the coffee incident

without you to hold i'd be freezing

Yazar: MyChogiway

Çeviri: SeKaism

 

"Chanyeol, canım, çoktan yirmi üç yaşına girdin bile. Evliliği düşünmeye başlaman gerekmiyor mu sence de?” Chanyeol derin bir iç çekse de on beş dakika önce garsonun önüne koyduğu yemek dolu tabaktan başını kaldırmadı. Bu konuşmanın geleceğini görmüştü ve annesinin evlilik konusuna ucundan dokunması bile şaşırtmamıştı fakat yine bu konudan bahsetmek çok yorucuydu. Huzurlu bir akşam yemeği dilemek çok mu fazlaydı?

Annesi dün en sevdiği ve tek oğluyla akşam yemeği yemek gibi harika bir fikirle geldiğinde annesinin onun evlenme yaşının geldiği ya da hiç değilse bir haftadan fazla süren bir ilişkiye başlamasının hakkında konuşmaya çalışacağını Chanyeol zaten biliyordu. Chanyeol diğer gün annesinin teklifini nazikçe reddetmeli, işle meşgul olduğunu ya da başka bir yalanı söyleyip aşk hayatı hakkındaki anlamsız bir diğer muhabbetten kurtulabilirdi ama sorun şuydu ki Chanyeol annesini tüm kalbiyle seviyordu ve teklifini geri çevirmek onu sonrasında sadece suçlu hissettirirdi o yüzden kabul etmişti işte. Ancak, o an kendisine karşı dürüst olacak olursa, Chanyeol saçma evlilik muhabbetini tekrar tekrar dinlemektense kötü bir evlat gibi hissetmek daha iyi bir seçenek olmaz mıydı bilmiyordu.

“Şuan bundan konuşmasak olur mu lütfen?” diye sordu Chanyeol, ses tonundaki umutsuzluğun bu konuda gerçekten konuşmak istemediğini annesinin anlamasına yetecek kadar net olmasını umdu. Hep böyle oluyordu – Chanyeol gününün normalden daha az korkunç olduğunu düşündüğünde ‘evlilik’ konusu bir şekilde önüne çıkıyor ve Chanyeol’ün günlük üzüntü dozunu da beraberinde getiriyordu. Galiba buna alışmaya başlamalıydı.

“Ne zaman konuşmak istiyorsun peki?” Annesi sorusunu kendi sorusuyla yanıtladı, Chanyeol’ün sessizce ‘Bana kalırsa hiç’ diye fısıldamasını duyduğunda kaşlarını çattı. Chanyeol onun bu suratını ve elindeki çubukları daha sıkı sıktığını görünce bir kez daha iç çekti. Şimdiye kadar çubukları sadece iştahı olmadan yemeğiyle oynamak için kullanmıştı fakat şimdi onları bırakması dikkatini dağıtacak başka bir şey kalmaması anlamına geliyordu.

“Oğlum, neden beni dinlemiyorsun? Biraz olsun aklını başına getirmeye çalışıyorum. Birini bulmanın, kendi aileni kurmanın zamanı geldi.” Chanyeol onun dışarı çıkıp özel birisini bulması için umutsuz girişimine sadece homurdandı. Doğrusu çok gülünç geliyordu. Annesi Chanyeol’ün ilgisiz ifadesini fark etmiş olmalıydı çünkü konuşmasına hızla devam etmişti. “Ciddiyim, Chanyeol. Artık küçük çocuk değilsin, yetişkin olman gerekirken en azından onun gibi davranmaya başlamalısın. Tek yaptığın şey etrafta aylak aylak dolaşman ve ailemizin adını karalaman. Bıkmadın mı bundan? Artık durulman gerektiğini düşünmüyor musun?”

Oh, hayır düşünmüyordu. Chanyeol artık bir ergen olmasa da hala gençti. Annesi durmadan Chanyeol’ün bir yetişkin gibi davranmaya başlamasını söyleyip dursa da bu tam olarak ne demekti ki? Bir yetişkin olmak, sırf ondan bekleniyor diye dünyayı resmen keşfetmeyi bırakıp yanında bir eşinin ve evin içinde koşan çocukların olduğu tipik bir hayata maruz kalmak anlamına mı geliyordu?

Chanyeol hayatını gerçekten seviyordu. Güney Kore’deki en güçlü ve en zengin ailelerinden birisinin tek çocuğuydu ve bu sıkıcı, sakin bir hayatı yaşayıp durulmadan önce her şeyi keşfetmesi için ona tonlarca olanak sağlıyordu.

Çocukluğu harikaydı çünkü tek bir parmağını şakırdatmasıyla istediği hep almıştı.

Ergenlik dönemi de iyiydi ve onu korkunç derecede yakışıklı yapmıştı, Chanyeol buna oldukça minnettardı çünkü çocukken görünüşünden nefret ediyordu – en nefret ettiği şey tombul yanakları, kötü görüşü yüzünden onda tamamen iğrenç duran kalın, çirkin gözlükleri takmak ve fazla ilgi çeken koca, aptal kulaklarıydı. Şimdi, birkaç yıl önce geçirdiği lazer ameliyatı sayesinde korkunç gözlüğü gitmişti, artık yanakları o kadar tombul değildi ve biraz kalanlar ise onu tatlı gösteriyordu – geçmişte ona öyle diyorlardı –ve kulakları hala aynı olsa da artık umursamıyordu.

Oldukça zekiydi ve lise ile üniversiteyi çok sorun yaşamadan bitirmişti. Yılın en iyi beş öğrencilerinden biriydi hatta, ondan beklenildiği gibi. İyi aklının yanı sıra, yaşıtları arasında çok popülerdi ve Park Chanyeol’ün davet edilmediği ya da katılmadığı bir parti yoktu. Okul hayatı ders çalışmakla, seks yapmakla ve içmekle geçmişti ama Chanyeol’ün çok sevdiği anısı da fazlaydı. Bir sürü arkadaş edinmişti ve bazıları çoktan unutulsa da bazıları yıllarca sürmüştü ve başlangıçtaki kadar güçlüydü. Bu güçlü bağlardan birisi de Jongdae ile olan arkadaşlığıydı, ailesi Park ailesinin iş ortağıydı o yüzden birbirlerini işte her gün görüyorlardı.

Sosyal hayatı üniversiteden sonra bile harikaydı. Arkadaşları genelde birlikte içer, kulübün etrafına bakıp geceyi geçirmek için birini bulmaya çalışırken eğlenirlerdi. Öyle gecelerde Chanyeol aile şirketinde aralıksız çalıştıktan sonra kendisine biraz yaşaması için izin verirdi ve o geceler aynı zamanda annesinin ‘Park Chanyeol yine formunda’ yazılı başlıklarla habere çıkmaktansa da birisini bulması hakkında başının etini yemesinin de sebepleriydi.

Uzun lafın kısası, Park Chanyeol genç, zengin, güçlü, iyi-görünen, zeki biriydi ve birçok arkadaşı vardı. Böyle hayatın neresi sevilmezdi?

Oh, evet, tabi. Sorumsuzca davranıp ailesinin adını gölgelemektense iyi bir şekilde parlatmanın sorumlulukları, annesi sürekli bu konuyu açtığına göre.

“Diğerleri hakkımızda ne düşünür? Haberlerde kötüleyen bir başlık yerine parmağında yüzük olsa sana daha saygılı davranmazlar mı sence?” diye sordu ve Chanyeol’ün tepkisini bekledi. Chanyeol, oğlunun, cevabının öncekiyle, en az iki yıl daha, aynı olacakken neden hala gözlerinde umutla beklediğini anlamıyordu.

Ve üstelik annesinin bahsettiği ünlüler hakkındaki haberlerin çoğu ünlülerin yaşamlarını konuşarak geçirmek isteyen ergen kızları ve ellerinde birçok vakti olan insanları hedefliyordu. Annesinin o haberleri ciddiye aldığını hiç düşünmemişti. Ve doğrusu Chanyeol gerçek ünlü bile değildi, o yüzden adı neden o haberlere çıkıyordu ki?

“Durulmaya hazır değilim. Bu büyük bir adım ve atmaya hazır değilim.” Dedi Chanyeol sessizce ama sesinde kesinlik vardı. Fikrini kısa bir gelecekte değiştirmeyecekti, bu net olmalıydı. “Ve daha sevdiğim biriyle tanışmadım bile.”

“Seni tanımak isteyen, güçlü bir adı taşıyan bir sürü kız var, sen onlarla tanışmak istemiyorsun. Aşk her köşenin arkasında saklanıyor, sen bakmıyorsun.” Yemeğine dönmeden önce Chanyeol’e gülümsedi ve küçük ve güzel eliyle onun elini okşadı. Chanyeol kalan iştahını da kaybetmişti o yüzden yemeğiyle oynamaya geri döndü.

