12. Bölüm

SAVAŞÇI (TÜRKÇE)

"Seni seviyorum."

Kalp atışlarım sözümü dinlemeyip daha da hızlanırken nefesimi tuttum. Uzun süre cevap gelmeyince yavaşça eğilip yüzüne baktım. Bu kız nasıl bu kadar çabuk uyuyabiliyordu?

Yüzündeki masumiyet içimi eritiyordu.

Sabah ona güvenliği için burada bizimle kalması gerektiğini söylediğimde hiç itiraz etmemişti. Özlediği bir şeyler yok gibiydi. Burada rahat gibi... Bize öylece güvenmesi beni şaşırtsa da benim de ilk başlarda tepkimin çok ağır olmadığını biliyordum. En azından ortalıkta 'imdat' diye dolanmamıştım... Mi Sook da bu olanları benim gibi soğuk kanlı karşılamıştı.

Mi Sook... Yanında bulunduğum süre arttıkça beni kendine daha çok bağımlı hale getiriyordu.

Kapının açılmasıyla Mi Sook'un yüzüne bakarak giriş yaptığım hayal dünyasından geri döndüm.

"Oh, hyung... B-ben..."

Junhong gözlerini kaçırmaya çalışırken ona gel işareti yapıp gülümsedim. Ama o, hala kapının önündeki görünmez duvarı yıkamamıştı.

Kaşlarımı çatarak fısıldadım."Neyin var Junhong? Buraya gel..."

"Hyung ben..." Kaşlarımı daha çok çatıp ikna edici bir bakış takındığında Junhong yavaş adımlarla yanıma yaklaştı.

Junhong çekinerek fısıldadı. "İkinizin kanına ihtiyacım var. Yongguk hyung akşam olana kadar ikisi arasındaki etkileşimi inceleyebileceğimi söyledi."

Yavaşça başımı salladım ve gözlerimi uyuyan Mi Sook'a çevirdim. Bu esnada Junhong tekrar konuştu.

"Hyung, siz..."

Hemen işaret parmağımı dudaklarıma götürüp gözlerimi genişlettim "Shhh!" Aynı zamanda kızardığıma emindim. Junhong kaşlarını kaldırıp beni onaylarken yavaşça Mi Sook'un omzuma dokundum.

"Mi Sook-ah.. Uyan..."

----------

"Yani benim kanım bir çeşit zehir, seninkiyse panzehir öyle mi?"

Mi Sook gözlerini genişletip bana baktı. Endişeli görünüyordu. Ona bunu defalarca söylememe rağmen aynı tepkiyi veriyordu.

"Evet öyle. Ama yalnızca bizim türümüz için."

Mi Sook anladığını belirterek tezgaha yaklaştı. Junhong az önce bizden aldığı kanları bir çeşit kaplara boşaltıyordu.

"Kan gruplarınız aynı olduğu için daha kolay olacak. Hyung bu seninki, ve bu da Mi Sook'un..." dedi Junhong kapları önümüze iterken. Mi Sook'un kanının bulunduğu kaba korkak hareketlerle dokunuyordu.

"Ben yaparım Junhong." onu kenara itekledim, tırstığını farketmiştim.

Junhong yan taraftan mikroskop benzeri tuhaf şeyi getirirken kendi kanımın bulunduğu kabı diğerine boşaltmaya başladım. Karşıt madde tuhaf bir şekilde kabın kenarlarına yayılmıştı.

"Hyung, bununla bak."

"Gerek yok Junhong."

"Ah, doğru. Unutmuşum..."

Oluşan tüm katmanları zaten görebiliyordum. Gerçekten tuhaf bir şekil almıştı. En sonunda başta kenarlarda birikmiş olan karşıt madde ortaya çekilirken, kırmızı sıvılar katılaşmaya ve renk değiştirmeye başladı.

"Ne oluyor?" Mi Sook dehşetle Junhong ve bana baktı.

"Bilmiyorum..." Junhong analiz için kaba bazı aletler soktu. "Hala karşıt madde olarak gösteriyor."

