Yongguk'un Hikayesi

SAVAŞÇI (TÜRKÇE)

*Yongguk'un ağzından*

Gecenin karanlığında önüme bakmadan yalnızca koşuyordum. Küçüklüğümden beri Sarayda Kralı koruyup ona saldırıda bulunan bu tür adamların peşine düşmek için eğitilmiştim. Güçlüydüm, gençtim, çeviktim. 5 kişiyle aynı anda karşılaşabilecek potansiyele sahiptim.

Ormanın içinde ağaçların arasından sızan ay ışığına baktım. Bazen yalnızca güç yeterli olmuyordu. Nereye kaçtıklarını nereye saklandıklarını kestiremiyordum.

Az önce sarayda onları elimden kaçırarak çok büyük bir hata yapmıştım. Kralı zehirlemeye çalıştıkları iddia edilmişti. Ben yine de baş şifacı Junmyeon'un ellerinde onun iyi olacağına emindim.

Yorgun düşmüştüm nefes almakta zorlanıyordum. Yavaşladığım anda omzunda bir acı hissettim. Acıyla yere çöktüğümde omzuma isabet eden şeyin bir ok olduğunu farkettim ve kolumu oynatmaya çalıştım. Her bir hücremi yakıyor ve başımı döndürüyordu. Zehirli olmalıydı.

Kendimi ters istikamete atıp geç olmadan saraya ulaşmaya çalıştım. Fakat bir bayırdan aşağı yuvarlandım. Zehir etkisini göstermeye devam ederken sona geldiğimin farkındaydım.

----------

Gözlerimi araladığımda gördüğüm ilk şey beyaz bir ışıktı. Başıma eğilmiş olan kişinin yüzünü seçebilmek için birkaç kez daha gözlerimi kırpıştırdım.

"Baş şifacı Junmyeon?"

Üzerimdeki örtüyü kenara attım ve omzumdaki yaraya baktım. İyileşmişti. Ayrıca üzerimde bir kıyafet yoktu.

"Yongguk... nasıl hissediyorsun?"

Junmyeon meraklı gözlerle kalbime bakarken nasıl hissettiğimi çözmeye çalıştım. Gücümün ulaşabileceği en doruk noktaya ulaşmış gibi hissediyordum.

Bakışlarımı kaldırdığımda karşıdaki yansımamla karşılaştım. Kalbimin ortasında kırmızı bir ışık vardı. Büyü gibi bir şey miydi bu?

Gözlerime soru soran bir ifade takındım ve Junmyeon'a baktım. Hemen başını güven verici bir şekilde aşağı yukarı salladı. Bana 'Herşey yolunda.' demek istiyor gibiydi.

Sonunda tuttuğum nefesimi verdim ve onun yere oturuşunu izledim.

"Savaşçı, efsanesini biliyorsun..."

Biliyordum. Kendilerini dünya düzenine adamış askerleri anlatan bir hikayeydi bu. Fazla beklemeden devam etti.

"...Savaşçı, bir efsane değil."

Duyduklarımla bakışlarımı tekrar kalbime çevirdim. Baş şifacı Junmyeon ne söylemeye çalışıyordu?

"Kalbinin üzerindeki ışık. Dünyamızda olmayan bir madde. Kanında da bu tür bir madde var. Artık bir Savaşçısın, benim gibi."

Üzerindekileri sıyırıp bana ışığını gösterdiğinde gözlerimi büyüttüm. Işıklar aynı renk değildi. Bir şey ifade ediyor olmalılardı.

"Kırmızı, en çok görülen yetenektir. Dövüş ve güç yeteneği." Junmyeon gülümsedi ve bana birkaç parça kıyafet uzattı.

"Kırmızı bir savaşçı olduğuna memnunum Yongguk."

Başımı iki yana salladım. Tüm bunlar doğru olamazdı, mantıklı değildi.

"Bir dakika, efendim. Bu ne tür bir rüya? Burası nasıl bir ev? Sarayın böyle bir bölümü olduğunu bilmiyordum."

"Sarayda değiliz. Sarayın altındayız." Junmyeon cevaplarken oldukça sakindi ve bu beni şaşırtmıştı.

"Asistanınız nerede?" dedim gözlerimi geniş odada gezdirirken. Bir ailem yoktu. Baş şifacı Junmyeon sarayda konuştuğum nadir kişilerdendi, ve asistanı da...

"O... Jongdae... Onu kaybettik." Tüm bunları söylerken başını eğmişti.

Titrediğimi hissederken elim kalbime gitti. "Ya o da..?"

"Evet o da bir Savaşçıydı."

Kafamda binlerce parçayı birleştirmeye çalıştığımı farketmiş olacaktı ki devam etti.

"Bir Savaşçı yalnızca karşıt maddeyle öldürülebilir..."

O gece, kralın kanında karşıt madde olduğunu, Jongdae'nin onu iyileştirmeye çalışırken öldüğünü, ve ihtiyacım olan bir çok bilgiyi de öğrendim.

Küçüklüğümden beri, bir asker gibi eğitilmiştim. Ve şimdi de bir Savaşçı olacaktım.

Güçlü ve hırslı bir Savaşçı.

Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
No comments yet