Bölüm - 9

No Way! [YOU]

''Seni aptal balık!''

''Asıl aptal olan sensin...'' Arkandan gelen ses, içinde kalan son balık avlama kırıntılarını da yok etmeye yetmişti. ''Şu haline bak.''

Kafanı aşağı indirip şöyle bir kendine baktın. Fena halde ıslanmıştın. Tişörtün üzerine yapışmıştı, saçların da öyle. Ve hala elinde koca bir sıfır vardı.

''Vahşi yaşama uyum sağlama konusunda senin kadar iyi olamadığım için de beni suçlamayacaksın herhalde?'' dedin suyun kenarına doğru yürürken.

''Açık denizde sana ellerinle balık tutabileceğini düşündüren neydi merak ediyorum? Bu beceriksizliğe göre fazla özgüven sahibisin.''

''Sağol, bilmediğim bir şey söyledin yine.'' Yanından geçip gitmek üzereyken kolunu tuttu. ''Yine aptallığım üzerine bitmek bilmeyen bir nutuk çekeceksen-''

''Hayır, sana balık tutmayı öğreteceğim. Beni takip et.'' Sen hala şaşkınca bakmaya devam ederken kolundan tutup ormanın içine sürüklemeye başlamıştı.

''Balıkları ağaçtan toplamayı düşünüyorsun galiba? Hahahahha!'' İğrenç esprinin üzerine bir de berbat bir kahkaha atınca, dönüp ters ters bakmıştı sana.

''Gerçekten-''

''-aptalım, biliyorum. Bu kadar sık hatırlatmana gerek yok.'' Cümlesini kendin tamamlamıştın gözlerini devirerek.

''En azından öğrenebilen bir aptalsın.'' Yüzünde küçük bir gülümseme gördüğüne yemin edebilirdin.

Yeniden yürümeye başlamıştınız. Ormanda oldukça ilerlemiş olmalıydınız, çünkü ağaçlar burada gittikçe sıklaşmış, neredeyse güneş ışığını geçirmez olmuşlardı.

''Aaah!'' yerdeki sık dallardan birine takılıp düşmüştün. Kris seni duymasına rağmen ilerlemeye devam ediyordu. Yavaşça ayağa kalkıp, soyulan dizini görmezden gelmeye çalışarak adım attın. Ancak sağ bileğinin üzerine basamıyordun. Ayağını kıpırdatmadan yavaş adımlar atmaya çalışsan da olmuyordu.

''K-kris?'' umutsuzca seslendin.

''Yine ne var?'' arkasına dönüp bakma zahmetinde bulunabilmişti sonunda.

''Ayağım... Üzerine basamıyorum...'' dedin bileğine bakarken. ''Baksana...''

Kris birkaç hızlı adımda yanına gelip çömeldi. Bileğini sertçe kavradığında acıyla büyük bir çığlık attın.

''İncittiğin için şişmiş...'' dedi sakin bir tavırla.

''Ah, evet! Bunu ben de görebiliyorum bay odun! Ama sorun şu ki yürüyemiyorum!'' Kris yüzüne donuk bir ifadeyle bakıyordu, 'Benden ne bekliyorsun?' gibi soran bakışlarıyla. Daha sonra senin söylemene fırsat bırakmadan sırtını döndü, binebilmen için. Sen bay odundan böyle ince bir davranış beklemediğin için ağzın bir karış açık bakıyordun önündeki çıplak sırta. Sonunda Kris kafasını yan çevirince, şaşkınlığını bir kenara bırakıp kollarını boynuna doladın. Dikkatlice diz kapaklarının altından kavrayıp ayağa kalktı.

''Zayıflıktan öleceksin en sonunda...'' diye mırıldandı.

''Benim için endişeleniyor musun yoksa?'' gülümsememek için dudaklarını ısırıyordun.

''Yok öyle bir şey. Ölme yeter. Başıma iş almak istemiyorum.''

''Ölsem bile bu başına iş açmaz, Kris. Belki de tanıdığım tüm insanlar öldüğüme inanıyor... Beni özleyecek birisi yok geride. Bu yüzden endişelenme.'' İçin burkulsa da gerçekler böyleydi.

''Geldik.'' Kris seni dikkatlice sırtından indirip yere bıraktı. ''Burası okyanusun içeri doğru ilerlediği bir koy. Balıklar su durgun olduğu için buraya yumurtlamaya gelir.'' Çok da derin olmayan suya elini uzatıp, iri bir balığı tek eliyle yakaladı. Balık Kris'in elinde çırpınıyordu. Elinle gözlerini kapattın.