"Junhong, deneyelim." Kararlılıkla konuştuğumda Junhong gözlerini kocaman açtı. Ne söylemeye çalıştığımı anlamış olmalıydı.

"O-olmaz, hyung riske atamayız!"

Fazlasıyla denemek istiyordum. Karşıt madde özelliklerini yitirmiş mi görmek istiyordum.

"Panzehirin kendisi benim zaten."

Kararlılıkla katılaşmış maddeye dokunduğumda Junhong bağırdı.

"Hyung!?"

"Daehyun!!" Mi Sook'u da korkutmuştu. Ama bir şey olduğu yoktu işte.

Ben elime aldığım güçsüz katıyı ufalarken Junhong korkak gözlerle bana bakıyordu. Eline çoktan bir neşter kapmıştı bile.

Zehirden ya da karşıt maddeden etkilenmediğime emindim. Karşıt madde, benim kanımla temas ettiğinde etkisini yitirmişti. Tam da tahmin ettiğim gibi...

"Junhong, karşıt madde zehir özelliğini kaybetti."

Junhong'un bakışları biraz yumuşamıştı. "Hiçbir acı hissetmiyor musun? Bir dakika ama ya geçen sefer 1 saat sonra etki etmiş olması? Ya sana zarar verirse hyung?" Yine fişek gibi konuşuyordu.

"Ama o zaman canım yanmıştı Junhong..."

Mi Sook bizim tuhaf tartışmamızı izlerken derin nefesler alıyordu. "Geçen seferden kastınız ne? Daehyun ne oluyor?"

"Daehyun hyung seni kurtardığı gün karşıt maddeden etkilendi." Junhong tüm bunları hızla söylerken ona öldürücü bakışlar atmıştım. Bunca zamandır Mi Sook'a, onun bana zarar veremeyeceğini söyledikten sonra...

"Sana zarar veremeyeceğimi söylemiştin.." Mi Sook'un gözlerinin dolduğunu görebiliyordum.

"Bana zarar vermiyorsun." dedim ona yaklaşıp sakinleştirmek için sarılırken, o da başını göğüsüme gömmüştü.

"Söz ver."

"Söz veririm."

----------

"Daehyun, yine ışığını gizli tutacaksın. Henüz senden haberleri olsun istemiyorum."

"Anladım." Devasa yeraltı binasının içine girerken Yongguk'un sözlerini onayladım.

Tek bir görevim vardı. Gir, numune ve bilgileri kaçır.

Binanın içinde, tüm duvarların arasında bir boşluk sistemi vardı. Seslerin kafa karıştırmasını amaçlıyordu. Jongup ile iletişimimi zorlayacaktı.

Hızla Yongguk'un bana gösterdiği koridorları geçtim. Gidiş kolaydı, pekala. Ama dönüşte ne halt yiyeceğimi bilmiyordum.

Hedeflediğim odaya ulaştığımda birkaç kişinin orada olduğunu farkettim. Hepsi benim yaşımda gibiydi.

"Bu da kim!?"

Saklanmak için geç kalmıştım. Hepsi birden üzerime yürürken mantıklı düşünmem gerekiyordu.

Derken hızla bir çocuk yanımıza geldi ve nefes nefese konuştu.

"Savaşçılar... Burada."

Hepsinin dikkati tekrar üzerime toplandığında bakışları hemen ışığımı görüp bir sonraki hareketimi tahmin edebilmek adına kalbimin üzerine sabitlenmişti.

"Ne bakıyorsunuz yakalayın onu!"

Öne atıldım ve onlardan önce atağa geçtim. Kırmızı ışıklı bir savaşçı gibi davranıyor, kendimi ele vermemek için fazla hızlı hareket etmiyordum. Buna rağmen tamamını yere sermem için birkaç dakika yetmişti. Yenilerinin gelmesine fırsat bırakmadan odaya girdim. Duvarlar ve eşyalar, hepsi simsiyahtı... Bir tür kimyasal labaratuvarın terkedilmiş hali gibiydi.

Fazla kurcalamaya gerek kalmadan gerekli bilgiyi bulmam şaşırtıcıydı. Ama yine de zaman kaybetmeden diğerleriyle buluşmalıydım.

