Bölüm - 6

No Way! [YOU]

Uyanmanı sağlayan şey ne gün ışığı, ne de kumsala vuran okyanusun sesiydi. Tam olarak kasıklarındaki ağrıydı ve buna eşlik eden ıslaklık hissi. Kafanı kaldırıp bacaklarının arasına baktığında, korktuğun şeyin başına geldiğini fark ettin. Adet olmuştun. Hem de bu lanet adada.

Tabi ya, çoktan bir ay olmuştu geleli. Hatta belki biraz daha fazla. Sinirle saçlarını karıştırıp, ellerini yüzüne bastırarak yattığın yerde tepindin. Ne yapacaktın? Üstelik bu ıssız adanın diğer ferdi bir erkekken. 'Ne rezilik ama...' diye geçirdin içinden. Şimdilik, durumu idare edene kadar, tişörtünün eteğinden uzunca bir kısmı yırtıp kullanmaya karar verdin. Eski çağlarda yaşayan kadınlar için içinden bir dakikalık saygı duruşu da yaptın. Artık onları anlayabiliyordun, ne kadar rahatsız hissettiklerini.

Derin düşüncelerle yürürken, ayaklarının seni Kris'e getirdiğini fark ettin. Ondan yardım istemeye korksan da başka çaren yoktu. Derin bir nefes alıp seslendin.

''Kriiiis!''

''Ne var?'' Arkandan gelen derin ses seni korkutmuştu Yerinde sıçramana engel olamamıştın.

''Tişörtüne ne oldu böyle? Fareler mi kemirdi?'' omzundaki kazmasını yere bırakıp matarasındaki suyu yudumladı.

''Iııı, şey... Güneş yüzünden... Çok yıprandı ya... Yırtılıverdi işte...'' ellerin anlamsızca -hatta biraz da salakça- sallanıyordu anlatırken. Ve Kris'in yüzüne aynı ifadeyi veriyordu bu durum. Bir numaralı 'Sen salak mısın?' bakışı. ''İşte şey diye geldim ben... Şey... Kullanmadığın eski bir tişörtün var mı?'' bir solukta sormuştun.

''Var.'' Tonlamasından bile vermek istemediği belliydi. Tam konuşmaya başlayacaktın ki o önce davrandı. ''Buraya gelip sürekli bir şeyler istemenden hoşlanmıyorum. Eğer tişörtü istiyorsan bir gün benim için çalışmalısın. Bedavacı insanlardan nefret ederim.''

''Heey! Ben bedavacı falan değilim, tamam mı? Ne yapabilirim söyle? Elimden her iş gelir!'' aşırı bir öz güvenle kollarını göğsünde çaprazlamıştın.

''Sen mi? Hıh.'' Sesindeki alayın kokusu barizdi. ''Poz vermekten ve orda burada objektiflere gülümsemekten başka bir şey yapabildiğini sanmıyorum... Gerçi... Onda bile iyi değilsindir.''

''Denememi ister misin?'' durup en iyi gülümsemenle poz verdin. Birkaç aegyolu sevimli hareket daha yaptın. Ama Kris hala düz bir ifadeyle bakıyordu suratına.

''Tanrım bu korkunç... Kes şunu...'' birden sesini yükseltti.

''Beğenmeyebilirsin ama bu senin zevksiz biri olduğunu gösterir, benim başarısız olduğumu değil. Aksi takdirde milyonlarca insan bu gülüşü beğenmezdi. Eee, ne yapayım söyle hadi?''

***

''Tanrım ölüyorum!'' elindeki kürekle boğuşuyordun. Her tarafın tutulmuştu ama hala doğru dürüst bir çukur açamamıştın.

''Beceriksiz. Ver şunu.'' Kris senin vermeni beklemeden elinden küreği kapmıştı. ''Böyle yapacaksın.''

Küreği toprağa saplayıp, ayağıyla da bastırarak toprağa gömmüş ve zorlanmadan bir kürek dolusu toprağı kenara atmıştı. Yeniden küreği sana uzattı.

''En son elime bir kürek aldığımda 5 yaşındaydım ve bir kum havuzunda oynuyordum... Üstelik o plastikti.'' sesli düşündüğünü fark edebildiğinde çok geçti. Kris'in duyup duymadığına bakmak için döndüğünde, Kris'in yüzünde bir gülümseme yayıldığını görmüştün, bundan emindin.

