Bölüm - 4

No Way! [YOU]

Hala doğru dürüst iyileşemediğinden Kris'in kulübesinde kalıyordun. Kendi isteğinle değil elbette, mağara adamının zoruyla buradaydın. Sana meraklı olmadığını, ölmeyecek kadar iyileştiğinden emin olduğunda evinden atacağını hatırlatıyordu her gün.

Bir emir vermediği sürece konuşmuyordu seninle. Çok esrarengiz bir yanı vardı bu adamın. Bütün gün elindeki küçük çakıyla odun yontuyor ya da avlanmaya çıkıyordu. Hiç konuşma ihtiyacı hissetmiyor gibiydi ve bu oldukça garipti. Aslında düşününce her şey garipti. Bir insan neden ıssız bir adaya yerleşirdi ki? Aklını kaçırırdı insan burada. Gerçi, çok yerinde olduğunu da söyleyemezdin.

Dikkatini çeken başka bir şey daha vardı. Evet, buraya pılını pırtını toplayıp taşınmış olabilirdi. Ama adada üretemeyeceği şeyleri nerden temin ediyordu? Kim bilir ne zamandır buradaydı, gelirken getirmiş olamazdı. Yatakta oturur pozisyona geçip boğazını temizledin. Bu durum, bıçağıyla elindeki odunu yontan Kris'in dikkatini çekmişti.

''Bir şey mi isteyeceksin?'' yeniden elindeki işe odaklanmadan önce umursamazca sordu.

''Bir şey soracağım aslında.'' Cümlelerini kafanda bir sıraya koyuyordun. Nereden başlayacağına karar veremiyordun bir türlü.

''Neymiş?''

''Bana verdiğin ilaçları... Nerden... Yani tarihi geçmiş falan değil, değil mi?''

Kris sana her zamanki 'Harbi aptalsın' bakışlarından birini attıktan sonra gözlerini devirdi.

''Aptallığın şaşırtıcı seviyelerde... Eğer onların tarihi geçmiş olsaydı şimdiye ölürdün, ki bu hayatını kurtarma amacımla taban tabana zıt bir durum.'' Cümlesini bitirmesiyle birkaç küçük odun parçası daha yerle buluştu.

''Öyleyse nerden aldın? Yoksa Lost dizisindeki gibi kayıp bir laboratuar falan mı var buralarda? Beni denek olarak mı kullanıyorsun?'' Kris'in ürkütücü kahkahasıyla korkarak yerine sinmiştin.

''Hayır fantastik aptal. Yok öyle bir şey. Adamlarım her altı ayda bir buraya gelip, ihtiyacım olabilecek bazı şeyleri getiriyorlar... İlaç, kıyafet, pirinç gibi...'' duyduğun şey yerinde sıçramana yol açmıştı.

''Adamların mı? Ne zaman gelecekler bir daha?'' umutla bakıyordu gözlerin.

''Sen gelmeden birkaç gün önce gelmişlerdi... Yani yaklaşık 6 ay sonra.''

Moralin bozulsa da, hala bir kurtulma şansın vardı. Tek yapman gereken o zamana kadar hayatta kalmaktı.

''Neden bana söylemedin?'' dedin üzgün bir ses tonuyla. ''Senin yüzünden burada ölebilirdim.''

''Haaaaah?! Neden şuna kendi aptallığım yüzünden demiyorsun? Ben olmasam ölmüştün şimdiye. Kurtarmaya gelecekler diye şişinip, gelmeyince de aptal gibi ölmeye çalışan kimdi acaba?''

Sinirle oturduğun yerden kalkıp kapıya yöneldin. Daha fazla bu odunla aynı havayı solumak istemiyordun. Adamları yeniden gelene kadar, ona inat hayatta kalacaktın. Onun yardımı olmadan, kendi ayakların üzerinde durabileceğini görmeliydi.

''Nereye?'' başını meşgul olduğu şeyden kaldırmadan sordu.

''Zorunlu misafirliğimi burada noktalıyorum. Önümüzdeki 6 ay boyunca senin gözüne görünmeden hayatta kalacağım ve bu lanet adadan kurtulacağım!''

''Nihayet... Evime kazık çaktığını düşünmeye başlamıştım.'' Umursamazca odununu yontmaya devam etti. Bu sakin tavrı sinirine dokunuyordu. Günlerdir onu evinde zorla tutan kendisi değilmiş gibi, yüzsüzce evinden kovuyordu seni. Sinirle yerinde tepindikten sonra kulübeyi terk ettin.

Bunu lisedeyken zorla götürüldüğün kamplardan biri gibi düşünebilirdin. Pekala, biraz daha zoru. Bu defa her şeye sıfırdan başlamak zorundaydın. Ama öncelikle üzerindeki leş kokudan kurtulmak için yıkanmaya ihtiyacın vardı. Bu sürede planını yapabilirdin.

