Sook'un odasına yöneldim.

Youngjae'ye öyle söylediğim için kafamı yumruklamalıydım. O bir erkekti. Sadece, içinde bulunduğum uçak düşmüştü ve ben hariç herkes o anda ölmüştü. Youngjae de bu şansı benden alıp beni orada öylece bırakmak istememişti.

Mi Sook'un odasına girmeden önce yüzüme muzip ve karizmatik -evet öyle olduğumu düşünüyorum- bir gülümseme yerleştirdim. Acaba sabah arkamdan söylediklerini, yüzüme de söyler miydi? 'Salak odun kalas! Böyle şeyleri önce erkekler söyler.' Yeniden içimde doğan kafamı yumruklama isteğini kenara atıp içeri girdim. Mi Sook kahvaltı yapıyordu.

"Nasılsın Mi Sook?" dedim gülümseyişimi bozmadan.

"Ah, Daehyun. Bana katılmak ister misin?" Beni gördüğü anda yüzüne yerleştirdiği sevimli ifadesi beni sarhoş ediyordu. Ama açtım - herzamanki gibi - ve gidip yemek yemek için yanına oturdum.

Yemek yediğimiz süre boyunca ortama sessizlik hakim olmuştu. Tabii kaçamak bakışmalarımız da vardı.

"Mi Sook..."

"Hmm.." Yine o gözlerini büyütmüştü. Bu duyguya alışmam gerekiyordu.

"Burada sıkılıyor olmalısın. Benden istediğin bir şey olursa..." Amacım yalnızca onunla konuşmak olsa da istediği bir şey olup olmadığını da merak ediyordum. Gözlerini yere sabitleyip dudaklarını ısırdı.

"Çekinmene gerek yok, söyle bana." Başımı eğmiştim ve bakışlarını yakalamaya çalışıyordum.

"Şey... Biraz kağıt ve kalem olsa iyi olurdu..." dedi başını kaldırmadan.

"Oh, yazı mı yazıyorsun? Sana hemen getirebilirim" Belki de buradaki maceralarını kağıda dökmek istiyordu.

"Hayır..." dudaklarını ısırarak gülümserken başını kaldırdı ve bakışlarını gözlerimle buluşturdu. "Resim çiziyorum... Aslında biraz acemiyim."

"Resimlerini kesinlikle görmek isterim. Eminim çok güzel çiziyorsundur, kendin gibi..."

'Jung Daehyun. Sen. Az. Önce. Ne. Dedin.'

Kızarmış yanaklarını saklamaya çalışarak başını tekrar eğdiğini gördüğümde benim de domatese taç çıkarttırır bir halim vardı.

"Benkağıtalıphemengeliyorum." Fişek gibi konuşup odadan kaçtım ve en yakın kayıt odasına uğrayıp birkaç kağıt ve kalem aldım. Derin bir nefes alıp tekrar odaya girdim, utanmamı gerektirecek bir şey yoktu. Sakindim.

Gidişimin üzerinden en fazla 1 dakika geçmiş olması nedeniyle Mi Sook şaşkınca bakıyordu. Ellerimi iki yana açıp sevimli bir yüz ifadesi yaptım ve kağıtları odanın diğer köşesindeki küçük masaya bıraktım.

"Şimdi çizmek ister misin yoksa daha sonra...?"

Mi Sook yavaşça başını iki yana salladı "Hayır, belki daha sonra yalnız kalıp sıkıldığımda... Teşekkür ederim." Son sözlerini söylerken gülümsemişti. Ben de bu gülümsemeyle içimde oluşan ona sıkı sıkı sarılma isteğine karşı gelmeye çalıştım.

"Daehyun..."

"Huh?" 'Ne kadar kibar bi seslenme...'

"Bana... Yani biz- Geceki gibi... Sarılabilir miyiz?"

Aklımı mı okuyordu yoksa kalbimi mi? Ya da soruyu düzelteyim, aklımı mı okuyordu yoksa benimle aynı şeyleri mi hissediyordu?

Ne kadar süre sessizce birbirimize baktık bilmiyordum ama Mi Sook'un açıklama yapması bunun uzun olduğunu kanıtlıyordu.

"Güvende hissettiriyor..."

Zaman kaybetmeden yatağa uzandım ve yanımdaki boşluğu pat patladım. Mi Sook gösterdiğim yere uzanıp başını göğüsüme yerleştirirken ben de sol koluma onu doladım. Mi Sook tam da onun üzerinde yatarken hızla atan kalbimi gizlemek hiç kolay değildi. Kalp atışlarımı sakinleştirmem gerekiyordu.

Bir süre sonra duygularıma yenik düşüp parmaklarımın onun saçlarını okşamasına izin verdiğimde, Mi Sook'un ince parmaklarının da göğüsümde küçük daireler çizdiğini farkettim. O yavaşça gözlerini kapatırken, rahatsız etmemeye özen göstererek ince örtüyü üzerimize çektim ve saçlarına bir öpücük kondurdum.

"Yakalandın." uykulu sesini duyduğumda gözlerim şaşkınlıkla açıldı. "Uyumuyorum sadece gözlerimi dinlendiriyorum." dedi sırıtarak.

Çok geçmeden gülümsedim. "Sen de bu sabah bana yakalandın..." Sabah odadan çıktığımda duyduklarımın aklıma gelmesiyle gülümsemem daha çok genişledi.

Mi Sook gözlerini açıp başını kaldırdı. "Nasıl yakalanmışım?"

Onun bu şaşkın haline gülüp açıkladım. "Diğer bütün duyu ve yeteneklerim gibi duyma duyum da maksimum seviyede... Yani ben odadan çıktığımda söylediklerini duydum."

Mi Sook hala kocaman gözlerle bana bakıyordu. Birden başını tekrar göğüsüme gömdü. Yanaklarının kızardığını görmüştüm. Yine ben, yine Jung Daehyun'luğumu yapıp işi batırmıştım.

Birkaç dakika ses çıkmadığında dudaklarımı ısırdım ve kafamda aptalca romantik cümleler kurmaya çalıştım.

"Mi Sook-ah... Uyudun mu?"

Edebiyat yapıp şair olmaya gerek yoktu. 2 kelime herşeyi açıklamaya zaten yetiyordu. Ses gelmediği halde konuşmaya devam ettim.

"Seni seviyorum."

Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
No comments yet