3. Bölüm

SAVAŞÇI (TÜRKÇE)

Soğuk suyun çıplak vücuduma temasıyla irkilerek rüyasız, derin uykumdan uyandım. Gözlerimi açar açmaz sarı bir ışıkla karşılaştım. Bunun Youngjae oluğunu anlamam uzun sürmedi.

"Yah, sen buraya nasıl girdin!?" bir yandan örtüyü üzerime çekerken diğer yandan tuhaf hareketler yapıyordum.

Youngjae sağ eliyle yüzünü aşağı çekti (açıklayamadım ama facepalm yapıyor adfgsdhj) ve elindeki boş kabı yatağın yanındaki komidine bıraktı.

"Kalksan iyi olur 1 saat sonra ders başlıyor. Seni uyandırmak deveye hendek atlatmaktan zor!"

Ben doğru dürüst ayılamadan kapıdan çıkıp gitmişti.

Derin nefesler alarak kendimi kalkmaya zorladım.

Dolabımı açarak giyecek birşeyler bulmaya çalıştım. Kıyafetlerin tamamı iyiydi. Burdakiler düşünülenlerin aksine beyaz değil, gündelik ve iyi kıyafetler giyiyorlardı. Asıl amacı bilmesem ve üssün içini görmesem onlara gangster bile diyebilirdim.

Oldukça esnek dar paça bir pantolon ve gri detaylı siyah bir ceket giydikten sonra kapıdan çıktım. Nereye gittiğimi bilmiyordum, sadece bulmayı umuyordum. Hatırladığım kadarıyla Eğitim-1 bu kattaydı, oraya gidersem yolumu bulabilirdim.

Beyaz koridorda ilerlerken geniş bir açıklığın yanına geldim. Bir salon büyüklüğündeydi. Büyük bir televizyon geniş beyaz koltuklar ve ortada bir masa vardı. Junhong ve kim olduğunu bilmediğim bir çocuk yemek yiyor bir yandan haber tarzı birşeyler izliyorlardı. Masadaki yemekleri gördüğümde kaç gündür yemek yemediğimi hatırladım üstelik dersin başlamasına daha vardı. Ben önlerinde dikilmiş onlara bakarken kim olduğunu bilmediğim çocuk bana seslendi.

"Hey sen Daehyun olmalısın. Ben Jongup. Neden oturup birşeyler yemiyorsun? Daha sonra beraber derse gidebiliriz." Üzerinde kalın birşeyler yoktu, bu yüzden yeşil ışığını görebiliyordum.

Hızla başımı sallayıp yanlarına oturdum. Junhong bana bir çift çubuk uzatırken Jongup kanalları değiştirmeye başladı.

Ahh yemek yemek... 9 gündür nasıl yemek yemeden durduğumu bilmiyordum. Hayvan gibi yemeye başlamış olmalıyım ki Junhong bana kocaman gözlerle bakıyordu.

"Çok acıkmış olmalısın hyung..." yavaşça gözlerini kaçırıp televizyona odaklandı.

Kanallar değişmeye devam ederken gözüme birşey takıldı.

"Jongup, geri gider misin?" Hiçbir şey kaçırmamak için gözlerimi kısıp televizyona bakıyordum. Haber başlığını görmemle elimdeki çubukların yerle buluşması bir oldu.

"Ünlü Çinli oyuncu Xiao Mei intihar etti."

Başımın döndüğünü hissediyordum. Bu esnada spikerin dediklerini dinlemeye çalıştım.

"Geçtiğimiz hafta hepimizi üzen uçak kazasında ünlü oyuncunun Güney Koreli sevgilisi Jung Daehyun'u da kaybettiğimiz bilgisine ulaştık. Yakınları intihar sebebinin bu olduğundan şüpheleniyor."

