14. Bölüm

SAVAŞÇI (TÜRKÇE)

"O lanet olası herifleri geberteceğim!"

Duvarı tekmelediğim anda Himchan beni geri çekti ve kollarımdan tuttu. Derin nefesler alıyordum ve mantıklı düşünemiyordum. Ben, hızlı ve güçlü Savaşçı Jung Daehyun, o adamların Mi Sook'u kaçırmasını engellemek için yetişememiştim.

Dağınık saçlı ve pijamalı Yongguk - şuan hepimiz bu vaziyetteydik - ensesini kaşıdı.

"Geçenlerde elimize Diamond of Panda takımının karşıt madde ile ilgili çalışmaları olduğunu belirten bir bilgi ulaşmıştı."

"Onlar olabilir diyorsun... O halde hemen gidelim!" kendimi zorla Himchan'ın elinden kurtardım fakat bu kez beni Yongguk tuttu.

"Daehyun sakin olur musun? Bu kişisel bir mesele değil..."

Youngjae saçlarını düzelterek toplantı odasına girdi. "Üst birimlere haber verdim. Tayland, Malezya ve Japonya'dan birimler bize yardıma gelecek. Dünya geneli tüm birimlerde kırmızı alarm verildi."

Mi Sook'un kanında karşıt madde barındırdığı için kaçırılması, tüm birimleri kapsayan bir problemdi.

"Öyleyse Youngjae, sen Jinyoung ile birlikte Mi Sook'un yerini ve onu kimin kaçırdığını tespit etmeye çalış. Eminim yardımcı birimler 1 saat içinde burada olur. Siz de kendinizi hazırlayın, yorucu bir gece olacak." Yongguk emir verdiğinde hepimiz başımızla onayladık. Fakat ben diğer birimler gelene kadar sabredebileceğimden emin değildim. Mi Sook bir yerlerdeydi ve birileri ona zarar veriyor olabilirdi.

"Ya Mi Sook'a zarar verirlerse?" Endişeyle sızlandım. Sesimin tonundaki yıkılmışlığı ben bile hissedebiliyordum.

Junhong başını iki yana salladı. "Hala anlamadın mı hyung? Karşıt madde onlar için altından bile değerli. Ona çok iyi bakacaklarına emin olabilirsin..."

Yalnızca başımı sallamakla yetindim. Mantıklı düşünemiyordum. Olayın üzerinden neredeyse 1 saat geçmişti ve elimizde hiçbir şey yoktu.

Yavaşça kendimi yere bıraktım ve sırtımı duvara yasladım. Mi Sook'u asla yalnız bırakmamalıydım.

"Peki karşıt madde'nin bizde olduğunu nereden biliyorlardı?" Jongup'un sorduğu soruyla başımı kaldırdım. Hiçbir fikrim yoktu...

Himchan yanıma otururken "Dışarıda bir şey oldu mu Daehyun?" diye sordu.

Olmamıştı- kaşlarımı çattım. Bu insanlar için karşıt madde bu kadar değerliyse yeryüzünde didik didik arıyor olmalılardı.

O gün Mi Sook'u kurtardığımda, her yer onun kanıyla kaplıydı O gün, ben de yaralanmıştım...

"Yongguk..." kaşlarımı çatıp ona baktığımda dikkat kesildi. "...Onlar, C87X'i tanıyorlar mı?"

"Ne söylemeye çalışıyorsun?" Yongguk'un da kaşları çatıldı.

"Tanıyorlar mı?"

Sorumu tekrarladığımda cevap verdi "Evet."

Cevap bulunmuştu. Mi Sook'u kurtardığım yerde karşıt madde ve yanında bir miktar da C87X bulmuşlardı...

----------

Yardımcı birimler sonunda buraya ulaşmış, Youngjae de Mi Sook'un yerini tespit etmeyi başarmıştı. Yongguk'un tahmin ettiği yerdeydi ve oraya gitmeye hazırdık fakat şu Malezya'dan gelen sarı ışıklı manyak beni deli etmişti. Sarı ışığın en iyi yetenek olduğu hakkında bir şeyler zırvalayıp duruyordu. Bu arada bu aptalların ismi yine berbattı, Diamond of Panda mı? İçinde bulunduğum durumda bile güldürecekler beni...