''Ama can çekişiyor...'' dedin rahatsız bir ses tonuyla. ''Onu yiyemem...''

''Yemek zorundasın. Hayatta kalmak için buna mecbursun. Bu balıktan binlercesi var denizde.'' Kris yumuşak bir ses tonuyla konuştu. ''Yemeni engelleyen tek şey kuruntuların... Düşünsene, eninde sonunda ölecekler yada başka bir hayvana yem olacaklar. Doğanın kanunu bu, besin zinciri denen bir şey var. Madem ölüyor, neden sana faydası dokunmasın ki?''

''Aslında haklısın...'' dedin mırıltıyla. Kris başını onaylayan bir şekilde sallayıp, balığı dev bir şişe taktı. ''Hadi bin.'' Yeniden sırtına bindin. Kulübeye ilerlerken içinde tarifsiz bir huzur vardı. Aslında canın yanıyordu, ama aynı anda tüm duyguları birden hissetmenin tek sebebi vardı. Ancak sen bunu kendine itiraf etmeye henüz hazır değildin.

***

Kulübeye geldiğinizde Kris ateşi yakmış, yemeği hazırlamış ve bileğine bir takım otları ezmek suretiyle yaptığı karışımı sürüp sarmıştı. Yağmur sakince yağıyordu. Şöminedeki ateşin sarı ışığı, Kris'in sanat eseri gibi yüzünü daha da çekici gösteriyordu. Gözlerini kaçırıp çıtırdayan odunlara bakmaya başladın. Hiçbir şeyin olmadığı bu yerde böylesine mutlu ve huzurlu hissetmen olacak iş değildi aslında. Zihnin hiç olmadığın kadar rahattı. Kalbin ise bugüne kadar tatmadığı bir duyguyla çalkalanıyordu.

''Al.'' Kızarmış balığı sana uzattı.

''Aaaaa.'' Ağzını açıp lokma uzatmasını bekledin.

''İncinen elin değil, ayağın.''

''Hastayım ben. Birazcık ilgi beklememin nesi kötü? Karnımı doyur. Sen demedin mi zayıflıktan öleceksin diye? Bana iyi bak o zaman.'' Dudağını büküp, hain olduğunu düşündüğün bir bakış attın. Amaçladığın bakışı elde edememiştin, çünkü Kris karşısındaki bu sevimli manzaraya bakıp nefesini normal tutmaya çalışmakla meşguldü.

''Daha önce seni beslediğimde, elinde olsa beni öldürecektin ama.'' Dedi tek kaşını kaldırarak.

''O zaman seni tanımıyordum çünkü. Hadi ama, açım ben!'' Sonunda Kris Bir lokma balığı koparıp ağzına uzatmıştı. Lokmayla birlikte, Kris'in parmaklarının ucu da dudaklarının arasındaydı. Sen yediğin balığın lezzetiyle gözlerini kapatıp memnun mırıltılar bırakırken, Kris yanaklarına ve kulaklarına hü eden kanın kendisini ele vermemesi için dua ediyordu. Parmak uçlarına değen yumuşak hissi yeniden ve defalarca hissedebilmek için şikayet etmeden seni besledi.

***

''Saçlarım çok kuruduuuu!'' dudaklarını büküp kurumuş saçlarına ve uçlarındaki kırıklara bakıyordun. ''Acaba noel babadan saç kremi ve şampuan istesem getirir mi? Biraz da güneş kremi ve nemlendirici... Güneş gözlüğü ve temiz kıyafetler de... Yolunun üstü de değil ama, geçerken bırakır belki? Ayy, ama yanar o kıyafetleriyle burada... Geyikleri susuz falan- NE YAPIYORSUN?!?!''

Elbette kafandan aşağı boca edilen Hindistancevizi sütünden bahsediyordun.

''Saçlarım kuru demedin mi? Hem belki kafa derinden beynine de nüfuz eder de, saçma sapan beklentilere girmekten vazgeçersin. Noel baba kargo değil.''

''Sahi mi? Bunu hiç düşünememiştim! Yüzüme de süreyim mi? Cilt tipime uyar mı ki? YAAA KRIIIISSSS!! ÇOK OLDUN AMA!'' Sen de elindeki meyvelerden birini ağaçtan inen Kris'e fırlattın. Ve tam isabet! Ağaçtan inip yürümeye başladığında sen de sırtındaki sepetle onu takip etmeye çalşıyordun.