Ekranda Xiao Mei ile bir resmimiz gözükürken gözlerimden yaşların akmasına izin verdim. Junhong ve Jongup yanımda şaşkın bir şekilde hazır ol konumunda bekliyorlardı. Ben yalnızca oturuyordum. Duyamıyordum ya da göremiyordum...

Birkaç dakika bu pozisyonda kaldıktan sonra hızla gözyaşlarımı sildim. Ölmeliydim. O uçak kazasında gerçekten ölmeliydim. Ama yaşıyordum işte... Bu yüzden güçlü olmalıydım. Aynı hızda ayağa kalktım ve Eğitim-1 odasına yürümeye başladım. Arkamdan Jongup ve Junhong'un bağırdığını duyabiliyordum. Sonunda Junhong yanıma yetişti, hayır ışınlandı. Ne söylediği umrumda değildi. Dinlemiyordum.

Kapıya ulaştığımda kendimi içeri atmaya çalıştım fakat lanet şifreyi bilmiyordum. Gözlerimin tekrar buğulanmaya başladığını farkettim. Bu esnada Jongup şifreyi girdi ve ben de kendimi içeri atabildim.

Ne düşünüyordum bilmiyorum. Yalnızca dikkatimi dağıtmam gerekiyordu. Hırsımı çıkarmam...

"Ona ne oldu böyle!?"

"Sanırım sevgilisi intihar etmiş."

"Ahhh... Kendine gel Jung Daehyun!!!" Youngjae beni sarsıyordu.

Boş bakışlarımı onun üzerine sabitledim.

"Senin suçun..." fısıldamıştım. Birden sesimi yükselterek onu ittim "Hepsi senin suçun! Beni buraya getirmeseydin belki de kurtulurdum! Ölsem bile o boş yere ölmüş olmayacaktı!!" Titremeye başladım. İlerlerken onu duvara sıkıştırmıştım. Yüzüne doğru son kez bağırdım "Ölmeyi asıl hakeden sensin!!"

Sözlerimi bitirmemle kendimi yerde bulmam bir oldu. Yere çok sert çarpmamama rağmen omuriliğim trilyonlarca parçaya ayrılmış gibi hissediyordum. Kalkmaya çalıştım ama beni saran güçlü kollar bir milim bile oynamama izin vermiyordu.

"Güçlü olmalısın Daehyun. Buradaki herkesin sevdikleri gözleri önünde öldü..." Yongguk derin ama rahatlatıcı sesiyle konuşuyordu. Son kelimeleri çok kısık sesle söylemişti.

Kendimi ve gözyaşlarımı serbest bıraktım. Derin nefesler alarak rahatlamaya çalışıyordum.

"Bugünlük dinlen. Eğitime yarın başlarsın..." dedi kollarımı serbest bırakırken. Haklıydı, hiçbirşey yapamayacak durumdaydım. Üstüne bir de haksız yere Youngjae'yi suçlamıştım. Yere oturdum ve dizlerimi kendime çekip kollarımı dolayarak başımı yasladım.

Yanıma birisinin oturduğunu hissettim. "Hyung.. Hadi odana gidelim." Junhong'un sesi de titriyordu. Onu ikiletmeden ayağa kalktım ve beni odama yönlendirmesine izin verdim. Odaya ne zaman vardığımızı, kapıyı ne zaman açtığını ya da ne zaman içeri girip oturduğumu bilmiyordum.

Junhong yanımdaki yerini alırken konuşmaya başladı. "Yalnız hissediyorsun değil mi hyung?"

Cevap olarak yavaşça başımı salladım.

"Ben... Benim hiç gerçek ailem olmadı. Sevdiğim, aşık olduğum birisi de... Yani ben doğduğumdan beri yalnız olmalıyım değil mi?" suratına çarpık bir gülümseme yerleştirdi. "Ama öyle değilim. Biliyor musun, burası benim ailem..."

"Neden bana hyung diyorsun? Benden küçük olduğunu sanmıyorum." söylediği şeylere dikkat kesilmek istemiyordum.