Karanlık bir sokak arasında bir erkeği öptüğü fotoğraf bir şekilde sızıp internet sitesinde yolunu bulduğu zaman birkaç yıl önce ailesine biseksüel olduğunu söylemişti. Annesi kabul etmişti fakat babası… Pekâlâ, o etmemişti. O kadar yıldan sonra annesi Chanyeol’ün eve kimi getirdiğine dair yorum yapmıyordu ve pek de masum olmayan bir şekilde bedenlerini birbirlerine bastırdığı başka bir çocukla oğlunun fotoğrafı çıkınca babası Chanyeol’ü birkaç saat görmezden geliyordu, ama sadece bu kadardı. Oğlanlarla zaman harcamasında sorunları yoktu çünkü öyleydi işte, sadece zaman harcamaktı ama konu gelecekten ve uzun süreli ilişkiler olunca annesi hep Chanyeol’ün hayatı boyunca ona eşlik edecek erkek bir eş bulma seçeneğini es geçiyordu. Onun için tek olanak bir eş bulup Park ailesinin şirketini devralacak bir çocuğa sahip olmaktı. Gerçi kadın ya da erkek olması fark etmiyordu, Chanyeol geri kalan yıllarını beraber geçirmek istediği birisini bulamıyordu.

 

Aşk her köşenin arkasında saklanıyormuş, götüm. Chanyeol düşündü. O zaman ben daireler içinde yürüyor olmalıyım.

 

--

 

Baekhyun alarmı için kurduğu can sıkan zil sesiyle uyandırılmıştı ve ilk sesini duyduğu an yüksek sesle homurdanmıştı. Birkaç saniye görmezden gelmek için elinden geleni yapmaya çalıştı, odanın diğer tarafından, gardırobunun yanındaki ahşap masada duran telefonundan, gelen korkunç melodiyi engellemek için sıcak yorganı kafasına çekti. İşe yaramadı ve kulakları on saniye sonra kanamaya başlayınca Baekhyun pastel yeşili yorgana sarılı yatağından kalktı.  Adımları küçük ve sakardı ve Baekhyun yorganın ona sağladığı sıcaklıktan henüz vazgeçmeyi reddetmişti, baştan ayağa sarılı olmadan hareket etmek daha kolay bir görev olsa da. Masanın önünde durdu ve yarı kapalı, hala uykulu gözlerindeki nefretle telefonuna dik dik baktı ve parmağıyla biraz kaydırıp alarmı durdurmak için eğildi.

Ah Tanrım, Baekhyun Çarşamba sabahlarına uyanmaktan nefret ediyordu. Onun için haftanın en yoğun günüydü çünkü gece kulübündeki ilk işine gece vardiyası, restorandaki ikinci işinde sabah vardiyası vardı. Yaklaşık üç saat kadar uyuyordu, ki bu güne hazır olmasına ve dinlenmiş hissetmesine yetmiyordu.

Baekhyun saate baktı ve ağır ağır iç çekti. O kadar yorgundu ki istese ayakta dikilirken uyuyakalabilirdi ama Baekhyun bunun bir seçenek olmadığını biliyordu. Hazırlanması ve elli dakika içinde çalıştığı restoranda olması gerekiyordu yoksa patronu zamanında gelmediği için ona kızacaktı. Doğrusu Baekhyun ne kadar yorgun ya da uykulu olsun – hiç geç kalmıyordu,  hep zamanında geliyordu. Vardiyası Çarşamba günleri sabah yedide başlıyordu ama Baekhyun on dakika erken gelmek zorundaydı çünkü – patronunun dediğine göre – erken gelmek tam zamanıyken zamanında gelmek geç kalmaktı.

Uykulu gözlerini ovarken Baekhyun yorganı yatağa attı, yatağını toplamakla uğraşmadı. Sonuçta tek başına yaşıyordu ve onu ziyaret eden arkadaşlarının aklında olan en son şey Baekhyun’un yatağının düzenli olup olmamasıydı o yüzden umursamadı.

Küçük banyoya yürüdü ve aynada kendine baktı, gördüğüyle biraz korkmuştu. Gözlerinin altındaki koyu halkalar kocamandı çünkü geçen birkaç gündür normalden daha fazla vardiya yapıyordu. O an kulüpteki iş arkadaşlarından biri hastaydı ve fazladan paraya ihtiyacı olduğu için Baekhyun iş arkadaşının vardiyasının yarısını almayı kabul etmişti ve en yakın arkadaşı Jongin diğer yarısını almıştı. Çok akıllıca bir karar değildi çünkü Baekhyun yorgunluktan öldüğünü hissediyordu ama şimdi bu konuda bir şey yapamazdı.

Baekhyun soğuk suyu açtı ve saçları ıslanmasın diye yüzüne dikkatlice attı. Suyun soğukluğu ile uyanan hislerinden sonra öncesinden daha canlı hissederken eline diş fırçasını aldı ve kalan macununun son demlerini üzerine sıktı. Dişlerini fırçalarken birkaç bina ötede olan marketten bugün diş macunundan başka ne alması gerektiğini düşündü. Genelde işte yediği için Baekhyun’un fazla yemek almasına gerek yoktu ama gece vardiyasından geri döndüğünde, gecenin üçünde tatlı bir şeyler yemek istiyorsa, bugün gibi mesela, birkaç atıştırmalığa ihtiyacı vardı. Birkaç çabuk makarna da işe yarardı.

Dişlerini fırçalamayı bitirince saçlarını taradı, ortasından bir saç çizgisi yaptı. Koyu kahveler belli olurken açık kahverengi renginin yavaşça aktığını fark etti ama korkunç değildi o yüzden Baekhyun saçını boyamanın biraz daha bekleyebileceğine karar verdi.

Saçını istediği gibi yaptıktan sonra gözlerinin altındaki daireleri kapatmak için biraz makyaj yaptı. Hala belli olsalar da önceki gibi kötü değildi ve Baekhyun böyle çalışabilirdi.

Banyodan çıktı ve gardırobuna doğru yürüdü, siyah dar kotunu ve çalıştığı restoranın logosu olan beyaz gömleğini çıkardı. Kıyafetlerini giyerken Baekhyun sabah duşu almalı mıydı yoksa bugün atlamasında sorun yok muydu merak etti. Bu gece kulüpteki gece vardiyasından döndüğünde yıkanmıştı ve bu birkaç saat önceydi o yüzden Baekhyun temiz falan hissetmeliydi ama nedense hala kirli hissediyordu ve ondan gelen sigara kokularını alabiliyordu.

Gerçi şimdi yıkanmak için vakit yoktu ve Baekhyun sonunda giyindiğinde düşüncelerinden sıyrılmıştı, işe gitmeye hazırdı. Küçük dairesinden gelen sigara kokusunu kapatmak için üzerine biraz deodorant sıktı, cüzdanını, anahtarlarını, telefonunu aldı ve saati kontrol etti. Ön kapıyı kapatmadan önce mutfaktaki sandalyenin üzerine atılmış ceketine baktı, yanına alsa mı emin değildi. Sonbahardalardı ama bugün hava iyi gözüküyordu o yüzden vazgeçti ve kapıyı kapattı, gitmeden önce kilitledi.

Baekhyun haklıydı, hava bugün gerçekten güzeldi. Geçen birkaç günde dışarısı çok soğuktu ama bugün Güneş parlıyor, sıcak güneş ışığı Baekhyun’un tenine dokunuyordu. Hala sabah olduğu için biraz serindi ama ceketini yanına almamak doğru bir seçimdi.

Restorana doğru yürümeye başladı, giderken bilinmedik bir melodi mırıldanıyordu sessizce, son günlerde aklında olan şarkının adını hatırlamaya çalışsa da hatırlayamamıştı. Ana caddeye yakınlaşırken yanından geçen insan sayısı da artıyordu fakat buna çoktan alışmıştı ve sorun etmiyordu. Ancak Baekhyun Seul’un bu kısmında yıllardır yaşıyordu ve işe zamanında gitmeye çalışan insan kalabalığından kaçmak için, tıpkı onun gibi, her gün kullandığı birçok kestirme vardı.

Baekhyun sola döndü, yıllardır bulduğu birçok kestirmeden birini kullandı ve birden, etrafında insan olmadan yürümek daha kolaylaştı. Çöp kokusu tam olarak ona cazip gelmediği için sokaktan hızlıca yürüdü. Sokaktaki insanlardan bir süre kurtulmak için birkaç saniyeliğine dayanabilirdi.

