Bölüm - 8

No Way! [YOU]

Hıçkırıkları dinmişti, ama içindekileri dökmeye devam ediyordu Kris. Sanki anlatmak için bugünü beklermiş gibi... Sanki yeryüzünde onu anlayabilecek tek kişi senmişsin gibi...

''Ona evlenme teklif edecektim...''

Bunu duyunca neden acıyla burkulmuştu için? Yavaşça ayrılmak istesen de, Kris güçlü kollarıyla belindeki tutuşunu sıkılaştırıp gitmeni engellemişti. Yavaşça bacaklarının arasına oturup, göğsüne sokuldun iyice.

''Onunla tanıştığımız kafedeki tüm hazırlıklarım tamamdı... Masa örtüleri bile 4 yıl öncesiyle aynıydı... Kapıdan içeri girdiğinde başından aşağı gül yaprakları dökülecekti. Daha sonra gülleri takip edip masamıza gelecekti. Ben fincanımdaki kahveyi yudumladıktan sonra, yine 4 yıl önce dediğim şeyi söyleyecektim ona... Koca bir tesadüfmüş gibi davranacaktım yine. Onu saatlerce beklediğimden haberi olmayacaktı... 'Ah, çok ıslanmışsın... Sıcak bir kahveye ne dersin?' Ayna karşısında saatlerce çalışarak bulduğum bu salak cümle, yine gülümsetecekti onu. Yağmur bile benden yanaydı...''

Durup derin bir nefes aldığında, kafanı kaldırıp yüzüne baktın.

''Sonra ne oldu peki?''

''Gecikince, telefon açtım. Bir yandan da her ihtimale karşı şemsiyemi alıp, kafeden çıktım. Yeniden ıslanmasını istemiyordum. Telefon açıldı ancak bana cevap vermiyordu. Başka biriyle konuşuyordu. Ve köşeyi dönünce kiminle konuştuğunu da gördüm, ama o beni görmemişti henüz. 'Anlamıyor musun, onunla çıkmak zorundayım.' Dedi. 'O popüler çocuk ve ben de popüler kızım. Buna mecburum.' Telefon elimden büyük bir gürültüyle düştü, şemsiye de onu izledi. Ve nihayet dönüp bana baktı. Yüzünde artık kaçmaktan yorulmuş bir ifade vardı. Bana gülümsedi, son kez. 'Artık biliyorsun.' Dedi. Ben ise arkama bakmadan koşmaya başladım...''

Daha da sıkı sarıldın Kris'e. Kalbindeki boşluğun, acının nedenini biliyordun artık. Kafanı kaldırıp, usulca öptün yanağını. Dudaklarına batan kısa sakallarını ve teninin sıcaklığını hissetmek kalbini deli gibi hızlandırmıştı. Şaşırarak, yüzüne baktı. Bakışları o kadar yumuşaktı ki... Ama bir o kadar da acı dolu. Yine de mutlu olmuştu Kris. Yaşlı gözlerine inat, ufacık ama sımsıcak bir gülümseme oturdu dolgun dudaklarına. Kalbin de, kanın hü ettiği yanakların gibi yanıyordu şimdi. Neden yalnızca onun yanında bu kadar utangaç oluyordun? Belki de seni bu hale getiren, duygularının gerçekliğinden emin oluşundu.

''Teşekkür ederim.''

Şimdi ortama hakim olan yegane şey, saf huzurdu. Kris sonunda kendisiyle yüzleşebilmişti. Hikayesini kendinden başkası da biliyordu artık, iyileşebilecekti yaralı ve soğuk kalbi.

Sen ise ağlamaktan ve elbette şömine ateşinin verdiği rahatlamadan dolayı uyuyakalmıştın.Huzur bulduğun kolların sıcaklığında...

***

Gözlerini araladığında, dünkü fırtınanın da etkisiyle boğuk bir hava karşılamıştı seni. Sonra, belindeki ağırlığı fark ettin. Battaniyeyi kaldırdığında bu ağırlığın sebebinin, Kris'in kolları olduğunu fark etmen uzun sürmedi. Onun yatağına taşınmış olmalıydın, çünkü dün gece şöminenin önünde uyuyakaldığından emindin. Yavaşça kendini döndürüp, onunla yüz yüze geldin. Hala uyuyor olması garipti, Kris hep çok erken kalkardı. O uyurken bu manzaranın tadını çıkarmaya karar verdin. Yüzü tıpkı bir sanat eseri gibiydi. Kaşları, göz kapakları, elmacık kemikleri, burnu, dudakları, çenesi, ve yine dudakları. Gözlerin dudaklarına takılıp kalmıştı. Onu öpme isteğinle savaşıyordun. Bu kesinlikle kötü bir fikirdi. Aniden, beklenmedik bir şey oldu ve Kris gözlerini açtı. Şu an ikiniz de şaşkınlıkla birbirinize bakıyordunuz. Dün geceki tuhaf yakınlaşmanın ardından, bugün neler olacaktı?