Daha önce yıkandığın suyun yanına geldiğinde, üzerindekileri çıkarıp uçmaması için bir taşın altına koydun. Suyun kenarından biraz kil aldıktan sonra, daha derin olan yerine ilerledin. Saçlarını yıkadıktan sonra, boyun hizana kadar gelen suda biraz daha oyalandın.

''Hey!'' yine ne vardı! Neden rahat bırakmıyordu bu adam seni? Arkanı dönüp kıyıda dikilen adama baktın.

''Ne var?'' diyerek tersledin onu. Elindeki kutuyu salladıktan sonra arkasına dönüp, ağır adımlarla yürümeye başladı.

''Sana ilaç getirmiştim ama galiba ihtiyacın yok...''

''Dur! Bekle! Öyle demek istemedim!'' sudan çıkıp çok uzaklaşmadan ona yetişsen iyi olurdu. Tam arkasını dönmek üzereyken bağırdın. ''SAKIN DÖNMEEEEEEE!'' telaşla ellerini göğsünde birleştirdin.

Kris tam dönmek üzereyken korku ve gerginlikle olduğu yere çakıldı. Dönmeyeceğinden emin olduğunda ilerleyip arkasına dikildin.

''Teşekkür ederim, ilaç için.'' Uzanıp elindeki kutuyu aldın.

''S-sana adada çıplak gezmemeni söylememiş miydim?'' yutkunma sesini rahatça duymuştun.

''Banyo yapıyordum. Giyinikken yapamazdım. Yerdeki kıyafetlerimi görmedin mi hem?''

''Bulduğun her suya atlıyorsun, nerden bileyim yıkandığını? A-ayrıca görmedim kıyafet falan! Sapık mıyım ben?!''

''Tamam, önemli değil. Büyütmeyelim olur mu? Şimdi ben suya döneceğim. Ben girene kadar burada kal!'' dedikten sonra geri geri ilerleyerek yeniden suya girdin. İlacı kıyafetlerinin yanına fırlatmayı unutmamıştın. ''Tamam, gidebilirsin.''

Kris başka bir kelime daha etmeden uzaklaşmıştı. Gözden kaybolduktan sonra suda biraz daha oyalandın ve çıkıp üstünü giyindin.

***

Akşam olduğunda, yine sahilde oturmuş yıldızlı gökyüzünü inceliyordun. Şansına bugün hava güzeldi. Ama hala barınak sorununu çözememiştin. Belki de Kris'ten sadece bir kerelik yardım isteyebilirdin. Ama bu küçük iyiliği bile yapacağından şüpheliydin. Yine de şansını denemeden bilemezdin ve bu yüzden -son kez- kulübeye gitmeye karar verdin.

Bir süre yürüdükten sonra, tanıdık birkaç kayayı geçtiğinde kulübeye yaklaştığından iyice emin oldun. Çalıların arasından çıkmak üzereyken ayakların çivilenmişçesine yere sabitlenmişti. Buraya gelirken aklında küvetinde banyo yapan bir Kris imajı yoktu. Yükselen buharın içinde, ıslak saçlarını geriye yapıştırmış, gözleri kapalı bir şekilde küvette uzanıyordu. Ellerini küvetin kenarlarına koydu ve yavaşça doğruldu. Ayağa kalkarken arkası dönüktü, su damlacıkları yapılı sırtından süzülüp, kalçalarından geçerek uzun bacaklarına akıyordu. Küvetten çıkıp az ilerideki havlusuna uzandı ve mavi havluyu sıkı kalçalarıyla buluşturdu. Manzaran kapanınca kendine gelebilmiştin. Kafanı iki yana sallayıp yutkundun. Kalp atışının ve tükürük salgının normale dönmesi biraz zaman almıştı. Ellerini ateş gibi yanan yanaklarına şiddetle vurarak az önce gördüklerini -ıslak bir yunan heykeli- unutmaya çalışıyordun. Buraya ne için gelmiştin? Amacından sapamazdın! O odundan etkilenme olasılığın Jüpiter'de hayat bulunma olasılığından daha küçüktü! Çalıların arasından çıkıp, hedefine odaklanmış bir şekilde kulübeye yürüdün. İçeri girmeden önce seslenmen gerekirdi değil mi? Boğazını temizleyerek yüksek sesle seslendin.

''Kris!''

Cevap çok gecikmeden gelmişti. Bambudan kapı ardına kadar açıldı ve -hala lanet havlusuyla uyumlu bir bütün arz ederek- Kris göründü. Bir diğer havluyla saçlarını kurulama işine ara verip havluyu boynuna astı ve 'ne var yine?' bakışlarından biriyle sana bakmaya başladı.

''Ne var?''

''İçeri gelebilir miyim?'' diye sordun tereddütle. Kovulma ihtimaline karşın, gözlerini kapatarak bekliyordun.

''Gir.'' Sesini duyduktan sonra şaşkınlıkla gözlerini açtığında, kapıda onu göremedin. Gerçekten de içeri kabul etmişti, inanılır gibi değildi. İçeri girip biraz ilerledikten sonra kapıya yakın duran bir tahta oturağa oturdun.