Belki kalabalık olmamasından dolayı fazla keyifliydi ya da belki fark etmek için fazla yorgundu ama sokaktan çıkıp en işlek caddelerden birine doğru kaldırımda yürümeye devam ederken birisi ona çarptı. Sertçe.

En beteri de birisine çarpmış olması ve az daha kaldırımdan düşecek olması değildi, hayır. En beter durum şuydu ki ona çarpacak kadar şanslı olan yabancının elinde sıcak bir kahve vardı ve şimdi Baekhyun’un beyaz gömleğinin her yerine sıçramıştı.

“Hay lanet, çok acıyor.” Baekhyun bağırdı ve yabancıdan hemen uzaklaştı, sıcak içecek gömleğinin altından tenini yakıyordu. Birkaç saniye sonra acı gidecekti – öyle umuyordu – fakat Baekhyun gömleği için daha fazla endişeliydi. Böyle işe gidemezdi, patronu onu kesin işten atardı. Baekhyun hemen paniklemeye başladı, ne yapacağını bilemedi.

“Neyin var be senin? Nereye gittiğine bakamıyor musun?” Sinirli ve kısık bir ses onu gerçeğe döndürdü, Baekhyun’un başını kaldırmasına sebep oldu.

Yabancı bir erkekti ve Baekhyun’un yaşlarında görünüyordu. Koyu siyah saçı vardı, virgül saç şeklinde bir yana taranmıştı. – Baekhyun’a oldukça kızgın bakan – gözleri büyük ve kahverengiydi, şekli Baekhyun’a ne kadar mükemmel olduklarını düşündürdü. Güzel gözlerin hep hastası olmuştu, ne diyebilirdi ki. Adamın dudakları da mükemmeldi – pembeydi ve yumuşak görünüyordu. Baekhyun dürüst olursa tüm yüzü tam bir şaheserdi. Kulakları büyük ve komik görünse de aslında onu daha yakışıklı yapıyordu. Nedense yüzü tanıdık görünüyordu ama Baekhyun sebebini bilmiyordu.

Baekhyun’un önünde adam hakkında canını sıkan tek şey aşırı uzun olmasıydı. Geniş omuzları ve boyuyla Baekhyun yanında çocuk gibi hissetmişti.

Ama bunlar bir yana, yabancı az önce ona ne demişti?

“Neyim mi var? Asıl senin neyin var?” Baekhyun da kaş çatarak ona bağırdı. Adama doğru bir adım atsa da adamında yaklaşmasıyla aralarındaki boy farkı daha da artmış gibi görünmüştü ve Baekhyun ne kadar aptalca bir hata yaptığını fark etti. Neredeyse bir kafa kadar ondan uzun olan adamı korkutmaya çalışmak Baekhyun’un en parlak fikirlerinden biri değildi.

“Benim bir şeyim yok. İlk sen bana çarptın, sızlanmak yerine özür dilemelisin.” Dedi uzun adam ve hayatı buna bağlıymış gibi Baekhyun’a dik dik baktı ama Baekhyun korkmamıştı. Belki biraz utanmıştı ama hayır korkmamıştı. Ve bu adi herif neyden bahsediyordu? Baekhyun ondan özür mü dilemeliydi? Daha neler.

“Benim olmayan bir şey için özür dilemeyeceğim.” Baekhyun sesini düz tutuyordu ama Tanrı aşkına, bu adama bağırmayı çok istiyordu. Birisi nasıl bu kadar kaba olabilirdi? Hemen sonra adamın sağ elinde bir telefon tuttuğunu fark etti, Instagram açıktı ve başka bir kızgınlık dalgası Baekhyun’a çarptı. “Etrafındakilere dikkatini vermediğine eminim çünkü aptal Iphone’nuna bakmakla fazla meşguldün.”

“Pardon? Kahvem senin yüzünden gitmişken benimle böyle konuşma cesaretini nereden alıyorsun?” Adam homurdandı ve bahsi geçen Iphone’u cebine koyup şimdi boş olan kâğıttan kupayı Baekhyun’un gözleri önünde salladı, sanki Baekhyun bakınca göremiyormuş gibi yabancı olan kupayı tam gözünün önüne tuttu.

“Tabii ki de kupa boş – fark etmediysen eğer, kahven gömleğimin üstünde.” Baekhyun karşılık verdi, hayal kırıklığıyla adamın elindeki kupaya vurdu. Yabancının gözleri kupanın uçup sağdaki duvara çarpmasını, sonra da yere düşmesini takip etti. Kazadan kalan kahvenin son demleri de gitmişti ve Baekhyun’un önündeki adamın yapabileceği tek şey Baekhyun’un kalın duvarda oluşturduğu soyut sanata bakmaktı. Çok büyük bir görevmiş gibi çöpleri çöp kutusuna atmayan insanlar nefret ederdi ama kaldırımda ayaklarının yanında duran kupa şuan endişeleneceği en son şeydi.

“Ve bu kimin hatası, seni zeki şey?” Yabancı olan gözlerini tekrar ona kilitledi ve belli bir güç ile işaret parmağını Baekhyun’un göğsüne bastırdı. Biraz acıtmıştı çünkü Baekhyun’un cildi sıcak içecekle yandıktan sonra hala hassastı.

“Senin!” Baekhyun bağırdı, kafasının arkasındaki kısık bir ses ona yabancının tek hatalı olmadığını söylüyordu ama adam çok kaba olduğu için o sesi geri itmişti. “Şu üstüme bak, işe şimdi nasıl gitmeliyim?”

“Çıplak git, umurumda değil. Dikkat etmediğin için hak ettin.” Adam Baekhyun’un bedenini incelerken sırıtmıştı. Şaka falan mıydı bu? Baekhyun adamın şuan ona sırıtmaya cesareti olmasına inanmakta güçlük çekiyordu. Baekhyun bu kazadan sonra işe muhtemelen geç kalmıştı, gömleği batmıştı – bunun için öldürülecekti – ve şu sikik ona sırıtıyordu. Tanrım, Baekhyun o mükemmel yüzü parçalana kadar ona vurmak istemişti. “Aslında, kahve senin gömleğine döküldüğü, benimkine dökülmediği için yukarıdakilere teşekkür etmen gerekiyor. Kuru temizleme parasını alırdım ve inan bana, bunun için paran yoktur senin.”

“Aman ne şanslıyım.” Baekhyun alayla söyledi ve gözlerini devirdi. Yani önündeki şerefsiz dünyaya sahip olduklarını düşünen zengin çocuklardan birisiydi, huh? Böyle güzel bir yüzün böyle bir kişilikle harcanması yazıktı.

Aklında bir fikir gelince Baekhyun sırıttı ve sordu: “Kahveni geri ister misin?”

“Sence?” Adam Baekhyun’a gözlerini sıktı ve Baekhyun’un sırıtışı tatlı bir gülümsemeye dönüştü. Gülüş o kadar sahteydi ki yabancı olan yüz okumakta biraz daha iyi olsaydı Baekhyun’un kötü bir şey yapmak üzere olduğunu anlardı.

“O zaman sana biraz vermeliyim.” Deyip kısa olan adam kendini yabancıya fırlattı, sıkı bir sarılmayla diğerini kolları arasında sıkıştırdı. Adam yüksek bir sesle bağırdı ve tüm hakaretleri ona sıralarken Baekhyun’u üzerinden atmaya çalıştı ama Baekhyun daha da sıkı tuttu. Birkaç saniye sonra Baekhyun bıraktı ve yabancının göğsünü hafifçe patpatladı.

“Afiyet olsun.” Baekhyun adama gülüp neşeli bir şekilde söyledi, oluşturduğu güzel sanata baktı. Kahverengi izler adamın açık mavi gömleğinde mükemmel bir şekilde belirgindi ve Baekhyun gömlekten bakışlarını çekip yabancının şok dolu ifadesine bakınca gururlu hissetmişti. Gözleri o kadar büyüktü ki çok komikti ve Baekhyun kısık bir gülüşünü bastıramadı. “İyi günler, adi herif.”

Ve böylece Baekhyun gitmişti. Yabancı sonunda kendini toparlayıp Baekhyun’a durması için bağırınca Baekhyun çoktan sokağın öteki tarafına gitmişti. Yüzündeki memnun olmuş bir gülüşle köşeden dönmeden önce adama el salladı. Tartışmayı kazanmış gibi hissetme mutlu olmasına sebep olmuştu. Kendi gömleğinin de battığını ve patronunun bu konuda çok da mutlu olmayacağını neredeyse unutmuştu.

Neredeyse.

