Bölüm - 12

No Way! [YOU]

''Hey! Beni duyabiliyor musun?'' bulanık görüşüne eşlik eden uğultu kulaklarında yankılanıyordu. Gözlerini birkaç kez daha açıp kapayarak görüşünü netleştirmeye çalıştın. Yattığın yerde doğrulmak için mücadele ederken, omuzlarına uygulanan kuvvete daha fazla karşı koyamayıp yeniden uzandın. Şakaklarında hüküm süren uyuşukluğa inat kendine gelmeye çalışıyordun. Ağzının bir çöl kadar kuru olması yutkunmanı zorlaştırıyordu. Dudaklarını kıpırdamaya zorlayarak, boğazından iniltiye benzer bir ses çıkardın.

''S-su...''

Beklediğin şey gecikmeden kurumuş dudaklarınla buluşmuştu. Suyu kana kana içtikten sonra, gözlerini güçlükle araladın. Kris başını güvenle yere koyduktan sonra, endişeli bakışlarıyla seni süzmeye başlamıştı.

''İyi misin?''

''Bok gibiyim... Ne oldu bana böyle?'' sesin yavaş yavaş yerine gelmeye başlamıştı.

''Bayıldın... Bana söylemediğin bir hastalığın falan mı var? Öyle aniden yere yığılınca ödüm koptu.'' Elleri terden alnına yapışmış saçlarını geriye çekiyordu.

''Sadece bazen...'' derin bir nefes aldın. ''Fazlaca stres ve baskı altında olunca bayılıyorum. Önemli bir şey değil.''

''Doğru düzgün beslenemediğinden... Sıcak da çarpmış olabilir... Ben sana yiyecek bir şeyler hazır-'' Kalkmak üzere olan Kris'in parmak uçlarını yakalayarak ona engel oldun.

''İyiyim ben.'' Ses tonun bile bunun koca bir yalan olduğunu ele veriyordu.

''İyiymiş numarası yapma!'' sıktığı dişlerinin arasından tısladı. ''Benim yüzümden bu haldesin değil mi? Baskı ve stresin nedeni benim... Böyle olacağını düşünemezdim...'' sesi sonlara doğru azalmıştı.

''Hayır.'' Parmaklarını biraz daha sıkarak, yanına oturmasını sağladın. ''Eğer sana yük olacaksam-''

''Yük olmadığını söyledim sana!'' gözleri bir anlık öfkeyle parladı.

''Sözümü kesme de, dinle önce...'' yutkunurken gözlerini açık tutma mücadelesi veriyordun ''Dediklerinde haklıydın. Geldiğimden beri başına bela oldum. İlk geldiğimde ölümden kurtardın beni, hastayken baktın. Ayağımı burktuğumda iyileştirdin. Rezil olduğumda görmezden geldin. Saçmalıklarımla canını sıktım çoğu zaman, biliyorum. Şımarık küçük bir çocuk gibi davranıyordum belki. Ama bunları farkında olarak yapmadığımı bilmeni istiyorum.''

''Neden böyle...'' kaşları çatıldı bir anda, çözmesi gereken anlamı arıyor gibi bakıyordu yüzüne ''veda konuşması yapıyor gibisin?''

Yüzüne zoraki bir gülüş yerleştirirken, gözlerin uzaklara dalmıştı. Buruk bir ifadeyle dudaklarını büküp devam ettin.

''Sadece kaçınılmaz sonun provasını yapıyorum diyelim... Sana haddinden fazla alıştım ve bu doğru değil, değil mi?'' gözlerini Kris'in gözlerine diktin. ''Burada kalamam. Ben bir yıldızım, unuttun mu? Ekranların olmadığı yerde ben bir hiçim... Bu noktaya gelmek için çok didindim, önüme çıkan tüm engelleri gözyaşlarıma rağmen aştım... Şimdi bırakamam, olmaz... Yapmam gereken çok şey var daha...''

''Sen bir hiç değilsin... Nasıl bu kadar aptalca düşünebilirsin? Daha ne zamana kadar hayatını başkaları için yaşayacaksın?!'' gözünün sinirden seğirdiğini fark edebiliyordun. ''Sen, sen olduğun için değerlisin. Hayatını dilediğin gibi yaşa, çünkü kendini mahkum ettiğin kafes bir gün kalbinin pişmanlıklarla dolu olmasına yol açacak... Geriye dönüp baktığında, kendinden bir şeyler görememek çok acı olacak. Korkularının esiri olma!''