''Huh, be-ben gerçekten üzgünüm. Bir çeşit uyurgezerlik başlamış olmalı, ben de bilmiyorum.'' Telaşla doğrulup, kalktın. Hatırlamıyormuş gibi davranmak en iyisiydi. Böylece sapık gibi ithamlarda bulup, üste çıkamazdı.

''Yanlışlıkla olmuş olmalı, bence de...'' Kris'in uykudan uyanmış boğuk sesi tüylerini diken diken etmişti. Bir insan uykudan uyandığında bile nasıl böyle etkileyici olabilirdi ki? ''Neyse, yapacak yığınla iş var.'' Bir anda yataktan kalkıp odayı terk etmişti.

***

Gün boyu Kris'i ortalıkta görememiştin. Fazlaca pasaklı olduğuna karar getirip banyo yapmaya karar verdin. Soğuk suyla yıkanmak fikri bile üşümene yetiyordu, ama başka çaren de yoktu.

Kris'in banyo yapmana izin verdiği alana geldin. Etrafı kolaçan ettikten sonra ışık hızıyla soyunup suya girdin. Kenardan aldığın kili vücuduna sürerken, sana ait olmayan bir ses duydun. Acaba bir timsah olabilir miydi? İleride, suya değen dalların hışırtısını duyunca yavaşça oraya doğru ilerledin. Timsah olmadığına kendini inandırmaya çalışıyordun. Dallara elini uzattığın anda Kris'le burun buruna geldiniz. Sen olayın şokuyla çığlık atarken o da çıplak vücudunu gizlemek için boynuna kadar suya girdi.

''Yaaah! Ödümü kopardın! Niye sessiz sessiz geliyorsun?! Timsah sandım!'' diye cırladın.

''Asıl sen niye sessiz sessiz geliyorsun?! Röntgenci misin?''

''Haaaaaah?!?! Bana mı diyorsun?'' kendini işaret ederek, hayretler içinde sordun.

''Evet, daha önce yaptığın gibi...''

Zihninde çığlıklar atarken, gerçekte yalnızca şaşkınlıkla ağzını açabilmiştin. Ve kapatamıyordun da. Nasıl fark etmişti? O gece oldukça sessizdin. Üstelik o amaçla da gitmemiştin oraya! Sadece... Sadece büyük bir tesadüftü. Fazla seksi bir tesadüf.

''Paranoyak olmuşsun. Sanki daha önce hiç çıplak vücut görmedim! Hem o kadar da-'' Kris'in tek kaşı havaya kalkınca, ağzından çıkanları kulağın duymuş ve nasıl bir tuzak kurduğunu fark edebilmiştin. Resmen kendi ağzınla itiraf ettirmişti!

''Önce ben geldim. Çık sudan.'' Dedin dudaklarını bükerek.

''Burası benim adam, hatırlatırım. Çıkması gereken birisi varsa o da sensin.'' Kris umursamazca saçlarını ıslatmaya devam ediyordu.

''O zaman sırtımı yıka. Ulaşamıyorum.'' Sırtına dökülen ıslak saçlarını tek omzuna toplayıp, sırtını tüm çıplaklığıyla ona döndün. Omzunun üzerinden ona bakmayı da ihmal etmiyordun.

''N-ne?'' Kris'in yutkunuşunu duymuştun. Sağa sola bakıp kafasını salladı. ''Bu pis suda daha fazla yıkanamayacağım! Gidiyorum!'' Geldiği tarafa yüzerek çalılıkların arkasında kayboldu. Sen ise bilmiş bir tavırla gülümsedin.

''Amacım da buydu, ama sırtımı yıkasan da fena olmazdı.''

*** BİR AY SONRA ***

Bir ay daha geçirmiştin adada. Zaman hala çok yavaş geçiyordu, çünkü yapacak bir şey yoktu. Kris için yarı zamanlı çalışmanın haricinde. Toprak kazmasına, su getirmesine, meyve toplamasına yardım ediyordun. Karşılığında da genellikle sıcak yemek kazanıyordun, bazen de meyve. Az çok zehirli olanları ve olmayanları biliyordun artık, bilmediklerine ise hiç yaklaşmıyordun. Bir de sıcak su kaynağı vardı, çünkü burası volkanik kökenli bir adaydı. Bunu duyunca ufak bir kalp krizi geçirmenin eşiğinden dönmüştün, ama Kris donuk bir ifadeyle suratına bakıp şöyle demişti.

