Baban seni bile hatırlamıyor.

NICE (TÜRKÇE)

Soğuk sular, nehrin üzerine süratle çarpan marka arabayı yutarken Jinyoung uçurumun kenarından baktı ve arkasından bir dal asphodel çiçeğini süzülmesi için bıraktı. Hemen arkasında Yugyeom uçurumdan korksa bile, hyungundan güç alarak dikilmiş ve elini onun omzuna koymuştu.

"Hyung, pişmanlığının onları takip etmesini neden istiyorsun?" Jinyoung işini yaparken yaşamın lekelerini temizliyordu ancak buna rağmen her zaman bu çiçeği işini yaparken yanında taşıyordu.

Jinyoung arkasını dönüp ilerlemeden önce bir saniyeliğine ona bakmıştı. "Bir kalbim var Gyeom. Soğuk olsa da bir kalbim var."

Bay Lin'den son aldığı işi, umutsuz kadını, temizlemişti az önce. Daha iyi birisi olarak yaşamasını dilerdi Jinyoung. O iyi biri olsaydı onu temizlemeye bile yeltenmezdi.
 

-----
 

"Tanığı Doktor Park'ın öldürdüğünü söyleyebilir miyiz?" Youngjae ellerini iki yana açmış bir şekilde bir Mark'a bir Jaebum'a bakıyordu. "Sadece bıçaklanmış."

Jaebum başını iki yana salladı. "Doktor Park suçu olmayan birini öldürmez."

"Kendi güvenliği tehlikedeyken bile mi?" Mark masaya yaslanmış kahvesini bardakta sallayıp makineden şans eseri çıkıp kahvesiyle buluşmuş olan köpüklerle oynuyordu. Ona göre Doktor Park'ı öylece gözaltına alsalar, tutuklama kararının çıkması hızlanırdı. Beklemek onu yoruyordu. "O yapmadıysa Kim Yugyeom yapmış olmalı. Çayları hatırla Jaebum."

BamBam arkası dönük bir şekilde konuşmaya başladı. "İkisi de Hong Kong'daydı. Farkında mısınız?" Baştan boşuna nefes yormak istememişti, odadaki üç polis belki 2 gündür kahveyle ayakta duruyordu. "Gidip biraz uyuyun. Doktor Park yarın muayenehanesine gidecek."

Kapının hızla itilmesiyle dört baş birden o yöne çevrilmişti.

"Gösterdiğiniz için teşekkür ederim efendim!" Sarışın kapıyı tutarken seslenip içeri girdi ve kapıyı tutmaya devam ederken eğildi. "Komiser Im burada mı acab- oh! Komiser Tuan!" Tanıdık yüzü gördüğünde hemen ona elini sallamıştı.

"Kayee." dedi Jaebum gözleri kısılırken. "Anlaşma talebimi geri çevirdiğini sanıyordum."

Jackson biraz daha içeri girip kapıyı kapattı ve yüzüne ciddi bir ifade takındı. "Öyleydi. Ama vazgeçmediğiniz için en azından buradaki işi de denetlemeye geldim." Onları başıboş bırakamazdı.

Mark'ın şüpheci bakışları sarışını delip geçerken Jaebum bir kez başıyla onayladı. "Nasıl istersen Kayee, aramıza hoşgeldin."
 

-----
 

Jieun dudakları titrerken telefonda sormaya korktuğu şeyin o korkutucu cevabını almıştı en sonunda.

"Baban seni bile hatırlamıyor sevgilim."

Jinyoung üzgün olsa da gözlerinden yaşlar süzülen sevgilisine sarıldı. "Seni ismini söylediğimde sadece bir mimar olarak hatırladı. Üzgünüm. Şirketini bile unutmuş, her şeyi..."

Hıçkırıklarıyla boğulan Jieun, Jinyoung'un onu rahatlatan kollarına daha da sıkı tutunurken zorlukla konuştu. "Onun istediği gibi bir idol olsam daha mutlu olur muydu?"

 

-9 yıl önce-

"Jieun-ah.. Emin misin? Eğitmenler iyi olduğunu söylüyor."

Jieun babasının JYP şirketindeki odasına utanarak gelmişti. "Baba, idol olmak istemiyorum."

Park Jinyoung dudaklarını birleştirip sessizce başını salladı. Onu anlıyordu. Kendine ait kararları olmalıydı. Eğitim için şirkete aldığı çocuklar gibi değildi. Jieun'u 7 yıl önce sahiplenmiş ve kendi kızı gibi yetiştirmişti. Hiç evlenmemiş ve öz çocuğu olmamış olsa da...