Çoktan içeri sızdığımızı belirten alarm verilmiş olan binada deli gibi koşarken seslenmeye başladım.

"Jongup! Jongup, beni duyuyor musun?" (Perihan teyzeeeee çocukluğumun rezilliği asagsgd)

"Daehyun, tam olarak nerde olduğunu biliyor musun?"

Bilmiyordum. "Aishh, bilmiyorum."

"Sesimi takip etmeye çalışsan? Çıkışa yaklaşıyoruz... Burası biraz karıştı." (Sesime gel sesime tamam tamam sustum ben.)

Derken Yongguk bağırmaya başladı. "Hemen burdan çıkmalıyız Daehyun! Bilgiyi aldın mı?"

"Evet aldım."

"Almış." Jongup sözlerimi onlara ilettiğinde seslerini daha net duyabiliyordum. Bu da onlara yaklaştığım anlamına gelirdi.

Arkamda beni takip etmeye çalışan biri olduğunu farkettim ve daha da hızlandım. Dışardan bakan biri için düz siyah bir çizgi gibi göründüğüme emindim.

"Daehyun buraya!" Himchan'ın sesiyle dönüşü kaçırdığımı anladığımda hemen geri döndüm.

"Gidelim!" dedi Yongguk ben onların yanına ulaştığımda.

----------

"Geçen seferkinden daha kolaydı." Derin bir nefes alıp kendimi Yongguk'un arabasının arka koltuğuna attım.

"Bir de bize sor..." Ön koltukta oturan Himchan hala boncuk boncuk terliyor ve derin nefesler alıyordu.

"Jongup, Youngjae'yi arayıp durumlarını öğren." Yongguk birden gazı kökledi ve Jongup telefonunu çıkardı.

Birkaç kez çaldıktan sonra telefon açıldı. Konuşmayı rahatlıkla duyuyordum.

"Efendim Jongup."

"Durumu öğrenmek istemiştik..."

"Halletmemiz gereken birkaç yer kaldı ve sonra dönüyoruz."

"Pekala devam edin." Yongguk telefona seslendi ve Jongup'a telefonu kapatmasını işaret etti.

Önümüzdeki onlarca hatta belki yüzlerce yıl bu şekilde geçecekti, tıpkı Himchan ve Yongguk gibi... Eski hayatımı özlüyor muydum peki? Hayır, artık değil. Artık burayı ve bu işi tahmin edebileceğimden daha çok seviyordum.

Üsse vardığımızda hiç oyalanmadan Mi Sook'un odasına gittim. Şifreyi girip kapıyı açtım ve içeri girdim. Ama yatak boştu. Endişeyle gözlerimi odada gezdirirken kapıyı arkamdan kapattım. Onu masada koluna yaslanmış bir biçimde uyurken gördüğümde yüzümde oluşan tebessüme engel olamamıştım.

Onu kaldırmak için yanına yaklaştığımda çizdiği resmi gördüm ve bir an için aynaya baktığımı sandım. Evet, beni çizmişti. Beni... Ve acemi olduğunu söylediğine inanamıyordum. Bu çizim bir sanatçının elinden çıkmışçasına güzeldi! (sanatçı olmasam da bu bölüme özel sizin için bir Daehyun çizmeyi planlıyordum ama vakit bulamadım ne yazık ki T.T başka zamana artık^^)

Onun küçük kırılgan bedenini kucağıma alırken mırıldanıp bir kedi gibi yüzünü göğüsüme sürttü. "Dae...Hyun..."

Duyduklarımla tekrar gülümseyip onu yatağına taşıdım ve üzerini örttüm. Alnına küçük, kaçamak bir öpücük kondurup kondurmamak arasında kararsız kalmıştım. Yorgun bedenimi yatağın boş tarafına bırakıp örtünün altına girdiğimde Mi Sook'un bana dönmüş yüzündeki saçları kulağının arkasına attım ve yanağıyla gözünün arasında bir yere hafif bir öpücük bıraktım.

Şimdi huzurla uyumak için hazırdım... Hazırdık...

Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
No comments yet