 

 

--

 

 

Chanyeol kapıyı itti ve o kadar sert kapattı ki şirket binasının tüm dokuzuncu katı duymuş olmalıydı. Bu kadar kızgın olmasaydı neredeyse kırılacak olan kapı için muhtemelen endişeleniyor olurdu. Fakat şimdi bu kadar öfkeliyken tek bir bakışla birini öldürebilecek olan Chanyeol aptal kapıyı kırdı mı kırmadı mı umursamıyordu.

Çok erken uyanmıştı çünkü çalışanı şirketin müşterilerinden birisiyle baş edememişti ve Chanyeol gelip müşteriyle kendisi ilgilenmek zorunda kaldığı yetmiyormuş gibi şimdi en sevdiği gömleğinde de bir pislik yüzünden her yerinde kahve lekesi vardı. Chanyeol hala o çocuğun bunu yapmaya cesareti olduğuna inanamıyordu, özellikle de Chanyeol gömleğinin ne kadar pahalı olduğunu ima ettikten sonra. Bir de üstüne on dakika önce başlayan toplantıya geç kalmıştı ama müşteri beş dakika daha beklemek zorunda kalacaktı çünkü Chanyeol bu halde onunla görüşemezdi. Tek seçenek üstünü değiştirmekti.

“Burada ne yapıyorsun? Şuan toplantıda olman gerekmiyor mu?” Chanyeol arkasından bir ses duyduğunda gömleğinin düğmelerini açarken arkasını dönmüştü. Tanıdık bir yüzle karşılaştı ve Chanyeol sırıtan Jongdae’ye derin bir iç çekti. Arkadaşı Chanyeol’ün erken uyanmaktan ne kadar nefret ettiğini biliyordu ve onunla dalga geçecek kadar hala kalpsizdi.

“Buraya gelirken aptalın biri bana çarptı ve kahvem gömleğine döküldü. Gömleği battığı için şikâyet etmeye başlayınca ona basitçe kendi hatası olduğu için özür dilemesi gerektiğini söyledim. Adi herif kızdı ve bana sarılıp benim gömleğimi de batırdı, sonra da kaçtı. Yemin ederim iyi görünmeseydi o aptal yüzünü parçalardım.” Chanyeol gömleğini çıkarırken yakındı. Olabildiğince hızlı bir şekilde kirli gömlekten kurtulmaya çalışırken düğmeler parmakları arasında kaydı ve Chanyeol hüsranını yansıtarak inledi. Sonunda gömleğin düğmelerini açmayı bitirince Chanyeol ofisindeki gardırobuna yürüdü ve açık gri gömleğini çıkarıp ışık hızında giyindi.

“O zaman gerçekten iyi görünüyor olmalı.” Jongdae kıkırdadı ve kapıya yaslandı, Chanyeol’ün bu kadar sinirlenmiş görünmesine sessizce güldü. Adamın Chanyeol’ü bu kadar kızdırarak ne kadar cesaretli olduğunu düşündü. Ama Jongdae Chanyeol’ü de iyi tanıyordu ve Chanyeol’e çarpan adamın tek suçlu olmadığına emindi. Jongdae Chanyeol’ü uzun bir süredir tanıyordu ve bir şey olunca arkadaşının da en az yüzde elli hatalı olduğunu söyleyebilirdi o yüzden adam Chanyeol’e kızmakta muhtemelen haklıydı.

“Evet, öyleydi, şu sikik.” Chanyeol Jongdae’den çok kendine söyledi ve kirli gömleği sandalyeye attı, bebeğiyle sonra ilgilenmeye kendine söz verdi.

Chanyeol bugün uyandığında günün berbat geçeceğine dair bir içinde bir his vardı ama bu kadar da kötü olacağını düşünmemişti. Ve daha toplantıda bile değildi. Saat daha sekiz bile değildi, Tanrı aşkına.

“Senin üzüntün beni mutlu ediyor, o yüzden teşekkür ederim ama bunun için gelmedim.” Chanyeol ona kaşlarını çatıp resmen tek bir şey daha söyle ve seni öldüreyim diyen gözlerindeki bakışla ona batığında Jongdae güldü. “Birkaç arkadaşımla bu Cuma toplanacağız ve sen de gelmek ister misin diye sormak istemiştim. İçmek ve birini yatağa atmak için.”

“Yapmamalıyım sanırım. Annemle yine konuştuk ve Cuma günü yine dışarı çıkma planı yaptığımı duyarsa çok sevinmeyecektir.” Chanyeol kol saatinden saati kontrol ederken aksi bir şekilde mırıldandı. 7:15, bu demekti ki on beş dakika geç kalmıştı. Müşteri muhtemelen zamanında varmadığı için Chanyeol’ün onu dikkate almadığını düşünecekti.

“Bu konuyu açıp duruyorsa annen gerçekten evlilik olayını ciddiye almanı istiyor gibi.” Jongdae homurdandı ve bir saniyede ofisinden fırlayan, uzun adımlarla toplantı odasına giden Chanyeol’e kapıyı açtı. Jongdae arkasından takip etti, dev olana ve uzun bacaklarına umutsuzca ayak uydurmaya çalıştı ki zor olmuştu.

“Ama hey, ya gelecekteki nişanlını bu Cuma kulüpte bulursan?” Chanyeol Jongdae’e kötü kötü baktı, bunu ciddiye almasını söyledi. Kısa olan teslimiyetle sadece ellerini yukarı kaldırdı, ciddi olduğunu söyleyerek Chanyeol’ü sakinleştirdi. Jongdae aslında o tamamen ziyan olurken arkadaşının bir kız arkadaş bulma hikâyesini söyleyecekti – arkadaşı ve kız dün birinci yıllarını kutlamışlardı o yüzden sadece birlikte zaman geçiriyor değillerdi, hayır – ama CEO’nun şimdi buna zamanı olmadığını biliyordu.

“Düşün sadece. Aşk her köşenin arkasında saklanıyor.” Jongdae gülümsedi ve Chanyeol’ün omzunu patpatladı, Chanyeol gözlerini o kadar sert devirince Jongdae kafasından fırlayacağını düşünmüş sonra da gülmüştü.

Niye herkes bunu deyip duruyor? Chanyeol acı acı düşündü. Tam bir saçmalık.

“Köşenin arkasında saklanan tek şey en çok ihtiyacın olduğunda kahveni üzerine döken bir adinin teki.” Diye mırıldandı, tekrar Jongdae’yi güldürdü. Chanyeol bu saatte ayakta olmasına rağmen fazla güldüğüne yemin ederdi. Chanyeol normalde arkadaşı gibi hareketliydi – bir mutluluk virüsüydü, insanlar ona öyle diyordu – ama sabahın yedisinden önce uyanmak zorunda kaldığında değildi. Gece üçe kadar çalışan tiplerden olmuştu hep çünkü herkes eve giderken etrafındaki sessizliği seviyordu ama erken uyanmanın bir hayranı hiç olmamıştı. Beyni bu şekilde doğru düzgün çalışamıyordu.

“Şu yönden bak – en azından ilginç bir sabah yaşadın.” Jongdae Chanyeol’den başka bir öldürücü bakış aldı ve doğrusu Chanyeol, Jongdae’nin onunla alay etmeyi çok sevdiğini düşündü.

“Seni sonra ararım.” Chanyeol kapıyı açıp toplantı odasına girmeden önce ona bakmadan Jongdae’ye el salladı. Derin bir nefes aldı ve dudaklarındaki fazla tatlı gülümsemeyle herkesi nazikçe selamladı, büyük masanın ortasında oturan kızgın müşteriyle gözlerini kilitledi.

Eğlence başlasın bakalım.

 

--

 

Sonunda Chanyeol Jongdae’nin Cuma günü onlara katılma teklifini kabul etmişti. Annesi oğlunun hayatının aşkını aramak yerine yine vaktini boşa harcamak için kulübe gitmesinden tam olarak mutlu değildi ama Jongdae’ye karşı zaafı olduğu için gitmesine izin vermişti. Doğrusu Chanyeol’ün annesi Jongdae’nin masum, iyi biri ve çoğu mutluluğunun Chanyeol’ün üzüntüsünden gelen bir troll olmadığını sanıyorsa gerçekten kördü. Chanyeol’ün ne kadar harika bir yakın arkadaşı vardı.

Jongdae’nin şoförü akşam dokuzda onu aldı ve Chanyeol hangi kulübe gittiklerini sorduğunda Jongdae gününün ne kadar müthiş olduğundan bahsetmeye başlayınca ona cevap vermeye zahmet bile etmemişti. Chanyeol nereye gittiklerini bilmemeyi umursamadı çünkü Jongdae kötü bir kulüp seçmezdi o yüzden arkadaşının gününü anlatmasını dinledi.