İliklerime kadar gerginlikle doluydum. Jongup gözlerimden ateş fışkırtmak gibi bir yeteneğimin de olup olamayacağını sorup çünkü şuan onu yaptığımı söyleyerek sözde bir şaka bile yapmıştı.

Yalnızca Mi Sook'u görmek istiyordum. Ona zarar vermek gibi bir amaçları yoktu ama insan sevmediği kişilerin yanında asla iyi olmazdı. Onu hemen bulmalıydım.

Yola çıkmadan önce benim kanımdan herkes için birer tüp hazırladık. Gideceğimiz yer tehlikeliydi ve karşıt maddeleri vardı. Fazlasıyla... Aramızdan kimsenin, Malezya'dan sarı ışıklı çocuk da dahil, karşıt maddeye maruz kalmasını istemiyordum. Zaten panzehirin ben olduğumu öğrendiğinde susmuştu.

"Daehyun sen-"

"Yalnız olcağım." Yongguk'un sözünü kestiğimde gözlerini kırpıştırdı.

"Yalnız olman tehlikeli." Devasa aracı dışarı sürerken arabanın aynasından bana baktı. Güneş doğuyordu.

"Daha önceki tüm görevlerde yalnızdım. Şimdi de yalnız olacağım ve Mi Sook'u bulacağım. Siz onları oyalarken..." Ciddiyetle aynadan ona baktığımda gözlerini devirdi.

"Pekala yalnız ol. Junhong sen Yukio ile, Youngjae ve Kai Mook, Himchan sen Jongup'u ve Haruto'yu al ve ben de sen sarılı çocuk, hey Malezyalı? Evet sen." Yongguk karmaşık bir şekilde ekipleri kurmaya çalışırken kimin kiminle olduğunu aklımda tutmaya çalıştım.

Junhong Japonya'dan gelen kırmızı ışıklı çocuk Yukio ile, Youngjae Tayland'dan gelen kırmızı ışıklı kız ile, Himchan da Jongup ve sarı ışıklı Japon Haruto ile eşleşmişti. Yongguk'a ise acımıştım, Malezya'lı o çocuk tam bir felaketti. Tayland'dan gelen diğer kırmızı çocuk ile kırmızı Malezyalı kız da ekip olmuştu.

Diğer birimler çoğunlukla kırmızı ışıklı Savaşçı göndermişlerdi... Bugün o binada büyük bir karşılaşma gerçekleşecekti.

"Bahse varım şu gerizekalı o kıza aşık." Duyduğum sesle başımı Japonlara çevirdim.

"Japonca biliyorum aptal." Ona sertçe çıkıştığımda Himchan omzumu tuttu. Tamam, kimseyle tartışmacayacaktım, sinirimi kimseden çıkarmayacaktım. Gidip bizzat o adamlardan çıkaracaktım.

Çok geçmeden binaya vardık. Mi Sook'u burada tuttuklarını ümit ediyordum. Diğerleri belirli noktalarda onları oyalarken Mi Sook'u bulacaktım.

Hızla binaya girdim ve koştum. Bu esnada çalan siren sesleri onları bizim varlığımızdan haberdar etmişti. Mi Sook'u aşağı katlarda bir yerlere götürmüş olmalılardı. Bakacak çok fazla kapı vardı ve ben sinirden kudurmuş durumdayken düşünemiyordum. Fazla zaman kaybetmemeliydim.

Önüme çıkan ilk kişiyi bir hışımla duvara sabitledim. "Onu.Nerede.Saklıyorsunuz?"

Acı içinde burnunu kırıştırdı ve sırıttı. "Karşıt maddeden mi bahsediyorsun?"

Kollarını tutan ellerim daha da sıkılaştı. Dişlerimin gıcırdadığını hissediyordum. Gözlerimi kıstım ve onu daha çok ittim. İlk kez gücümü bu kadar kullanabildiğimi farkediyordum."Söyle!"

"Bir Savaşçı'nın, karşıt madde barındıran birine aşık olması çok zavallıca..." Arkamdan gelen sesle ellerimi gevşettim ve az önce duvara sıkıştırdığım çocuk anında yere düştü. Hayır ben Mi Sook'u bulmalıydım bu adamlar için vaktim yoktu.