''Elini çabuk tut. Yağmur başlamadan bitirmemiz lazım.''

''Ne yapacaksın ki burayı?'' kürekle boğuşurken güçlükle söyleyebilmiştin.

''Birkaç şey ekeceğim. Sebze tohumu falan.'' Umursamazca yanıtladı.

***

Koluna değen su damlacığıyla kafanı kaldırıp gökyüzüne baktın. Bu sırada bir tanesi de burnunun ucuna damlamıştı. Ellerini açıp havaya kaldırdın mutlu bir ifadeyle.

''Yağmur yağıyor...'' mutlulukla mırıldandın.

''Ve böylece işten kaytarabileceksin. Bastırmadan kulübeye gitsek iyi olacak.'' Kendi elindeki kazmayı ve senin elindeki küreği kapıp yürümeye başlamıştı bile. Hala gelmediğini görünce dönüp tekrar seslendi.

''Duymadın mı yoksa tek seferde anlayamayacak kadar aptal mısın? Bastırmadan gitmemiz gerek dedim az önce.'' Yine kaşları çatık ifadesine bürünmüştü.

''Ne sağırım ne de aptal. Yağmuru severim. Biraz ıslanmak istiyorum. Sen git.''

''Bence kesinlikle aptalsın. Terlisin ve üstündeki o bir parçacık şeylerden başka giyecek kıyafetin yok, hatırlatırım. Hasta olursan-''

''Hasta olursam bana bakarsın.'' Dedin gülümseyerek. Bu çok masum ve neşeli bir gülümsemeydi. Kris'in kalp ritmini alt üst eden cinsten.

''Sa-saçmalama ve yürü!''

''I-ıh. Gelmiyorum.''

''Ben seni götürmesini bilirim!'' Elindeki kazma ve küreği atıp üzerine yürümeye başladığında, çığlık atarak kaçmaya başlamıştın. Bu sırada yağmur da iyice bastırmıştı.

''Senin yüzünden ıslanıyorum ve bu sinirimi bozuyor! Daha da sinirimi bozan katır gibi inatçı oluşun! Gel buraya küçük cadı!''

Kris'in de koşmaya başladığını görmenle, elinden geldiği kadar hızını arttırdın. Ama uzun bacakları karşısında pek de şansın yoktu. Çok geçmeden kaslı kollar belini kavrayıp durdurmuştu seni. Ve hiç zorlanmadan, bir paketmişsin gibi omzuna atıp koşmaya başlamıştı.

***

''Al şunları.'' Kris'in attığı havluyu ve kazağı havada yakalamıştın. Yavaşça saçlarını kurularken, o da ıslanmaktan üzerine yapışan tişörtü çıkarıp havlusuyla saçını kurulamaya başlamıştı. Bir an yutkunmana engel olamadın. Kolları hareket ettikçe, ipeksi tenin altında kıpırdayan kaslarıyla... Çok çekici görünüyordu... Ve erkeksi. Hemen kafanı çevirip, havlunu kızaran yüzüne siper ettin.

''Hapşıı!'' Hayır, olamaz. Bu kadar erken haklı çıkmamalıydı!

''Gördün mü? '' üstüne beyaz bir tişört geçirmişti. ''Üstelik hala üstünü değiştirmemişsin.''

''O tozdan old- Hapşııııı!'' Hem o odadayken nasıl değiştirebilirdin ki?

''Eminim öyledir. Sen giyin, ben kahve yapacağım.'' Odadan çıkmak üzereyken söylediğin şeyle yerinde kalakaldı. Hatta sinirden gözü seğiriyordu.

''Benimki kremalı olsun lütfen!''

''Oradan bakınca starbucks çalışanı gibi mi duruyorum? Hiç farkında oldun mu bilmiyorum ama burası ıssız bir ada. Kahve bulduğun için minnettar olmalısın.''

''Ama ben acı kahve içemem ki.'' Dudaklarını bükmüştün.

''Zıkkımın kökünü iç. Beni ilgilendirmiyor.'' Diyip odadan çıkmıştı. Üstündekini çıkarıp kurulandın ve sana verdiği kazağı giydin. İstemeden, burnuna dolan kokunun kaynağına yaklaştırdın burnunu. Kazağa sinmiş erkeksi koku...