''Senden yardım istemek için geldim.'' Pat diye söylemiştin, lafı dolandırmanın ne anlamı vardı?

''Neden şaşırmadım acaba... Bu defa ne istiyorsun?''

''Düşündüm de... Bu kulübeyi yaptığına göre sende gerekli aletler olabilir... Testere, çekiç, çivi falan gibi... Bunları kullanmama izin verir misin?''

''Hayır.'' Yüzüne sabit bir ifadeyle bakarken yüzüne yumruk atma isteğini bastırmak çok zordu. Dudaklarını kemirerek konuşmaya devam ettin.

''Bak, karşılıksız isteyecek değilim... Ben de karşılığında-''

''Karşılığında ne? O iğrenç vücudunu mu sunacaksın?'' sözünü aniden kesmişti. Söyledikleri kaşlarını çatmana neden olmuştu.

''Bunu mu isterdin?'' diye sordun. Yüzüne tiksinme ve şaşırma karışımı bir ifade yerleşti. Niyeti neydi bu adamın?

''Sa-saçmalama! Sadece senin gibi işe yaramaz birinin karşılığında vereceği başka bir şeyi olmadığını düşünüyorum.'' Kollarını göğsünde çaprazlamıştı.

''Ama yanılıyorsun.'' Dedin kendinden emin ve güçlü çıkan sesinle. Ayağa kalkarak devam ettin ''Önyargıların düşünmeni engelliyor. Böyle bir şeyi asla yapmam, hele seninle asla ve asla! Ben sadece karşılığında sana yardım teklif edecektim. Odun ya da meyve toplamak, su getirmek gibi basit işler. Ama ne biliyor musun? Yanılmışım. Buraya yeniden gelmek hayatımın en büyük hatasıydı. Bu kadar alçalabileceğini tahmin edemezdim, üzgünüm.'' Hızlı adımlarla kapıya yürüdün. Arkandan bağırmasına aldırış etmeden kapıyı çarpıp çıktın. Gözyaşların çoktan dökülmeye başlamıştı. Senin bu kadar ucuz olduğunu düşündürecek ne yapmış olabilirdin ki? Neden tüm erkekler kadınların çaresizliğinden yararlanmaya çalışırdı? Buna asla boyun eğmezdin işte... Her şeyini kaybetme pahasına da olsa, boyun eğmeyeceğin tek şey buydu. İnsanlar onuru için yaşardı ve onurunu kaybederek yaşamaktansa, ölmek her zaman daha yeğdi. Kolunu tutan elle irkilip gerçeğe döndüğünde, karşında Kris'i bulmak daha da öfkelendirmişti seni. Çırpınıp kolunu kurtarmaya çalıştığında, diğer kolunu da sıkıca yakalamıştı. Onunla konuşmamaya ya da göz teması kurmamaya kararlıydın.

''Bak... özür dilerim tamam mı? Sadece... Sadece...'' lafı ağzında geveleyince sinirli ve yaşlı gözlerini ona diktin. Pişman gibi görünse de çok geçti. Laf ağızdan bir kere çıkardı.

''Sadece ne?! 'Sadece bir sürtük olduğunu düşündüm' mü? Ne diyeceksin ha?! İğrençsin! Yüzünü bile görmek istemiyorum. Bırak beni kahrolası mağara adamı!'' diye avazın çıktığı kadar bağırdın. Sinirden ellerin titriyordu ve eğer seni bırakırsa onu atomlarına kadar parçalayabileceğinden emindin.

''Haklısın. İstediğin kadar bağır... Gerçekten üzgünüm. Bugüne kadar hep o tür kadınlarla karşılaştım... İstediklerini elde etmek için kendini sunan kadınlar... Nerden bilebilirdim? Sonuçta sen de o nefret ettiğim camianın bir parçasısın... Tek özelliği güzel olmak olan, içi boş insanlardan olduğunu düşündüm. Ama beni şaşırttın. Özür dilerim. Lütfen özrümü kabul et.''

''Canın cehenneme... Hakkımda ne düşündüğün umrumda değil. Ve bilmeni isterim ki sen de o nefret ettiğim camianın tüm özelliklerini taşıyorsun... Sahip olduklarıyla insanları satın almaya çalışan, kaba, insanlık yoksunu herifin tekisin... Aynı onlar gibisin... Takım elbiseni çıkarsan da için aynı... İstersen marsta yaşa, bu seni değiştirmez!'' tiksinen bakışlarına ek olarak, söylediğin her cümleden sonra gevşeyen eller sayesinde Kris'in tutuşundan kurtulmuştun. Arkanı dönüp geldiğin yolu takip ederek gecenin karanlığına karıştın...

*** BÖLÜM SONU ***

1394 kelime yazmışım be :')

 

Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
icequeenhera
#1
BEN GELDİİMM
Krisinfantazisi #2
Canım hikayem. Sonunda kavuştuk:)
DaisyW
#3
Ya unnie bu e mail ayarlamaya yapamadım bir türlü :'(
MKenKawaii
#4
No Way!’imi burada da buldum yalnız bırakmam