''Yanılıyorsun...'' birkaç saniye bekledin devam etmek için. ''Bunu zaten kendim için yapıyorum. Fedakar olamayacak kadar bencil biriyim ben.''

Konuşacak bir şey kalmamıştı. İkiniz de gözlerinizi birbirinizden kaçırdınız. Yattığın yerde sırtını döndün. Hala söyleyecek bir şeyin vardı çünkü.

''Yine de, o zamana kadar iyi arkadaşlar olarak kalalım. Olmaz mı?''

***

Zaman su gibi akıp geçiyordu. Çoktan iki ayı geride bırakmıştınız. Gündelik işler, olağan yorgunluklar... Elbette arada farklı şeyler de yapıp, Kris'in gözetiminde adayı da geziyordun. Nasıl da alışmıştın buraya? Bir zamanlar lanet okuduğun ve kurtulacağın günü iple çektiğin yer şimdi, gözlerini kapattığında unutmaktan korktuğun bir yer haline gelmişti. Yaklaşık bir ay daha burada olabilecektin. Sonra her şeyi geride bırakıp gidecektin ; Kris'i, bu adayı, kalbine dokunan ilk öpücüğü...

Ama hiçbir şey planladığın gibi gitmemişti. Hayat zaten, biz planlar yaparken başımıza gelen şeyler değil miydi? Bir kez daha planladığından farklı şeyler gelmişti başına işte. Bu hayattı. Acısıyla, tüm gerçekliğiyle...

''Kris?'' oturduğun yerde tedirgince kıpırdanıp kaşlarını çattın. ''Benim duyduğumu sen de duyuyor musun yoksa delirmeye mi başladım?'' bir helikopter sesi... İmkansız.

Kris ise sanki beklediği bir şeyin gerçekleşmesinin verdiği rahatlıkla yerinden kalktı ve kapıya yürüdü. Sen de onu takip ediyordun bir adım gerisinden. Gittikçe sesler yaklaşıyordu. Son çalıları da geçtikten sonra kumsala yaklaşmıştınız. Tanrı aşkına! İki tane iyi giyimli genç adam! Size doğru yürüyüp el sallıyorlardı.

''Patron!'' diye bağırdı esmer olan.

''Biz geldik!'' suratında pek mimik barındırmayan beyaz tenli de ona katıldı.

''K-kris... Onlar kim?'' Kris'in arkasına sinmiş, kolunu dürtüyordun. Bu halinle annesinin arkasına saklanan çocuklardan farkın yoktu.

''Onlar... Jongin ve Sehun... Benim...'' yutkunduktan sonra devam etti. ''Onlar benim adamlarım.''

Şaşkınlıkla bir Kris'e, bir de karşıdan gelen genç adamlara bakıyordun. Yanınıza geldiklerinde saygıyla selam verdiler önce, daha sonra sıkı sıkıya kucakladılar Kris'i.

''Ne o? Bizi gördüğüne sevinmemiş gibisin?'' Beyaz tenli olan Kris'in omzuna vururken dudaklarını büküyordu.

''Her görüşümde biraz daha kas yapıyorsun dostum, belki de ben de bu adaya yerleşmeliyim?'' esmer olan göz kırptı.

''Yah! Saçmalamayı kesin serseriler!'' Kris yine suratsızdı.

''Hadi ama patron! Bizi acil bir şekilde ara-''

''Kapa çeneni Jongin!'' Kris kükredi.

''Yani şey... Dediğin şeyleri nereye bırakalım?'' Sehun konuştu, ancak daha sonra pot kırmış gibi dudağını ısırdı. ''Biz getirdiklerimizi yerleştirsek iyi olacak. Yürü Jongin!'' İkisi de tişörtlerini çıkarıp kenara fırlatarak geldikleri yöne doğru koşmaya başladılar. Arada suya girip birbirlerine su da atıyorlardı.

''Ne demek istediler?'' salak değildin, ortada bir numara döndüğünü anlayabiliyordun.

''Ben aradım.'' Derin bir nefes çekti ciğerlerine, ağır ağır bıraktı tuttuğu nefesi. ''Adada bir acil durum telsizi vardı... Bana öyle bakmayı kes, gerçekten varlığını bile unutmuştum. Geldiğimden beri 3-4 seferden fazla kullanmadım zaten.''

''Hayır... Ben sadece... Gerçekten şaşırdım.'' Şaşkınlığını atmak için kafanı salladın. Duyduklarını sindirmen zaman alacaktı.