''Yeni yıla on gün kaldı. Bana ne hediye edeceksin?'' hevesle sordun.

''Çam ağacı süslememi de ister misin?'' sırtı dönük olduğu için gözlerini devirdiğini göremiyordun.

''Burada çam ağacı var mıdır ki? Hiç çam ağacı süsleyemedim, hep yapmak istemişimdir.''Dedin gülümseyerek.

''Yoksa onu da mı beceremiyordun?'' Kris şimdi de başka bir ağaca tırmanmış, topladığı meyveleri sana atıyordu. Sırtındaki sepeti yere bırakıp attıklarını tutmaya başladın.

''Hayır tabi ki. Küçük yaşlarımdan beri çalışıyorum, bu yüzden yılbaşlarında hiç evde olamazdım. Annem süslerdi önceleri, sonra o da hazır almaya başladı. Ama hiç hediyesiz kaldığım bir yılbaşı geçirmedim...'' gülümseyerek anılarını yad ediyordun. ''Fanlarım hep çeşit çeşit hediyeler yollarlardı... Kışın en sevdiğim şey onların benim için ördüğü atkı ve bereleri takmaktı. Yolladıkları kitapları okurdum. 6 yaşındaki bir hayranım bana en sevdiği masal kitabını yollamıştı. Nasıl da sevimli, değil mi?''

''Seni seven insanlar olduğu için şanslısın.'' Kris hala meyve topluyordu.

''Yine de, yalnız hissetmeme engel olamıyorum Kris. Çevremde beni seven bu kadar insan varken bu yaptığım nankörlük, değil mi?'' dedin buruk bir gülümsemeyle.

''Hiç değilse sana olan sevgilerinin gerçekliğinden eminsin. Yanında olup rol yapan insanlardansa, uzakta olsa bile sevdiğini bildiğin insanların varlığı yeterli bence.'' Ağaçtan yere zıplayıp havalı bir iniş yaptı. ''Eve gidelim. Birazdan yağmur bastıracak.''

''Havada tek bir bulut bile-'' yüzüne 'şıp' diye damlayan damla yeterli cevabı vermişti. ''Tamam yine haklıydın.''

***

''Keşke biraz közlenmiş tatlı patates olsaydı...'' Kris gözlerini devirmişti yine. ''Ne var? Yılbaşı bugün! Yılbaşını yılbaşı yapan közlenmiş tatlı patatestir!''

''Bugünün diğer günlerden ne farkı var ki? Yılbaşı saçmalıktan başka bir şey değil.'' Artık iyiden iyiye şekillenen odununa son rötuşları yapıyordu. Üzerindeki talaşlardan kurtulmak için üfleyip eliyle ovuşturdu eserini.

''Öyle bile olsa, insanlara birlikte mutlu zaman geçirebilmeleri için bir bahane veriyor...'' dudaklarını kemirip geçen ay geçirdiğiniz geceyi hatırladın. ''Senin de bana sözün vardı hem...'' dedin zor duyulan bir sesle.

''Sana söz vermedim, hiçbir şey için.'' Umursamaz tavırlarına rağmen ses tonu hala kızgın olduğunu ele veriyordu. ''Bu arada... Patates yok ama, tat olarak ona benzeyen bir şey var...''

''Sahi mi? Nerde?'' ellerini çırpıp yerinden fırlamıştın.

''Depoda, tezgahın altındaki kasada...''

Koşarak dediği yere baktın. Gerçekten de patatese benzeyen bir şeydi. Kasayı kaldırmak için çabaladın, ama oldukça ağırdı.

''Hıaaağğ! Kıpırdamıyor yerinden...''

''Çekil.'' Kris bir anda dibinde bitince, korkuyla yerinde sıçramıştın. Hiç zorlanmadan kasayı alıp içeriye geçti.

''Bunu ne ara topladın? Benim haberim yok?'' son zamanlarda tüm toplama işini birlikte yaptığınız halde bunu nasıl hatırlamıyordun.

''Hiiiiç, öylesine toplamıştım... Boş vaktimde...'' eliyle saçlarını karıştırdı. Kesinlikle on gündür 'tatlı patates' diye kafasını şişirdiğinden değildi. ''Şunları közün içine gömelim...'' birkaç patatesi alıp elindeki çubuk yardımıyla kenara ayırdığı közün içine gömdü.