''Hayır hayır hayır... bunu düşünme!''

''Neyi?'' Kris elinde iki kupayla içeri girdiğinde, kendi tükürüğünde boğuluyordun az daha.

''Hiiiç, hiçbir şey.'' Sana uzattığı kahveyi alıp burnuna götürdün. Harika bir vanilya kokusu geliyordu. ''Vanilya mı?'' şaşırmıştın.

''Evet, vanilya. Kendim yetiştirdim.'' Kahvesinden bir yudum aldı.

''Nasıl?'' kocaman açılmış gözlerin merakla bakarken, mis kokulu kahvenden bir yudum aldın. Şimdi Kris'in şömineyi yakışını izliyordun.

''Vanilya çok zor yetişen ve çok emek isteyen bir bitkidir. Ayrıca dünyada safrandan sonraki en pahalı baharattır. Üç yılda yetişiyor. Meyvesinin olgunlaşması yaklaşık 9 ay sürüyor. Bir ay da güneşte kurutmak gerekli. Aslında sadece çiçeği için ekmiştim...''

''Demek en az dört yıldır buradasın...'' Kris afallamıştı. Buna dikkat etmeni beklemiyordu.

''Aslında... 4 yıl 11 ay oldu.'' Kahvesinden bir yudum daha aldı.

''Özel değilse bunu sormak istiyorum... Neden buradasın Kris? Ne yaşadın ki kendini buraya hapsettin?''

''Uzun hikaye...''

''Aslında dinlemek isterim ama nedense çok uykum var... Yağmurdan sanırım...'' Kupayı uzağa koyup, yavaşça şilteye kıvrıldın. Gözlerin kapanırken Kris'in üzerini örttüğünü gördün en son...

-KRIS-

''Çarkıfelek ve kediotu sayesinde...'' diye mırıldandım duymayacağını bildiğim için. Bu iki otun ağrı kesici ve uyku getirici özelliği olduğunu biliyordum. Ayrıca kas gevşetici ve rahatlatıcı. Bugün fazlasıyla çabaladı. Ve adet olduğunu anlamayacak kadar salak değilim elbette.

İyiden iyiye ona alıştığımı fark etmek canımı yakıyor. Bu hissin verdiği kötü anıların zihnime doluşmasına engel olamıyorum. Bir gün gitmek istediğinde... Bununla başa çıkabilecek kadar güçlü müsün Kris? Bu kadar kısa bir sürede ona bağlanman, yeterince zayıf olduğunu göstermiyor mu zaten?

Örtüyle iyice üstünü örtüp -omuzları dışarıdaydı ve üşüyebilirdi- yanına oturdum. Huzur içinde uyuyan yüzünü görmek, tuhaf bir şekilde iyi hissettiriyordu. Tıpkı bugünkü gülüşü gibi. Tanrım, bunu umarım tekrarlamaz. Ya da... Aslında o kadar ciddi bir istek değildi Tanrım. Sen bana bakma.

Gözlerimi yüzünden ayıramıyorum. Aslında dudaklarından... Bunu yapacağım için kendimi çok kötü hissediyorum ama yapmazsam... Hayır Kris! Bu kadar adi olamazsın! Omuzlarımdaki melek ve şeytanın atışmasını duyabiliyordum. Bir yanım masum bir öpücüğün zararı olmaz derken, diğeri bunun onun savunmasız halinden faydalanmak olduğunu haykırıyordu... Kalbimse bambaşka bir şeyi...

'Onu seviyorsun Kris...'

Hayır! Onu sevmiyorum! Bu doğru değil!

Peki neden yüzüne eğiliyorum?!?!

HAYIR! SAÇMALIK BU!

Yerimden kalkıp odayı terk ettim. Orada daha fazla kalabileceğimi sanmıyorum. Bu aptal çarpıntı da neyin nesi?

*** BÖLÜM SONU ***

 

Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
icequeenhera
#1
BEN GELDİİMM
Krisinfantazisi #2
Canım hikayem. Sonunda kavuştuk:)
DaisyW
#3
Ya unnie bu e mail ayarlamaya yapamadım bir türlü :'(
MKenKawaii
#4
No Way!’imi burada da buldum yalnız bırakmam