Jongdae ona bugün asansörün çalışmadığını öğrenince sabah ne kadar kızdığını, sekizinci kata kadar yürümek zorunda kalınca nasıl yorulduğunu, resepsiyon masasının arkasında oturan Minseok’u gördüğünde kötü ruh halinin nasıl hemen değiştiğini, Minseok bu gece onlarla takılmayı kabul ettiğinde ne kadar sevindiğini falan söyledi. Chanyeol, Jongdae’nin minyon resepsiyoniste vurulduğuna yüzde yüz emindi ama Chanyeol konuyu ne kadar iterse itsin arkadaşı asla itiraf etmeyecekti. Chanyeol ona Minseok’e sevdiğini söylediğinde Jongdae hep Chanyeol’e asla bir sevdiğinin olmadığını, sadece arkadaş canlısı davrandığını söylüyordu. Sanki Chanyeol arkadaşının tavrının Minseok’un etrafında davrandığından farklı olduğunu anlayacak kadar onu tanımıyormuş gibi. Ve Jongdae’nin hayallerindeki adam için, ondan hoşlandığı anlaşılacak kadar çok belli ediyordu. Bu ikiliyi gözlemlemek Chanyeol’ün işteyken gerçekten eğlendiği çok az şeylerden biriydi çünkü onların etrafındayken gerçek bir dizi izliyormuş gibi hissediyordu.

Şoför durduğunda ve geldiklerini söylediğinde Jongdae arabadan indiği an ellerini ceplerine gömmüş halde kulübün önünde bekleyen Minseok’u görmüştü ve Chanyeol arkadaşının resepsiyonisti karşılamak için olan hevesine sadece homurdanmıştı. Evet, asla ondan hoşlanmıyor. Chanyeol ikilinin arasındaki etkileşimi izlerken düşündü. Jongdae ve Minseok konuşurken Chanyeol dışarıda durarak kulüpten gelen yüksek sesli müziği şimdiden duyabiliyordu. Kısa bir muhabbet ve birçok tatlı gülümsemelerden sonra Jongdae korumalardan birine doğru yürüdü ve uzun, korkunç gözüken adamla konuşmaya başladı, Chanyeol ve Minseok’u yalnız bıraktı.

Chanyeol Minseok’u basit bir merhabayla karşıladı çünkü ikisi tam olarak arkadaş sayılmazdı. Minseok yüzündeki utangaç bir gülümsemeyle hafifçe eğilerek selam verdi. Konuşacak bir şey olmayınca ortam garipleşiyordu ama birkaç saniye buna dayanabilmişlerdi. Jongdae sonunda onlara seslendiğinde Minseok ve Chanyeol girişin yanında duran Jongdae’ye doğru yürüdü. Korumalar onlar için kapıyı açtı, iyice eğilerek onları selamladı ve iyi eğlenceler diledi. Korumalar girmesine izin vermeden önce üçü bir dakikalığına bile dışarıda beklemek zorunda kalmazken içeriye girmeyi beklemeyip sıraya giren insanlar için Chanyeol kötü hissetmişti. Güçlü bir aileden olmak elbette avantajdı.

Uzun, sönük ışıklı koridorda kulübe doğru yürürlerken müzik gittikçe yükseliyordu, duvara yaslanıp sevişen çiftleri, müzikle bastırılan utanmaz inlemelerini görmezden gelmişti. Koridorun sonunda başka bir kapı daha vardı ve Jongdae yüzündeki bir gülümsemeyle açınca Chanyeol bilinmedik bir şarkıda dans alanında dans eden tonla insanı gördü. Kulübün içine daha iyi bakmak için etrafında döndü, onaylarcasına başını hafifçe salladı. Gözleri renkli neon ışıklarının parlamasına ve kulakları yankılanan müziğe yeni alışmıştı ama hepsi çok tanıdık olduğu için Chanyeol’ün alışması hızlı sürmüştü.

Jongdae onlara VIP bölümünün kulübün diğer tarafında olduğunu söylemişti ve oraya gitmek için dans alanından geçmek zorunda kalmışlardı. Chanyeol gözleriyle etrafındaki insanların yüzlerini incelerken, kalabalıkta belli olan, nefesini kesen bir yüz için etrafa bakarken sadece başını aşağı yukarı sallıyordu ama binlerce insana rağmen öyle birini henüz bulamamıştı. Ama geceyi geçirmek için birini bulmamaktan korkmuyordu çünkü eninde sonunda, birisini hep bulurdu.

Chanyeol Jongdae’nin, resepsiyonist dans eden kalabalığın arasında kaybolmasın diye kolunu Minseok’un beline korumacı bir şekilde sardığını görünce sırıttı, VIP bölümüne gelir gelmez arkadaşıyla bu konuda alay etmek için aklına not etti. Resmen her şeyde aptalca imalarla onunla alay eden Jongdae için tatlı bir intikam olacaktı.

Birbirine bastırılan ve okşayarak sallanan bedenlerin arasından geçtiler ve Chanyeol’ün boyu sağ olsun, bu kadar uzun olmasaydı bu gece onları kaybedebilirdi çünkü Jongdae çok hızlı yürüyordu. Kalabalığın arasından yaklaşık üç dakika itiştikten sonra sonunda muhtemelen kulübün VIP bölümüne çıkan merdivenlerin önüne geldiler. Merdivenlerin önünde yine iki tane koruma vardı ve Jongdae yanında Minseok arkasında Chanyeol ile onlara adlarını söylemeden önce tatlı bir şekilde gülümsedi. Adamlar geçmelerine izin verirlerken yere kadar eğildiler, isimlerini kontrol bile etmediler çünkü herkes Kim Jongdae’yi ve Park Chanyeol’ü tanıyordu. Merdivenleri çıkan Jongdae’yi takip etmeden önce eğilerek karşılık veren üçünün arasından sadece Minseok’tu.

Merdivenlerde yürüdüklerinde Chanyeol VIP bölümünün altlarındaki dans alanından çok daha sakin olduğunu fark etti. Hiç şaşırmamıştı çünkü hep böyle olurdu ve bu yüzden gittiği birçok kulüpteki VIP bölümünü sevmezdi – kulübe geldiysen eğlenmen gerekirdi ama VIP’deki insanların yüzde sekseni resmen sıkıcıydı, üzerlerine biraz olsun ilgi çekmekten korktukları için yüksek sesle gülmeden ya da dans etmek istemeden sessize konuşup sadece içiyorlardı. Chanyeol’ün planı Jongdae’nin arkadaşlarını selamlamak ve onlarla yaklaşık on dakika geçirip aşağıya inmek ve yorulana kadar dans etmekti çünkü gelecek haftalarda geleceği son kulüp bu olacaktı.

Chanyeol Jongdae’nin arkadaşlarının Jongdae kadar eğlenceli ve gürültülü olduklarını öğrendikten sonra onlarla on dakikadan fazla kalmıştı. Onları utandıracak bir şey demekten korkmadan Chanyeol ile konuşuyorlardı, basitçe aklına gelen aptalca – ama aşırı – komik düşünceleri söylüyorlardı. Bir süredir Chanyeol böyle eğlenmemişti ve Jongdae’nin davetini kabul ettiği için mutluydu.

Chanyeol’ün bu kadar eğlenmesinin bir diğer sebebi Jongdae ve Minseok arasında olan gerçekten eğlenceli etkileşimi izlemekti. Özellikle de ikisi de bardaklarına uzanırlarken Jongdae’nin eli yanlışlıkla Minseok’un eline dokunduğu anı sevmişti, ikisi de birbirlerine ateşe dokunmuşlar gibi kocaman gözlerle bakmıştı. Bunu tek fark eden Chanyeol değildi tabi ve saniyeler sonra diğerleri Jongdae ve Minseok ile alay etmeye başlamıştı, Minseok’u o kadar utandırmışlardı ki izin isteyip lavaboya gitmişti. Jongdae onu böyle rahatsız ettikleri için onlara kızmış ve arkasından o da lavaboya gitmişti ama gitmeden önce ikisinin arasında gerçekten bir şey olmadığı için hepsine şaka yapmayı keseceklerine dair söz verdirtmişti.

Jongdae yanında Minseok ile döndüğünde oturmadan önce herkesi inceledi, öldürebilecek bakışıyla tüm arkadaşlarını uyardı ama başını Minseok’a çevirince tamamen sırıtıp parlamıştı. Chanyeol kahkaha atmak istiyordu ama Jongdae Chanyeol’ün düşüncelerini duymuş gibi ona bakınca durmuştu.