''Yalan söylemiyorum, inan bana.''

''Şu an önemli olan bu değil...'' gülümsemeye zorladın kendini. ''Bunun anlamı...'' boğazındaki yanmaya meydan okuyarak konuşmaya zorladın kendini ''...gidiyorum, değil mi?''

''Eğer istersen.'' Kris hala açık kapı bırakıyordu, son ana kadar...

''B-ben... Hazırlansam iyi olacak...'' onu geride bırakıp hızlı adımlarla kulübeye doğru yürümeye başladın.

***

''Girebilir miyiz?'' Sehun ve Kai seslendikten sonra içeri girdiler. Onların dönüşünü bekliyordun yolculuk için. Bu bekleyiş, 5 aylık bekleyişinden daha zordu. Kris'le göz teması kurmamak için özel bir çaba sarf ediyordun. Gözlerini içeri giren ikiliye diktin.

''İhtiyacın olan her şeyi depoya yerleştirdik. İlaç, pirinç, tohumlar...'' Kai konuştu. Elindeki küçük seyahat çantasını Kris'in ayaklarının dibine bıraktı yavaşça. ''Bu da... İstediğin diğer şey.''

Kris çantaya bakıp yavaşça başını salladı. Ayağa kalkmadan önce çantayı aldı eline.

''Biz dönene kadar burada bekleyin.'' Sana doğru ilerlediğini, görüş alanına giren büyük erkek ayaklarından anlamıştın. Kafanı ağır çekimde yukarı kaldırıp ona baktın. ''Benimle gel.''

'Nereye gidiyoruz?' diye sormana fırsat bırakmadan bileğini kavramış, peşi sıra sürüklüyordu seni. Uzun ve bir o kadar da sessiz bir yürüyüştü bu. Tanıdık bir yolu yeniden arşınlıyordunuz. Yaklaştıkça anlamıştın ki, burası sıcak suların olduğu yerdi. Çantayı sana uzattı.

''İçinde ihtiyacın olan şeyler var...''

Dizlerinin üzerine çöküp, sana uzatılan çantanın fermuarını açtın. İçinde temiz birer kat yazlık ve kışlık kıyafetler, ayakkabı, temiz iç çamaşırı, havlu, şampuan ve duş jeli, tarak, tırnak makası, makyaj malzemeleri vardı. Her şey düşünülmüştü.

''İç çamaşırı bedenimi nasıl tahmin edebildin?'' siyah ve üstü dantelli sutyeni incelerken sordun.

''Göz diye bir şey var.'' Homurdanarak yanıtladı Kris.

''Göğüslerime mi bakıyordun bunca zaman?'' sahte bir hayret edası kullandın.

''Soyun.'' Kris emretti.

''Y-yaah! Ne dediğini kulağın işitiyor mu senin?'' kekelemeye bir son versen iyi olacaktı.

''Banyo yapmayacak mısın? Neden hemen farklı anlamlar yüklüyorsun ki?''

''Y-yüklemiyorum!'' yüksek sesle çıkıştın. ''Kim olsa öyle anlardı...'' dudaklarını büküp homurdandın. Ayağa kalkıp, Kris'in sana verdiği tişörtünün uçlarını kavradın. ''Bana bakarken soyunmamı beklemiyorsun değil mi?''

Kris gözlerini devirerek arkasına döndüğünde hızla soyunup suya girdin. ''Çantadan şampuanı uzatır mısın?'' kafanı suya sokup ıslattıktan sonra, ellerinle gözlerini ovuşturdun.

''İzin verirsen...'' şampuan kapağının açıldığını duydun. ''Saçlarını ben yıkamak istiyorum...''

Şaşkınlığın, hızla atan kalbinin sesiyle yarışıyordu. Bilinçsizce, kafanı salladın. Büyük eller, şampuanın soğuk hissiyle başına dokunduğunda gözlerini kapattın. Parmaklarının , saçlarını zarif dokunuşlarla yıkayışına odaklanmıştın.

''Maceranın sonu, ha?'' sessizce sordu Kris. Huzursuzca kıpırdanmıştın yerinde. Ama çok geçmeden, dokunuşları tüm gerginliğini alıp götürmüştü. ''Sonu hiç tahmin etmediğimiz şekilde biten bir macera...'' son söylediğiyle, aslında kendi kendine konuştuğunu, bunun bir soru olmadığını anlamıştın. Rahatlamıştın, verecek bir cevabın yoktu çünkü. Elleri saçlarından uzaklaşınca gözlerini araladın. Sol omuz başına konan öpücükle neye uğradığını şaşırmıştın.