''Sence bu şekilde intihar edecek kadar salak mıyım? Kendimi öldürecek olsam o kadar para döküp bu adayı almazdım. Yaklaşık bin yıl önce sönmüş ve yeniden patlama olasılığı senin bir beyninin olma olasılığından biraz yüksek. Yani yüz binde bir kadar, yine de oldukça düşük değil mi?''

Bugün Kris için özel bir sürpriz hazırlamıştın. Çünkü bugün, onun adaya gelişinin beşinci yıl dönümüydü. Keyifli bir şeyler yapmak ikiniz için de iyi olacaktı. Tabi Kris yan çizmezse.

Öğlen meyve toplama işini bitirdikten sonra banyo yapıp, en temiz kıyafetlerini giydin. Muhtemelen bu, katıldığın eğlenceler içinde en rüküş olduğundu. Olsun, nasılsa üzerinde flaşlar patlatacak gazeteciler yoktu. Öğlen topladığın iki Hindistan cevizini alıp kulübenin yolunu tuttun. Güneş hala batmamıştı. Uzun zamandır yağmur yağmadığı için hava da güzeldi. Neşeyle kapıyı çaldın. İçeriden ses gelmeyince gözlerini devirip içeri geçtin. Kris yerde oturmuş, elinden hiç düşürmediği odununu yontuyordu.

''Madem içeridesin, neden kapıyı açmıyorsun?''

''Eğer yanlış görmüyorsam, iznim ve yardımım olmadan içeridesin. O halde neden kalkıp kapıyı açmalıyım ki? Kapıdan kovsam bacadan giriyorsun.'' Kafasını kaldırıp sana baktı. Kocaman bir sırıtışla ona baktığını görünce kaşları çatıldı. ''Bu bakıştan korkuyorum işte. Gene ne planlıyorsun?''

''Beşinci yılın kutlu olsun! Hayatında eskiye bir sünger çekip, yeni bir sayfa açtığın için tebrikler! Bu adada nice yıllara demek isterdim ama yaklaşık dört ay sonra gideceğim. Ama yine de bunu kutlayabiliriz, değil mi? İşte, bunlar da ev hediyem.'' Elindeki Hindistan cevizlerini ayağının dibine bıraktın. ''Daha önce hiç ev hediyesi götürmemiştim. Aslında pahalı bir Bordeaux şarabı getirmek isterdim ama elimizdekiler bunlar.''

''Hiçbir şeyi kutlamak istemiyorum. Beni yalnız bırak.'' Kris yine umursamazca yanıtlayınca, bileklerinden tutup yaptığı şeye engel oldun. Yavaşça elindekileri alıp kenara bıraktın ve gözlerine baktın.

''Hadi sahile gidelim.'' Diye neşeyle söyledin. ''Bugün hava çok güzel. Biraz temiz hava alırsın hem.''

''Bu adanın her yerinde hava temiz. Bari mantıklı bir şeyler söyle.'' Kaşlarını çattı. Moralin bozulmuştu. Ellerini bırakıp ayağa kalktın.

''İyi be. Gelme. Dört ay sonra gidince, gidişimi kutlarsın. Sonra da pişman olursun reddettiğin için, ama o zaman çok geç olacak.'' Odadan çıkmaya hazırlanırken, bacağın tutulduğu için adım atamadın. Bu Kris'ti. Kapının önüne konan bir köpek gibi bakıyordu.

''Tamam, geliyorum.'' Hemen dönüp gülümsedin.

''Oyunculuk koçum mükemmel biriydi, hiç bahsetmiş miydim? Oyunculuk derslerimin faydasını burada göreceğimi asla düşünemezdim.'' Ellerini neşeyle çırptın.

''Seni küçük yalancı.'' Kris'in yine sinirden gözü seğiriyordu. ''Buna iyi niyeti suistimal denir.''

''Ne dersen de. Çabuk ol, daha ateşi yakacaksın.'' Hızlıca yürümeye başladın. Kris arkandan bağırdı.

''Davetli olduğumu sanıyordum! Tüm işi bana yıkacaksın değil mi!''

***

Tam da tahmin ettiği gibi olmuştu. Ateşi ona yaktırmış, balıkları ona kızarttırmış ve Hindistan cevizlerini ona kestirmiştin. Afiyetle balığını yerken, göz ucuyla Kris'e baktın. Keyifsiz görünüyordu.

''Sen eğlenmiyor musun?'' diye sordun, sıcak balık yüzünden yanan ağzını serinletmeye çalışırken.

''Bu eğlence işini kendin için düzenledin, değil mi? Tüm işi yaptıktan sonra eğlenmemi mi bekliyorsun?'' Ateşin içindeki odunları karıştırmaya devam etti.