Jongdae’nin arkadaşlarından biri küçük kız kardeşinin bir keresinde arkadaşlarıyla saklambaç oynarken ve kazanmayı çok istediği için saklanacak en saçma yerini seçip çamaşır makinesine sıkıştığını anlatınca olay on dakika içinde unutulmuştu. Sonunda, küçük kız kazanmış ama ayaklarını makineden çıkarmak çok zor olmuş ve yarım saat sürmüş. Bu hikâyeden sonra herkes çocukken yaptıkları en utandırıcı ve aptalca şeylerden bahsetmeye başlamıştı ve Chanyeol o kadar çok gülmüştü ki yanakları ve karnı ağrımaya başlamıştı.

İki saat geçti ve Jongdae burada çalışan en iyi arkadaşlarından birini karşılamaya gideceğini söyledi, Minseok’a gelmek isteyip istemediğini sordu. Minseok kibarca reddetti çünkü garip rüyalara ve Jongdae’nin arkadaşlarından – ve şimdi muhtemelen onun da arkadaşı olmuştu - biriyle onların ne anlama geleceği muhabbetine çok dalmıştı o yüzden Chanyeol, Jongdae’nin tek başına gitmesini istemediği için eşlik etmeyi kabul etmişti.

Oturdukları yerden kalktılar ve çok uzun sürmeyeceğini söylediler ama Chanyeol grubu bir süreliğine bırakmayı düşünüyordu çünkü masada iki saat oturduktan sonra ne kadar eğlense de dans etme arzusu üstün basmıştı.

Uzun bir masanın önünde durana kadar bir kez daha kalabalığın arasından Chanyeol Jongdae’yi takip etti ve vardıklarında tek dikişlik tekila istedi. Barmen ona cilveli bir şekilde gülümsedi ve arkasını dönüp şişeyi aramadan önce Chanyeol’e bir dakika beklemesini söyledi. Barmen öyle çok kötü değildi ve Chanyeol flört edişine karşılık vermeli mi yoksa başkasına mı baksa merak etti.

Sarışın barmen Chanyeol ile göz temasını korurken yüzündeki sırıtışla tekilayı küçük bardağa döktü ve Chanyeol önündeki sarışın çocuğa birkaç flört edici laf söylemeye hazırdı ama yanındaki Jongdae’nin Chanyeol’ü ürkütecek kadar yüksek sesle Baekhyun diye bağırmasıyla bölünmüştü. Chanyeol arkadaşının adı bu olmalı diye düşünmüştü çünkü oldukça tanıdık gelmişti. Jongdae daha önce bu Baekhyun denilen çocuktan bahsetmiş olmalıydı.

Chanyeol başını sağa çevirdi, gözleri açık-kahve saçlı ve güzel gözlerini daha da ortaya çıkaran eyelinerlı kısa adama takılana kadar Jongdae’nin baktığı yere baktı. Adam o kadar parlak gülümsüyordu ki Chanyeol birkaç kez kirpiklerini kırpmak zorunda kalmıştı çünkü wow, o gülümseme gerçekten güzeldi. Doğrusu çocuğun tüm yüzü sikeyim çok müthişti ve Chanyeol bugün aradığı kişiyi bulduğunu düşündü. Sarışın barmeni anında unuttu, tekillayı kafasına dikip tezgâha biraz para koyarken barmene bir daha dönüp bakmamıştı.

“Görüşmeyeli çok uzun zaman oldu.” Baekhyun Jongdae’ye sıkıca sarılıp bağırdı, parlak gülümsemesi yüzünden bir saniye gitmedi. Chanyeol sadece orada durup ona baktı, güzelliğiyle o kadar mest olmuştu ki gözlerini ondan çekememişti. Ve evet, çok banal ve aptal gibi gelse de herkesin, ama resmen herkesin, hayatlarında bir kez olsun bu hissi yaşamaları gerekti – o kişiyi tanımıyorsun ama lanet olsun çok güzel olduğu için büyülenmiş gibi bakıyorsun.

Baekhyun’un gözleri Chanyeol’ün gözleriyle buluşunca kalbi resmen atmayı kesmişti ve Chanyeol kendini tanıtmaya hazırdı, hatta en çekici gülümsemelerinden birini Jongdae’nin arkadaşına vermek için elinden geleni bile yapacaktı ama Baekhyun birden işaret parmağını göğsüne bastırdı, uzun tırnaklar tenine battı ve dedi ki: “Sen… Kahveyi üzerime döken adi sensin.”

Chanyeol başını yana eğdi, gerçeği fark etmeden önce Baekhyun’un ne halttan bahsettiğini merak etti. Çarşamba günü olan anıları aklına geldi ve hatırladığında gözleri kocaman oldu.

“Bahsettiğin Byun Baekhyun bu mu?” İkisine bakan Jongdae’ye döndü, şaşkınlık yüzünün her yerinden belli oluyordu. Jongdae’nin algılaması birkaç dakika sürmüştü. Jongdae’nin beyin.exe’si tekrar çalışmaya başladığında ağzını bir balık gibi açtı, kaşlarını çattı ve sonra o da parmağıyla Chanyeol’ü işaret etti.

“Bekle, yani lanet Iphone’nuna daldığın için kahveyi Baekhyun’un üzerine döken o pislik sensin?” diye sordu Jongdae ve Chanyeol sessiz kalınca arkadaşı bunu bir evet olarak aldı. Bir süre üçünün arasında bir sessizlik oluştu ama sonra Jongdae kahkaha atmaya başladı, arkadaşlarının şok dolu ifadelerine bakınca duramadı. Düzgün bir cümle kurması yıllar sürmüştü. “Çok komik!”

“Değil!” Chanyeol ve Baekhyun aynı anda bağırdı, Jongdae daha çok gülünce gözlerini kilitlediler. Chanyeol inledi ve hala onu işaret eden Baekhyun’un eline vurdu, Baekhyun’un aslında Çarşamba günü kötü ruh halinin sebebi olan kişi olduğunu öğrendikten sonra Jongdae’nin güzel arkadaşını yatağa atıp onu bayıltana kadar becerme hayali gözlerinin önünde parçalanmıştı.

Baekhyun yaptığı makyajla çok farklı gözüküyordu, Chanyeol en başta onu fark etmemişti bile. Makyajlı ya da makyajsız harika görünüyor, Chanyeol gözleriyle Baekhyun’un mükemmel yüzünü incelerken iç çekti ve sonra ne dediğini fark etti – aklından geçirmiş olsa bile – ve böyle düşündüğü için kendine kızdı.

“Chanyeol, bunun komik olduğunu itiraf etmelisin.” Jongdae diretti ve nefesini kontrol etmeye çalışırken başını arkaya attı. Hala sırıtıyordu ve Chanyeol şu aptal sırıtışın kaybolmasını her şeyden çok istiyordu çünkü sikeyim komik falan değildi.

“Oh, yani sen Park Chanyeol’sün?” Baekhyun sordu ve homurdandı. Chanyeol bakışlarını Jongdae’den çekti ve Baekhyun’un küçük bedenine odaklandı. “Tavrın şimdi mantıklı gelmeye başladı.”

“Ne tavrı?” Chanyeol Baekhyun’a doğru bir adım attı, ilk tanıştıkları an gibi üzerinde yükseldi. Aralarındaki boy farkı şimdi Baekhyun’u utandırmamıştı, yüzündeki sırıtışla eğleniyor gibi gözüküyordu. Chanyeol sanki Baekhyun’un devam etmesine cüret etmesini ister gibi gözlerini sıktı.

En iyisi benim o yüzden önümde eğil tavrı.” Baekhyun yanıtladı ve eliyle işaret etti. Bunu dedikten sonra sırıtışı aşırı tatlı bir gülümsemeye dönüştü, sanki Chanyeol’e hakaret etmemiş gibi. Chanyeol ona kaşlarını çatınca Baekhyun’un gözleri parladı ve Chanyeol bu çocuğun insanları sinirlendirmeyi sevdiğini söyleyebilirdi. Jongdae’nin iyi arkadaşı olduğuna şaşmamalı.

“Ne dedin – “

“Her neyse.” Baekhyun Chanyeol’ü lafının ortasında böldü, bu durumdan fazla keyif alan Jongdae’ye döndü. “Seni görmek çok güzeldi, Jongdae ama bu şerefsizin yanında durmaya katlanamıyorum gitmem gerek.”

Şerefsiz mi? Chanyeol gözlerini devirdi, kollarını göğsünde katladı ve bakışlarını Baekhyun’dan çekti. Ona şerefsiz diyen bu küçük adi herif de kim oluyordu? Chanyeol dudaklarını büktü ve en sevdiği atıştırmalığı alamayan yavru bir köpek gibi gözüktü.