''Çok oyalanma.''

Hızlıca duş aldıktan sonra, senin için getirilen çantaya uzandın. Havluyla kurulandıktan sonra, sırayla iç çamaşırlarını ve kıyafetlerini giydin. Saçlarını taradıktan sonra havluyu kafana sardın, çantayı yeniden aldıktan sonra Kris'in seni beklediği yere yürümeye başladın. Aklına o gece gelmişti, Kris'i kaybettiğini düşünürken kurtarıcı gibi yetişmesini... Kollarını etrafına sardığında korkunun buhar olup uçuşunu, yerini gökkuşağı kadar berrak bir güvene bırakışını... Doğru bir karar mıydı gitmek? Bilmiyordun, zamanla görecektin...

''Ne düşünüyorsun?'' Kris aradaki gergin sessizliği bozmak adına konuştu.

''Nelerle karşılaşacağımı...'' yalan olmasa da, şu anda bunu düşünmüyordun.

''Düşünme. Düşünmen hiçbir şeyi değiştirmeyecek değil mi? En fazla bir iki ay konuşulur, sonra her şey normale döner...''

''Yine de endişelenmeme engel olamıyorum.'' Alt dudağını kemirdin. ''Her şey çok garip.''

Bu sırada kulübenin önüne gelmiştiniz. Sehun ve Kai dışarıda bekliyorlardı.

''Hazırsanız, gidelim mi?'' Geldiklerinden beri ilk defa seninle konuşuyorlardı.

''Bir dakika.'' Koşarak içeri girip ayırdığın eşyalarını aldın. Kris'in sana verdiği tişört, şort ve geldiğinde giydiğin kıyafetlerin... Hepsi bu kadar. Elbette onları kullanacağından değil, sadece... Sana onu hatırlatacak bir şeylere ihtiyacın olacaktı. Kulübeden çıktığında üç asık suratın sana baktığını fark ettin. Sehun ve Kai birbirlerine işaret ettikten sonra önden yürümeye başladılar. Bu Kris'e veda edebilmen için son şansındı.

''Kris...'' elindeki çantayı yere bırakıp, parmak uçlarında yükselerek boynuna sarıldın. Çok geçmeden belini saran güçlü kolları hissetmen sana devam etme gücü vermişti. ''Bunca zaman bana iyi bakıp, göz kulak olduğun için minnettarım... Şimdi gidiyorum, umarım eskiden olduğu gibi huzurla yaşarsın... Ben öyle yapacağım. Kariyerime odaklanıp, sıkı çalışacağım. Ve... Seni unutmayacağım Kris, asla...'' gözünden süzülen bir damlanın Kris'in omzuna düşmesine engel olamamıştın. Hızlıca gözlerini silip, yüzüne mutlu olduğunu sandığın bir gülüş yerleştirdin.

''Kendine dikkat et...'' diye başladı Kris, gözlerine bakmakta zorlanıyor gibiydi. ''Aptal olduğundan, hayat normal insanlardan iki kat daha zordur senin için. Sana söyleyeceğim tek bir şey var, asla kendin olmaktan vazgeçme... Seni özel yapan şey bu çünkü, doğallığın... Hayatını kendin için yaşa, başkaları ne der diye düşünme. Sana söylediğim şeyleri hatırlıyorsan eğer, asla unutma. İyi yolculuklar.'' Eli son kez saçlarının arasında dolaştıktan sonra, arkasını dönüp kulübeye yürümeye başladı. Sen de az ilerde, havalanmak için seni bekleyen helikoptere doğru yürümeye başladın. Her şey başladığı gibi bitiyordu, tıpkı iki yabancı gibi sessizce olmuştu vedanız. Sehun'un yardımıyla bindiğin helikopter havalanmaya başladığında, kalbinde benzersiz bir sızı hissetmiştin. Gözyaşların pişmanlıkla dökülürken, ada çoktan küçücük bir kara parçası olarak görünmeye başlamıştı sonsuz okyanusta...

*** BÖLÜM SONU ***

 

Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
icequeenhera
#1
BEN GELDİİMM
Krisinfantazisi #2
Canım hikayem. Sonunda kavuştuk:)
DaisyW
#3
Ya unnie bu e mail ayarlamaya yapamadım bir türlü :'(
MKenKawaii
#4
No Way!’imi burada da buldum yalnız bırakmam