"-4. KAT SOLDAKİ KORİDOR 5. ODA! ÇABUK DAEHYUN, GİT!!"

Ben daha ne olduğunu anlayamadan Taylandlı kız adamı yere sermiş ve Youngjae gitmemi işaret etmişti. Youngjae aklını kullanıp onun yerini öğrenmiş olmalıydı. 'Teşekkürler Youngjae.'

Kendimi merdivenlere atıp 4 kat birden inmem neredeyse 5 saniyemi almıştı. Soldaki koridora ne zaman girdiğimi hatırlamıyorum bile. 5. kapının önüne birisi vardı. Beklendiği gibi...

Onu yere sermem pek de uzun sürmemişti fakat bir problemim vardı ki kapı kilitliydi ve tekmelememe rağmen yerinden oynamamıştı. Sağlam bir malzemeden yapılmış olmalıydı. Gözlerimi kapattım ve sakinleşmeye çalıştım. Başarabilirdim. Tüm gücümü toparlayabilirdim.

Son kez kendimi hızla kapıya doğru attığımda, kapıyla birlikte yere çakıldım. Omzumun ve sağ bileğimin krıldığına yemin edebilirdim. Zorluykla başımı kaldırdım ve gözlerimi odada gezdirdim. Oda bembeyazdı ve Mi Sook sol köşedeki yatakta yatıyordu. Ayağa kalkıp ona ilerlerken bir şey daha farkettim. Bir duvarda boylu boyunca kan torbaları asılmıştı. Mi Sook'un kanıyla dolu torbalar.

Daha fazla zaman kaybetmeden Mi Sook'un yanına koştum ve kolundaki damar yolunu çıkardım. Dudakları morarmış ve yüzü solmuştu. Onu kucağıma aldığımda zorlukla gözlerini açabildi.

"Daehyun?"

Dudaklarımı onun buz gibi alnına bastırdığımda irkildi. "Kendini yorma lüften..."

Tam kapıdan çıkacakken aklıma gelen düşünceyle arkamı döndüm ve Mi Sook'u nazikçe yere bıraktım. Oturur vaziyetteydi. O başını tutup bana soru soran gözlerle bakarken kenardaki masadan boş bir şırınga aldım ve duvardaki kan torbalarına yöneldim.

"Ne yapıyorsun?" Mi Sook yarı açık gözlerle bana bakarken şırıngayı koluma soktum.

"Silahlarını bozuyorum."

Seri hareketlerle torbaların içine belli miktarda kendi kanımdan enjekte ettikten sonra az da olsa kendine gelmiş olan Mi Sook'u tekrar kucakladığımda ceketimden tutup bana sarıldı.

"Soğuk."

Ceketimle onu sardım ve ona daha sıkı sarıldım. "Birazdan iyi olacaksın."

Bir üst kata çıktığımızda bir takım sesler duydum ve etrafı kolladım. Yanımda Mi Sook varken savunmasızdım bu yüzden derhal Yongguk ve diğerlerini bulup buradan çıkmam gerekiyordu.

"Silahımızı nereye götürdüğünü sanıyorsun?" Bu alaycı kahkaha hiç de hoşuma gitmemişti.

Zarar görmemesi için Mi Sook'u yere bıraktım, neyse ki ayakta durabiliyordu. Kendimi onun önüne siper almıştım. Üzerimde ceketim yoktu.

"Pembe mi?" Adamın 1 dakikalık şaşkınlığından faydalanarak Mi Sook'u dürttüm.

"Kaç ve Yongguk'u bul!"

Mi Sook'un rahatça uzaklaşması için adamın üstüne atladığım sırada etrafımı nereden geldiğini bilmediğim adamlar sarmıştı. Onların Mi Sook'un peşinden gitmelerini engellemeye çalışıyordum.

Pekala, yeteneğimi de ele vermiş olmalıydım. Yeni bir ışık ve tüm yeteneklere hakim bir Savaşçı yeterince açıklayıcıydı.

Doğru zamanı kolladım ve hızla aralarından sıyrıldım. Ne olursa olsun Mi Sook'u fazla yalnız bırakmamalıydım.