“Eve mi gidiyorsun? Vardiyan sonunda bitmişken dans etmek istemez misin?” Jongdae şaşkınlıkla sordu. Chanyeol Baekhyun’un dans etmeyi o kadar çok sevip sevmediğini merak etti, dans alanındaki bedenlere katılmak yerine eve gitmeyi istemesiyle Jongdae şaşırdığına göre. Başını çevirdi ve kirpiklerinin altından ikiliyi izledi, hala kaş çatıyordu.

“Jongin’in vardiyası da bitti ve üzerini değiştirdikten sonra onun dans etmek isteyeceğine eminim o yüzden benim şansım yok ama şuan istediğim tek şey yatağım.” Baekhyun güldü ve boynunu kaşıdı. Chanyeol Baekhyun’un aynı zamanda hem tatlı hem seksi olmasını yok saymak için gerçekten kendini zorladı çünkü ne kadar çekici olursa olsun Chanyeol’ün onunla tanışacak kadar şanslı olduğu en büyük pisliklerden biriydi.

“Jongin’in de burada çalıştığını tamamen unuttum, acaba – oh, hey, dans makinesi geliyor!” Baekhyun arkasını döndü ve Jongin’e gelmesi için işaret etti – Chanyeol adını doğru duyduğunu düşündü – ve beyaz saçlı çocuk Jongdae’nin önünde durana kadar onlara doğru yüzünde gülümsemeyle yürüdü. Jongdae’nin ne zamandan beri bu kadar çekici arkadaşları vardı ve neden onları Chanyeol ile tanıştırmamıştı?

“Jongdae, uzun zaman oldu. Daha çok konuşmak isterdim ama Baekhyun eve gitmeden önce bana sadece on dakika verdiğini söyledi o yüzden tadını çıkarmalıyım.” Chanyeol Jongin’in Baekhyun’un koluna nazikçe dokunmasını inceledi, görünce burnunu tatsızca kırıştırdı. Bu neden bu kadar canını sıkmıştı bilmiyordu bile ama sıkmıştı işte. Belki de Baekhyun’un bu gece onun tek geceliklerinden biri olması gerektiği içindi ama Chanyeol’ün planları şimdi batmıştı o yüzden önemli değildi. “İstersen bize katılabilirsin ama?”

“Bugün olmaz çocuklar.” Jongdae başını iki yana salladı ve Chanyeol ona sırıttı. Minseok ona katılmayacaksa tabi ki de Jongdae dans etmek istemezdi.

“Yazık oldu ama sorun değil. Ne zaman çalıştığımı biliyorsun o yüzden istediğin zaman gel!” Beyaz saçlı olan Baekhyun’u dans alanının ortasına çekerken Jongin ve Baekhyun Jongdae’ye el salladı. Baekhyun’un gözleri bir kez daha Chanyeol’ün gözlerine kilitlendi ve Baekhyun kalabalıkta tamamen kaybolmadan önce ağzını açtı ve söyledi: “Görüşürüz, adi herif.”

“Onu öldüreceğim.” Chanyeol dişlerini sıktı ve Jongin ve Baekhyun gidince tekrar tekila istedi. Barmen onunla tekrar flört etmeye girişse de Chanyeol artık ruh halinde değildi. Birkaç saniye önce Baekhyun iyi olan ruh halini batırmıştı. Yetenek olarak değerlendirilmeliydi.

“Evet ama yüzü parçalanamayacak kadar iyi gözüküyor, değil mi?” diye sordu Jongdae, Çarşamba günü dediği Chanyeol’ün laflarını ima etti. Arkadaşına gözlerini devirdi ve Jongdae tekrar güldü. “Bu arada o gelmeden önce tekilayı nasıl kafana diktiğini görmedim sanma.”

“Bu arada buraya geldiğimizden beri Minseok’u gözünle becerdiğini görmedim sanma.” Chanyeol de ona sataştı, alay edecek halde değildi. Jongdae hızlıca Chanyeol’e sesini kesmesini söyledi. Zafer duygusu üzerinden geçince Chanyeol’ün ruh hali biraz olsun aydınlanmıştı.

“Sadece arkadaş olduğumuzu sana zaten söyledim.” Jongdae hafifçe koluna vurdu ve Chanyeol arkasındaki uzun masaya yaslanmadan önce eminim öylesinizdir diye sessizce mırıldandı. Gözleri bir kez daha dans alanını taradı ama bu sefer farkında olmadan kahverengi saçlı olan belli birini arıyordu. Saniyeler içinde onu buldu ve Baekhyun’un ritim ile kalçasını oynattığını, bedenini Jongin’e değdirdiğini görünce gözlerini kıstı. Jongin kolunu Baekhyun’a sarmıştı ve hareketleri uyumluydu ama nedense Chanyeol bundan hiç hoşlanmamıştı. Dans edişlerinden nefret etti ve Jongin kulağına bir şey fısıldayınca Baekhyun’un gülmesinden de nefret etti.

“Kes şunu, senin şansın yok.” Jongdae Chanyeol’ün gözleri önünde parmağını şakırdattı, Chanyeol’ü şaşkınlıktan sıçrattı. Kaş çatarak Jongdae’ye baktı, ki Jongdae bu kadar kaş çatmasını kesmesini söyledi yoksa kaşları böyle kalacaktı.

“Ne diyorsun bilmiyorum.” Dedi Chanyeol ve tekrar Baekhyun’a baktığında tam o an Baekhyun başını Jongin’den çevirdi ve gözleri tekrar buluştu. Chanyeol gözlerini çekmedi ve Baekhyun’un utanıp bakışlarını kaçıracağını düşündü ama Baekhyun sadece sırıtıp direkt Chanyeol’ün gözlerinin içine bakarken Jongin’e doğru bedenini oynattı, onunla alay etti. Şu sikik. Chanyeol sinirle dilini şakırdatırken bakışlarını ilk çeken o oldu.

“Bu oyunu oynamayalım. Yüzündeki bakışı biliyorum ve iyi bir arkadaşın olarak, sana diyorum ki – Baekhyun’un sana karşı ilgisi yok.”

“Niye? Yeterince yakışıklı değil miyim sence?” diye sordu Chanyeol ve meydan okurcasına kaşlarından birini kaldırdı, Baekhyun gibi birini elde etmek için yeterince iyi görünmediğini söylemesi için Jongdae’yi tahrik etti. Göz devirme sırası Jongdae’deydi.

“Hayır, ama Baekhyun – “

“Siz gideli o kadar çok oldu ki sizi kontrol etmem için beni gönderdiler.” Minseok’un sesi konuşmalarını böldü ve o an Chanyeol artık Jongdae’nin ilgisinin onda olmadığını biliyordu. İki âşık çocuk birlikte konuşmaya başladı ama Chanyeol dinlemedi. Bunun yerine gözleri tekrar Baekhyun’u buldu ve beyaz saçlı çocuğu görmeyince ve Baekhyun’un şimdi başka biriyle, ki Chanyeol’e göre aslında oldukça çirkindi, dans ettiğini görünce Chanyeol şaşırdı. Ya da Baekhyun yanındaki herkesi daha çirkin gösterecek kadar mı güzeldi?

Chanyeol gözlerinin ucuyla Jongdae’ye ve Minseok’a baktı, Chanyeol’ün duyamadığı bir konu hakkında hevesle konuşan Minseok’ta gözlerini tutan vurulmuş gibi gülümseyen Jongdae’yi inceledi. Birden fotoğraflarını çekmek istedi ve hızlıca telefonunu çıkarıp çekti, ikisi fark etmeyince kendi kendine gülümsedi. Fotoğrafı çektikten sonra Chanyeol bedenlerini birbirlerine bastıran yabancılarla dans ederken harika zaman geçiriyormuş gibi gözüken Baekhyun’a çevirdi ilgisini. Chanyeol birisinin elinin Baekhyun’un alt tarafına dokunmaya cüret ettiğini bile görebilmişti.

Jongdae Baekhyun’u elde edemeyeceğini mi düşünüyordu? Pekâlâ, Jongdae lafını geri almaya hazır olmalıydı çünkü Chanyeol bu gece Baekhyun’u eve götüreceğine adı gibi emindi. Bir adi olmasının yanı sıra Baekhyun yatakta eğlenceli biri gibi gözüküyordu ve Chanyeol Baekhyun gibi birini becerme fırsatını kaçırmayacaktı.