"Haklısın, yıllardır sadece yüzüne ve sesine odaklandım ama isteklerini sormadım. İyi bir baba değilim." Masasının ardından ayağa kalktı ve Jieun'a gülümsedi. Hayal kırıklığına uğrasa da başka bir hayal kırıyor olmaktan korkuyordu. "Peki ne olmak istiyorsun?"

"Baba... Öz babam gibiydin hep çok iyiydin." Jieun dudaklarını mahçup bir ifadeyle dişlerken gözlerini kırpıştırdı. "Benim, senden sakladığım bir eskiz defterim var." dedi elindeki yıpranmış sarı sayfalı defteri ona uzatırken. Kapağının kenarına Lee Jieun yazmıştı. "Mimar olmak istiyorum."

 

-Günümüz-

Jinyoung sevgilisinin söylediği şeye şaşırmıştı. Üstad Park'ın ondan böyle bir şey istediğini bile ilk kez duyuyordu. "Sevgilim böyle düşünme, sen okurken bize hep seninle gurur duyduğunu anlatırdı."

"Ö-öyle mi?" Jieun biraz geri çekilip onun gözlerine baktığında Jinyoung başını sallayarak onu onaylamıştı. Yalan söylemiyordu.

"Bir daha onu görmeye seninle birlikte gidelim mi?" dediği Jinyoung gülümsemesi genişlerken.  "Gördüğünde hatırlayacağına eminim."
 

-----
 

"Hyung, boş zamanlarında bunu yapıyordun demek?" Yugyeom alayla gülerken Jinyoung onu sağ elinin beş parmağı arasından görebiliyordu. Küçük kardeşi onu sağ elini havaya kaldırmış nişan yüzüğünü yüzünde kocaman bir gülümsemeyle izlerken yakalamıştı. "Sana çay yaptım."

Jinyoung önüne bırakılan mavi fincana bakıp gülümserken baş parmağını yüzüğüne sürterek elini indirdi. "Teşekkür ederim, Gyeom. Kendine yapmadın mı?"

Yugyeom gülümserken Jinyoung'un önünde eğildi. "Telefonlara baktığım için kendiminkini girişte danışma masasında bıraktım Hyung."

Jinyoung derin bir nefes alarak odasını inceledi ve ellerini çenesinin altında birleştirip gözlerini kırpıştırdı. "Kardeşimi özlüyorum, telefonlara burada bakarsın, yanıma gel de çayı birlikte içelim."

Yugyeom gülümseyip koşarak çayını almaya giderken beyaz önlüğü arkasından havalanıyordu. Ağabeyinin ona böyle şeyler söylediği zamanlara bayılıyordu.

Küçük kardeşi odadan çıktığında Jinyoung, titreyen telefonuna baktı.

 

Jieun;

Jinyoung-ah, ofis müdürü yine mesaiye kalmamı istiyor. Bu akşam bana gelmesen sorun olur mu?

 

Mesajı okurken Jinyoung'un kaşları çatılmıştı. "Bu ne çok mesai böyle?" Sevgilisi, o Hong Kong'da bulunduğundan beri mesaiye kalıyordu. Yugyeom odaya girerken o da bir mesaj yazdı ve gönderdi.

Sorun değil sevgilim, akşam gelip seni ofiste ziyaret ederim.

"Bu akşam Jieun'un ofisine gideceğim Gyeom. Bir engel var mıydı?"

Yugyeom başını iki yana sallarken kendi çay fincanını Jinyoung'un masasına bıraktı ve gülümsedi. "Hayır, hyung gidebilirsin."

Jinyoung fincanını kibarlıkla tutup dudaklarına götürerek bir yudum aldıktan sonra yine fincan tabağının en ortasına dikkat ve özenle bıraktı. "Wang Jackson'la konuştun mu? Kontrole geleceğini söylemişti."

Yugyeom onu onaylarken çayını yudumlamış ve arkasına yaslanıp bacak bacak üstüne atmıştı. "Aradı ve bir randevu aldı. Çarşamba günü saat 11'de."

Kemik gözlüklerini düzelttikten hemen sonra Jinyoung önündeki deftere bakınmaya başladı. "Jieun da babasını görmek istiyor, Bay Lin hala oradayken Hong Kong'a tekrar gideceğim. Ayarlayabilir misin Yugyeom?"

Yugyeom onu yeniden onaylarken telefonun çalmasıyla tüm dikkatini telefona vermişti. Jinyoung muayenehanede üçüncü bir kişinin çalışmasını istemediği için evde olduğu gibi burada da bu tarz işleri Yugyeom yapıyordu.