Tam ona ulaştığımı düşürken aldığım sıvı darbeyle -ki bunun karşıt madde olduğunu anlamayacak kadar aptal değildim- afalladım. Bunun için su tabancası gibi bir alet kullanmaları ironik bir komediydi. Yine de karşıt madde tam ışığımın üzerindeydi ve canımı yakıyordu ama hemen bu yerden çıkmak istiyordum. Hızla Mi Sook'u kucakladığımda önce şaşırdı fakat sonra rahat bir nefes verdi.

Binaya girdiğimiz yeri hatırlamaya çalıştım. Oraya da bir iki adam dikmediklerini umuyordum. Zaten şuan çektiğim acılar bana yetiyordu.Gözlerim kararıyordu, nereye gittiğimi bilmiyordum. Bana hiç ağır gelmeyen Mi Sook kollarıma baskı uygulamaya başlamıştı.

Sonunda yavaşlayıp dizlerimin üzerine düştüğümde birisi Mi Sook'u benim kollarımdan çekti. Hayır, kim olduğunu göremiyordum ama engel de olamıyordum.

"Daehyun?" Youngjae'nin sesiyle rahatladım ve kendimi serbest bıraktım.

----------

Gözlerimi açıp etrafı bulanık da olsa süzdüğümde büyük aracımızın içindeydik. Kuru olan ağzımı ıslattım ve yutkunmaya çalıştım.

"Mi Sook... Nerde?"

Eğilerek görüş açıma girdi. Endişeli gözüküyordu. "Burdayım..."

Kalbimin üzerindeki acıyla burnumu kırıştırdım. Ben bu karşıt maddeleri bozmamış mıydım?

"Biraz daha panzehir var mı?" dedi Youngjae arkasını dönerek.

Japon çocuk başını iki yana salladı. Zorlukla gözlerimi açıp Youngjae'ye soru soran bakışlar attım.

"Işığının üzerinden darbe almışsın..." Gerginlikle gözlerini kaçırdı.

Işığın üzerinden darbe almak tehlikeliydi bu yüzden panzehirim diğer bölgelerdeki kadar etkili değildi. Youngjae bir tür bıçakla kolumu kesti ve kanayan kısmı göğüsüme bastırdı. Bu beni biraz rahatlatsa da tepki verecek gücüm bile kalmamıştı.

Titreyerek ellerimi tutan Mi Sook'a baktım. Başımın onun omzunda olduğunu yeni farketmiştim. Panzehir etkisini normalinden daha yavaş gösteriyordu. Sanırım o adamda biraz bozulmamış karşıt madde vardı.

Ben kesik kesik nefesler alıp gücümü toparlamaya çalışırken Mi Sook ağlamaya başaldı. Kendimi zorla onun omzundan kaldırdım ve acıyla inleyerek arkama yaslandım. Bir yandan sağ kolumu ona dolayıp onu göğüsüme çekmiştim.

"Sana zarar veriyorum Daehyun..." Hıçkırdı ve burnunu çekti.

Kendimi gülümsemeye zorladım "H-hayır bak... İyi olacağım."

Başını kaldırdı ve gözlerini sildi. "Nasıl hissediyorsun?"

"Daha iyiyim." Doğruydu, daha iyiydim. Onu biraz daha kendime çektim.

Nefeslerimiz birbirine değerken gözlerimiz de birbirini deliyordu.

"Seni seviyorum." Bunlar dudaklarımı onunkilerin üstüne kapatmadan önce söylediğim son sözlerdi.

Dudaklarımdan yayılan bir ısı dalgasının tüm vücudumu kavurduğunu hissediyordum. Bu kez ileri gitmiştim ve bu iyi hissettiriyordu. Daha canlı hissettiriyordu...

Mi Sook'un dudaklarını dudaklarımda hissetmek göğüsümdeki acıyı yavaş yavaş uzaklaştırıyordu.

Dudaklarımı araladığımda bana karşılık vermesi hoşuma gitmişti- Yongguk'un sesiyle birbirimizden ayrıldık.

"Öhöm. Üsse vardığımızda...."

Ona bakmadım. Gözlerimi Mi Sook'tan ayıramıyordum. Yanakları kızarmıştı ve gözümün içine bakmaktan çekiniyordu. Sonunda bakışlarını yakaladığımda öylece kaldı ve daha çok kızardı.

Gülümsedim. Fazla masum görünüyordu.

Hafifçe boğazını temizledi.

"Seni seviyorum Daehyun."

Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
No comments yet