Etrafında hareket eden bedenlerin arasından geçmeden önce yakında-çift-olacak çifte bir daha bakmamıştı, olabildiğince hızlı bir şekilde Baekhyun’u elde etmek istiyordu. Yeterince yaklaşınca Baekhyun’un kolunu tuttu ve onu gücüyle döndürdü, diğer eliyle onu göğsüne yaslandırdı. Baekhyun arkasını dönünce şaşkınlıktan gözleri kocaman olmuştu ama Chanyeol olduğunu görünce sırıttı ve başını yana eğdi. Bu kadar güzel olması haksızlık, diye düşündü Chanyeol.

“Dans etmeye mi geldin?” diye sordu Baekhyun ve kalçasını uzun olana doğru alay edercesine hareket ettirmeye, hızlı müzikle dans etmeye başlamadan önce Chanyeol’ün yanıt vermesine izin bile vermedi. Baekhyun’un kalçasını kalçasında hissedince tepki Chanyeol tepki vermemeye çalıştı, Chanyeol’ün üzerinde bu kadar etkisi olduğunu Baekhyun’un bilmesini istemiyordu.

“Seni eve götürmeye geldim.” Chanyeol Baekhyun’un kulağına fısıldayabilmek için eğilirken kısık bir sesle yanıtladı. Chanyeol onu daha da yakına çekip bedenlerini birbirine değdirirken Baekhyun’un kısık bir şekilde inlediğine yemin ederdi ama Baekhyun hemen gülerek kapatmıştı üstünü.

“Hayal kırıklığı için üzgünüm.” Baekhyun yanaklarında soluk kızarıkla ve bir gülümsemeyle başını kaldırıp ona baktı ve bu görünüş gezegende en seksi görünüş değilse Chanyeol ne olduğunu bilmiyordu. Chanyeol kısa olanı az önce utandırdığı için intikam olarak Baekhyun’un elinin omuzlarından karnına kadar gezdiğini hissetti ama Chanyeol Baekhyun’un tenini okşamasını sorun etmemişti. Göğsünde dans eden Baekhyun’un parmak uçları sadece çok iyi hissettirmişti. “Ama götüremeyeceksin.”

“Neden peki?” Chanyeol sordu, Baekhyun’a gülümsedi. Şimdi Baekhyun ona yaslı halde ve nefes alacak minimum yerde onlar dans ederken insanların onu itmesini umursamıyordu bile. Sadece önündeki muhteşem adama odaklanmıştı, onun kahverengi, güzel gözlerine bakıyordu.

Baekhyun birden parmak ucunda yükseldi ve şimdi ne kadar yakın olduklarını fark edince Chanyeol’ün nefesi kesildi. Baekhyun resmen bir inç uzağındaydı ve Chanyeol biraz daha yakınlaşsa onu öpebilirdi. “Çünkü ben zaten Jongin ile çıkıyorum.”

Chanyeol’ün Baekhyun’un ağzından dökülen kelimeleri duyar duymaz tüm bedeni donup kalmıştı ve Baekhyun ile geceyi birlikte geçirme hayali bir kez daha parçalandı. Doğrusu Chanyeol vurulmanın böyle hissettirdiğini düşünüyordu.

“Seninle konuşmak hoştu. Görüşürüz.” Chanyeol itiraz edemeden önce Baekhyun gitmişti ve tek başına dans alanının ortasında kalmıştı, on yıllık komadan yeni uyanmış gibi kaybolmuş görünüyordu.

Birisi onunla konuşmaya başladı, dans etmek isteyip istemediğini sormuştu ve Chanyeol o an gerçeğe dönüp dans etmek istemediğini söyledi, uzun saçlı kadını itti. Arkasını döndü ve VIP bölümüne doğru yürümeye başladı, attığı her adımda daha da sinirleniyordu. Onu kandırdığı için Baekhyun’a kızgın değildi, Baekhyun ve Jongin’in çıktığı bu kadar belliyken fark etmediği için kendine kızıyordu. Hafif dokunuşlar, gülüşler, dans etmeler – şimdi hepsi mantıklı geliyordu. Baekhyun’un zaten bir sevgilisi vardı. Bu yüzden Jongdae Baekhyun’un ona ilgi duymayacağını söylemişti. Chanyeol aptal gibi hissediyordu.

VIP bölümüne hızlıca ulaştı, korumalar onun düşen yüzüne tek bakışla geçmesine izin verdiler ve Chanyeol onlara teşekkür bile etmedi. Tek seferde iki merdiven çıktı, uzun bacakları bunu kolaylaştırıyordu. Yüzündeki acı ifadeyle masaya yürüdü ve tek kelime etmeden oturdu, herkes ne olduğunu merak ediyordu ama kimse sormaya cesaret edemiyordu.

“Bana Baekhyun’un Jongin ile çıktığını söylememiştin.” Chanyeol burnunun altından mırıldandı, kelimeler niyet ettiğinden daha sert çıkmıştı. Chanyeol şuan kızgın olmasa önemserdi ama kızgındı o yüzden Jongdae Chanyeol’ün somurtmasına bir süre katlanmak için elinden geleni yapmaya çalışmalıydı. Direkt Jongdae’ye böyle davranmamalıydı, zavallı adam onu daha önce uyarmaya çalışmıştı ama şimdi engelleyemiyordu ki.

“Ne?” diye sordu Jongdae, yüzü şaşkınlıkla kırışmıştı. İki arkadaşının arasındaki ilişkiyi bildiği belliyken Jongdae neden şimdi salağı oynuyordu ki? Daha önce Chanyeol’e bunu söylemeye çalışmamış mıydı?

“Baekhyun Jongin ile çıkıyor, bu yüzden bana onun yasak olduğunu söylemeye çalıştın değil mi?”

“Bu bilgiyi nereden aldın bilmiyorum ama Baekhyun’un Jongin ile çıkmadığına eminim.” Jongdae içtiği bardağı masaya bıraktı, dikkati şimdi tamamen Chanyeol’deydi. Arkadaşı ona Chanyeol tamamen saçmalıyormuş gibi bakıyordu ama Jongin ile çıktığı söyleyen bizzat Baekhyun’du o yüzden neden Jongdae neden bu bilgiyle gerçekten şaşırmış gözüküyordu?

“Bildiğin belliyken neden bilmiyormuş gibi davranıyorsun?” Chanyeol iç çekti ve hüsranla başını arkaya attı, bir elini saçında gezdirdi. Nasıl olurda bu kadar belliyken Jongin ve Baekhyun arasındaki kıvılcımı fark edemezdi? Hepsi çok saçmaydı.

“Chanyeol lütfen saçmalamayı kes, komik değil.” Jongdae ifadesiz bir şekilde söyledi ve Chanyeol ona kaşlarını çatarak baktı.

“Çıkıyorlar – “

“Hayır, kesinlikle çıkmıyorlar.” Jongdae onu bölmeden önce cümlesini bitirmesine izin bile vermedi. Kabaydı. “Çıkmıyorlar çünkü Jongin zaten Kyungsoo ile sevgili – iki yıldır. O yüzden sana Baekhyun’un Jongin ile olduğunu kim söyledi?”

Chanyeol gözlerini kıstı ve kelimelerinin arkasında en ufak bir saçmalık bulmak için Jongdae’nin gözlerine baktı çünkü Jongdae dünyadaki en büyük troll’dü ve Chanyeol şuan ona güveniyormuş gibi hissetmiyordu. On saniyelik ciddi bir bakışmadan sonra Chanyeol arkadaşına inanmaya yavaş yavaş başladı ama Jongin zaten birisiyle çıkıyorsa Baekhyun neden Jongin ile bir ilişkisi olduğunu yalanını söylemişti ki? Chanyeol’e hiç mantıklı gelmiyordu.

Jongdae Chanyeol’e doğru sessizce şimdiden sarhoş olmalısın diye mırıldandı ve Minseok’a ve diğerlerine döndü, Chanyeol’ün aklıyla bir başına bıraktı. Yani Baekhyun Jongin ile çıkmıyordu? Ama ya o dokunuşlar, gülüşmeler, dans etmeler falan neydi? Baekhyun herkesle bu kadar doğal bir şekilde arkadaş canlısı mıydı? İnsanların onları çift sanacağı kadar mı insanlarla iyi arkadaştı? Jongdae’nin dediği doğruysa Kyungsoo kıskanmıyor muydu? Hiçbir şey mantıklı gelmiyordu!

Ve sonra saatte 160 km giden bir arabanın çarpması gibi aklı başına geldi – Baekhyun Jongin ile çıkıyorum diyerek ona yalan söylemişti.

Chanyeol şimdi sadece aptal gibi hissetmiyordu, utanmıştı da. Ne harika bir Cuma gecesiydi.

 

 

Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
No comments yet