''Daha eğlenceye geçmedik ki!'' neşeli bir sesle konuştun.

''Aklında ne var?'' Nihayet dönüp bakmıştı.

''Şarkı söyleyeceğiz ve dans edeceğiz!'' parmaklarını yalayıp ayağa kalktın ve popona yapışan kumları çırptın. ''Ihm, ıhım!'' Boğazını temizledin. ''Hadi karaoke yapalım!''

''Korkunç sesini dinlemek istemiyorum.'' Kollarını kavuşturdu.

''Sesim korkunç değil, tamam mı? Bir hayran buluşmasında şarkı söylemiştim ve hayranlarım ağlamıştı!''

''Gördün mü? Onlar bile dayanamamış. Kulakları kanamıştır kesin.''

''Madem öyle sen söyle o zaman!'' Yerine oturup Hindistan cevizinin sütüne yumuldun. Kris boğazını temizleyince şaşkınlıkla ona baktın. Gerçekten de söyleyecek miydi? Trot bir şarkıyı mırıldanmaya başladığında kendini tutamayıp güldün. ''Ciddi misin sen? Trot mu dinliyorsun?''

''Ne var?! Gerçek sanatçılar trot söyler. Bu yüzden insanlar karaokede ya da içki içmeye gittikleri yerlerde trot söyler!''

''Tamam, şarkı söylemek kötü bir fikirdi. Başka bir şey yapalım.'' Başparmağını kemirirken düşünüyordun. Yapacak bir şey yoktu ki bu adada. Sonra aklına parlak bir fikir geldi. ''Hadi, suyun altında nefesimizi tutma yarışı yapalım!''

''Su buz gibi, olmaz.''

''Ağaca tırmanalım?''

''Maymun musun?''

''Ateşin üstünden atlayalım?''

''Saçma.''

Ne dersen de, Kris hiçbir fikrini beğenmiyordu. Elindeki son öneriyi de sundun.

''Hadi, dans edelim.'' Ayağa kalkıp, onun da kalkması için elini uzattın. Seni şaşırtan şey, elini tutup ayağa kalkmasıydı. Kollarını boynuna doladın, ama o ellerini iki yanında tutuyordu. Gözlerini devirip, yanlarda duran kollarını belinde birleştirdin. Kollarını yeniden boynuna sardığında gözlerinin içine bakıp konuşmaya başladın. ''Kafanda sevdiğin bir şarkıyı çal. Ben öyle yapacağım.''

Yavaşça hareket etmeye başladığınızda, hala göz gözeydiniz. Boynun ağrımaya başlayınca, kafanı Kris'in göğsüne koydun.

''Hangi aydayız?'' diye mırıldandın.

''Kasım.'' Sesi fısıltı gibiydi. Çıtırdayan ateşin sesi muhteşem bir fon veriyordu.

''Bir ay sonra, yılbaşında da benimle dans eder misin?''

''Hayır.'' Bunun aslında 'evet' olduğunu biliyordun artık. ''Mart ayında gideceğim...'' Konuyu değiştirmek için bir girişimde bulundun.

''İstediğin de bu değil miydi?'' Kafanı kaldırıp Kris'in yüzüne baktın. Yine hiçbir ifade barındırmıyordu.

''Kalmamı...İster miydin?'' sessizce sordun.

''Kal desem kalır mıydın?'' soruna soruyla karşılık vermişti.

''Hiç sormadın ki?'' Onun asla kal demeyeceğini biliyordun, yine de içinde bir yer bunu duymak için ölüyordu.

''Hiç kimseyi zorla yanımda tutmama konusunda kendime söz verdim.'' Kırdığın potu fark edince dudağını ısırdın.

''Öyle demek istemedim...'' Kris belindeki ellerini çözmüş, ve boynuna dolanan kollarını indirmişti.

''Böyle bir konuşma yapmamızı gerektirecek bir durum yok zaten.'' Arkasını dönüp karanlığa karışmıştı. Kafanı kaldırıp yıldızlı gökyüzüne baktın. Neden gözlerin doluyordu? Burnundaki sızı da neyin nesiydi?

''Biliyorum.'' Diye mırıldandın gözyaşların süzülmeden önce. ''Sadece neden bunun aksini istediğimi bilmiyorum.''

*** BÖLÜM SONU ***

Wowowowow 1746 kelime olmuş :3

 

Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
icequeenhera
#1
BEN GELDİİMM
Krisinfantazisi #2
Canım hikayem. Sonunda kavuştuk:)
DaisyW
#3
Ya unnie bu e mail ayarlamaya yapamadım bir türlü :'(
MKenKawaii
#4
No Way!’imi burada da buldum yalnız bırakmam