"Ben bu yerin hep küçük bebeği oldum. Hala da öyleyim. Ayrıca yaşlanmadığım için biyolojik ve görüntü olarak da senden küçüğüm, 18 yaşındayım ben..." Ses tonu gergindi, onu dinlemediğim için bana kızmıştı.

"Anlşılan senin için sevgi koca bir bebek olmaktan ibaret." ağlamaktan şişmiş olan kırmızı gözlerimin onun üzerine diktim. Gerçekten de annesi tarafından azarlanmış bir bebek gibi bakıyordu. Aynı gün içinde ikinci bir kişiyi yok yere kırmayı kabullenememle kolumu onun omzuna atıp başını bana yaslamasını sağladım.

"Hyung... Canımı acıtıyorsun." Özür dileyerek onu serbest bıraktım.

"Onun için güçlü olacağım Junhong." dedim oldukça kısık bir sesle.

Hafifçe gülümsedi "Buna inanıyorum. Hepimizden daha güçlüsün hyung, her açıdan."

Biraz olsun rahatlamıştım. Xiao Mei'in huzur bulacağına emindim. Onun için güçlü olacaktım.

Ama hala Youngjae için vicdan azabı çekiyordum.

Junhong aklımdan geçenleri okumuş gibi "Youngjae hyung için endişelenme. Senin iyi olmadığının farkında. Affedecektir." dedi. "Eğer kendini iyi hissediyorsan odasını gösterebilirim."

Kendimi geriye doğru yatağa bıraktım. "Hayır Junhong, yalnız kalıp toparlanmam gerek."

"Peki. Bir şeye ihtiyacın olursa haber ver." Junhong hızla ayağa kalktı ve kapıya ışınlanarak ulaştığında bana el sallayıp gitti.

Boş düşüncelerle beyaz tavana bakıyordum. Beynimi tamamen boşalttığımda uykuya yenik düştüm.

--------

Odanın kapısının açılmasıyla uyandım. Etraf karanlıktı. İçeri gelen kişinin ışığı açmasıyla gözlerim kamaştı.

"Uyandırdıysam özür dilerim." Youngjae kısık sesle konuşmuştu.

"Özür dilemesi gereken kişi benim.." sesim yeni uyandığım için çatallı çıkmıştı. Hala gözlerim kısık bakıyordum. Yatağa oturdu.

"Özüre gerek yok... Hepimizin alışması zaman aldı. Abimi kaybettiğim zaman Yongguk'a bir yumruk geçirmiştim." Buruk bir şekilde güldü. Ben de küçük bir tebessümle ona eşlik ettim.

"Sen de mi kendini yerde buldun?"

Kaşlarını kaldırıp gözlerini kaçırarak başını iki yana salladı. "Ah hayır, kesinlikle hayır... Ben tavana uçmuştum."

Şimdi ikimiz de kahkaha atıyorduk. Bu çocuk başta bana soğuk gelse de, çok sıcak kanlı biriydi. Onunla yakın arkadaş olabilirdim.

Karnımın gurultusu kahkahalarımızı kesti. Gerçekten çok acıkmıştım.

"Acıktın mı?" dedi gözlerini üzerime dikerek.

Hafifçe başımı salladım.

"Ne yemek istersin? Ben ısmarlıyorum." Beni kolumdan çekiştirmeye başladı.

"Dışarıda mı yiyeceğiz?" dedim kocaman gözlerle. Buradan hiç çıkmadıklarını düşünmüştüm. Gerçi çıkmasa beni nasıl bulacaktı ki?

"Buradan hiç çıkmadığımızı mı sanıyorsun? Hadi gidelim..." tekrar çekiştirmeye başladı. Ben de itiraz etmeden ayağa kalktım.

"Pişman olacaksın Youngjae." diyerek güldüm kapıdan çıkarken.

Evet, bana yemek ısmarlamak dünya üzerindeki en büyük pişmanlığı olacaktı.

Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
No comments yet