Birkaç hasta ve çay molasından daha sonra nihayet akşam olduğunda, Jinyoung arabasını alışık olmadığı yollardan birine soktuğunda tuhaf bir şekilde huzursuzdu.

Cadde üzerinde apartmanların arasına karışmış ofis binasının önüne parkedip gömleğinin kollarını düzelterek arabadan indi ve açık giriş kapısından içeri girerek 4. kattaki ofise gitmek için asansörü çağırdı. Yugyeom'u çoktan eve göndermişti.

Yolda gelirken nişanlısına en sevdiği şekerden almıştı. Bunu çok sık yapmazdı ancak bu büyümeyi bilmeyen kız, çok çalışarak bunu hakediyordu.

Asansörden indiğinde ofis kapısının zilini çalmadan kulbuna uzandı ve aşağı indirdi. "Merhab-"

"Y-yaklaşmayın, lütfen!"

Jieun'un sesini içeriden duyduğunda sözleri kesilmiş ve danışma bölümünü sessizce geçmişti. Işığı yanan tek bir çalışma odası vardı ve kapısı aralıktı.

"Maaşını iki katına bile çıkarırım güzelim. Günlerdir neden yalnızca senin mesaiye kaldığını sanıyorsun?"

Bir adam sesini duyduğunda Jinyoung kapıyı itmek üzereydi. İçeri girdiği an gördüğü manzara karşısında nişanlısını köşeye sıkıştıran adımı yakasının ensesinden tutarak onu kendi elindeki poşetle birlikte arkasındaki duvara fırlattı.

Jieun dağılmış saçlarını yüzünden çekerken derin nefesler alıyordu. "Jinyoung!?"

"İyi misin?" Jinyoung'un sevgilisini kontrol etmesine fırsat kalmadan ofis müdürü doğrularak onun yakasına yapıştı ve suratına bir yumruk salladı. Onu boş anında yakalamıştı.

"Pislik herif." dedi Jinyoung zorlukla üzerinde boğazına yapışmış olan adamı itmeye çalışırken. Öksürmeye başladığında Jieun panikle doğruldu ve düşünmeden masasının üzerindeki maket bıçağını kavradı.

Jinyoung zorlukla nefes almaya çalışırken elini pantolonun arka cebindeki çakıyı almak için kaydırmıştı ancak boğazındaki eller gevşediğinde cebindeki elini geri çekerek derin bir nefes aldı ve hayretle üzerindeki adamın yığılmasını izledi.

Aynı anda kopan çığlık metal bıçağın yere çarpma sesini bastırmıştı.

Jinyoung başını geri atıp nefesini düzene sokmaya çalışırken Jieun'un elinden akan kırmızı damlaları izledi. Genç kız kesik nefesler alarak iki elini de önünde açmış bir şekilde kıpırdamadan dikiliyordu.

Üzerindeki hareketsiz bedeni kenara itip nihayet ayağa kalktığında Jinyoung, Jieun'un kanlı ellerini gömleğine bastırıp onun görmesini engelleyerek ona sıkıca sarıldı ve bu şekildelerken arkasını dönüp boynunun arkasından ciddi yara almış olan bedene baktı.

Az önce sevgilisi yalnızca bir maket bıçağıyla birini temizlemişti.

Yüzünde istemsizce beliren gülümsemeyi silmek için dişlerini sıktıktan sonra ellerinden birini yavaşça onun saçlarına kaydırıp kollarında titreyen sevgilisinin kulağına fısıldamaya başladı. "Geçti sevgilim. Bir şey yok. Kötü bir şey yapmadın."

Jieun başını onun boynuna gömüp gözlerindeki yaşların akmasına izin verirken nefesini tutmuştu. "Ya-y-yapmadım mı?"

Jinyoung sakince bir tch sesi çıkardı ve onun saçlarına minik bir öpücük kondurdu. "Yapmadın meleğim. Kötü bir şey yapmadın."

Onu yere oturtup duvara sırtını yaslamasını sağladıktan sonra gidip yerde yatan bedenin nabzını kontrol etti emin olmak için. Ardın vakit kaybetmeden cebindeki telefonu çıkarıp hızlı aramada 1 numarayı tuşladı. Telefon çalmaya devam ederken ofis kapısını kapatıp kilitlemişti.

"Alo? Hyung?" 

Yugyeom'un sesini karşıdan duyduğu an sakince konuştu. "Jieun'un ofisine gel Gyeom."

Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
No comments yet