''Leziiiiz!'' patatese görünüm ve tat olarak benzese de, kendine has bir lezzeti vardı ve buna bayılmıştın. ''Hadi biraz yılbaşı anılarından bahset!'' patatesine tekrar yumulurken gözlerini belerterek de Kris'i konuşturmaya çalışıyordun.

''Anlatacak bir şey yok. Her yılbaşı birbirinin aynısıdır...'' yeni patatesini soymaya başladı.

''Benim bir sürü anım var...'' ağzındakini yuttuktan sonra yeni bir taneyi soymaya başladın. ''Mesela geçen yıl başında bir etkinliğe katılmıştım... Seçilen beş hayranımla oyun oynamıştık... Kart-Kiss oyunu, pepero oyunu... Hatta pepero oyununda, karşımdaki erkek fanım beni öpmüştü. Tüm stüdyo gülmekten kırılmıştı... Bu yılbaşında da bir öpücük almak isterdim...'' dedin gülümseyerek.

''Bu saçma şeyleri neden anlatıyorsun!'' Kris kaşlarını çatmıştı.

''Kıskandın m?'' sevimli ve masum bir şekilde sordun.

''H-hiç de değil!''

''Bir başka yılbaşında da buz pateni kaymaya gitmiştim, yalnızdım ve tanınmamak için oldukça dikkatli giyinmiştim. Buna rağmen bir fanım beni tanıdı. Nasıl tanımış biliyor musun? Atkım ve berem hayran hediyelerindendi, fan kafede görmüş resimlerini. Sonra çıkışta ona sıcak çikolata ısmarlamıştım.''

''Yine mi erkekti?''

''Hayır bir kızdı, benimle yaşıtmış hatta. Baya bir sohbet etmiştik onunla. Hayatımda geçirdiğim en güzel günlerden biriydi... Ne oldu? Neden öyle bakıyorsun?'' Kris'in dikkatle dudaklarına baktığını fark etmiştin.

''Şurandaki...'' kaşıyla ağzını işaret ediyordu.

''Geçti mi?'' ağzını silerek sordun.

''Hayır beceriksiz, hala şurda...'' Yavaşça elini uzatıp dudağının kenarındaki kalıntıyı uzaklaştırdı. Ama başparmağı hala dudağının üzerindeki yumuşak gezintisine devam ediyordu. Kris hipnotize olmuş gibiydi, şu an tek görebildiği dudaklarındı. Kalbin deli gibi hızlanırken, heyecanla gözlerini kırpıştırıyordun. Sanki boğazında gitmek bilmeyen bir yumru vardı, sürekli yutkunsan da o yakıcı his geçmiyordu. Yavaşça eğiliyordu, sanki her şey ağır çekimdeydi. Bir anlığına gözleriniz buluştu, hemen sonrasında da dudaklarınız. Yavaşça kıpırdattı dudaklarını Kris, kalın ve sıcak dudakları seninkileri sahiplenmişçesine hareket ediyordu. Üst dudağını emip bıraktı, sonra da diliyle ıslattığı alt dudağını. Karşılık vermek için yavaşça araladın dudaklarını. Kalın üst dudak senin titreyen dudaklarının arasındaydı. Yanağındaki eli yavaşça boynuna indi. Uzun ve zarif parmakların nazik dokunuşları altında titriyordun. Yavaşça geri çekilip, minik bir öpücük daha bıraktı. Dudaklarındaki sıcaklık kaybolduğunda araladın gözlerini. Kris'in yoğun bakışları ile buharlaşacak gibi hissediyordun. Yeniden yanağını okşadı.

''Mutlu yıllar.''

Dileğini gerçekleştirmişti. Gecenin geri kalanında tek kelime etmemiş, bakışlarınızla konuşmuştunuz. Şöminenin karşısında saatlerce sarılıp uzanmıştınız. Bir süredir hayalini kurduğun bir yakınlıktaydın ona... Birbirinizin yüzünü, hafızalarınıza kazımak istercesine incelemiştiniz gece boyu. Sabaha karşı Kris'in göğsünde uykuya dalarken tek dileğin, bu mutlu rüyadan uyanmamaktı.

*** BÖLÜM SONU ***

1654 :')

 

Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
icequeenhera
#1
BEN GELDİİMM
Krisinfantazisi #2
Canım hikayem. Sonunda kavuştuk:)
DaisyW
#3
Ya unnie bu e mail ayarlamaya yapamadım bir türlü :'(
MKenKawaii
#4
No Way!’imi burada da buldum yalnız bırakmam