Adaletine inanıyorum.

NICE (TÜRKÇE)

"En son geldiğimde seni soruyordu. Söylediğim gibi başka kimseyi kendiliğinden hatırlamıyor." Bay Lin Hong Kong'daki en özel hastanenin VIP odasına ait olan kahverengi çerçeveli buzlu cam kapılarının elmas kulplarını tutup kapıyı iterken Jinyoung'un yüzüne baktı. "Kendisini bile unutmaya başladı."

Jinyoung sessiz kalarak sadece açılan kapıdan içeri girmiş ve rahatlatıcı bitkilerden oluşan koridordan geçerek geniş ve aydınlık odaya ulaşmıştı. Buranın bir hastane odası olduğunun tek kanıtı hasta yatağıydı.

Hasta yatağını tamamlayan bir diğer görüntü de hasta kıyafetleriyle geniş pencere önünde omuzlarını sarkıtarak ve başını yana eğmiş olarak oturan bir figürdü.

"Junior!" Orta yaşlarındaki adam duyduğu adım seslerini duyar duymaz arkasını döndüğünde söylemişti bunu. "Nerede kaldın? Seni bekliyordum." Umutsuz ve hissiz yüzüne samimi bir gülümseme yerleşirken hızla ayağa kalkıp Jinyoung'un koluna girdi ve onu pencerenin kenarına götürdü. "Bak manzara çok güzel değil mi?"

"Üstad Park." dedi Jinyoung fısıltıyla gülümsemeden önce. Büyüğü ona ne derse onu yapıyordu. "Gerçekten çok güzelmiş."

Yugyeom da hyungunu takip ederek Bay Lin'le içeri girmiş ve orada dikilmişti. 'Üstad Park'ı ilk kez görüyordu, Jinyoung onu bu tarz görüşmelere götürmezdi. Onun düşündüğünden farklı olduğunu itiraf etmeliydi. Jinyoung ondan hep güçlü ve sert biri olarak bahsederdi. Ama şimdi karşısındaki adam sıcacık ve samimiydi.

Bay Lin de hemen Yugyeom'un yanında dikilmeye başladığında Yugyeom çaktırmadan biraz kenara kaydı. Bu adamdan hala biraz korkuyordu.

"...Pencerenin şu köşesinde bir kuş yuvası var, anne kuş her sabah yavrularına yemek getirmek için gidiy-" Orta yaşlı adam arkasına dönüp ayakta duran iki figürü farkettiğinde Jinyoung'a anlattığı şeyi bırakarak sözlerini yarıda kesti ve kaşlarını çattı. "Bu ikisi kim Junior?"

Jinyoung elini dizine yerleştirerek oturduğu sandalyede arkasına döndü ve gözlerini kısarak gülümserken gözlerinin yanındaki çizgilerin belirmesine izin verdi. "Üstad Park, bu benim asistanım Kim Yugyeom ve o da... Lin Junjie. Sağ kolunuz." Son sözleri söylerken Jinyoung gözlerini yerle buluşturmuştu.

"Memnun oldum." dedi Yugyeom saygıyla eğilirken.

Bay Lin dudaklarını ısırıp iç çekti. "Beni yine unuttun değil mi Jinyoung?" En yakın dostunu kaybetmek böyle bir şeydi.

Orta yaşlı adam bir süre açık ağzıyla gözlerini kırpıştırarak Bay Lin'e baktı. "Oh Junjie. Yine mi seni hatırlamadım?" Bakışlarını Jinyoung'a çevirirken elini başına götürmüştü. "Bunadım Junior, görüyor musun?"

Bay Lin yüzüne yerleşen gülümsemeyle Üstad Park'ın yanına ulaşıp ellerini onun omuzlarına yerleştirdi. "Nasıl bu keratayı hatırlıyorsun da beni unutuyorsun ha?"

"Onu hatırlamayıp kimi hatırlayacağım? Adaşım o benim."

İkisi şakalaşırken Jinyoung da gülümsedi. "Üstad Park. İsmimizi hatırlıyor musunuz?" Aklına Bay Lin'in odaya girerken söyledikleri gelmişti.

Orta yaşlı adam gülerek heceledi. "Park-Jin-Young." Ellerini omzundaki ellerin üzerine koymuştu. O, Junior yanında değilken daha az şey hatırlardı. Bay Lin bu yüzden onun bu çocuğa verdiği değerden emindi.

Üçü de kahkahalar içindeyken Üstad Park aniden ciddileşti. "Junior! Şaka yapıyor olmalısın!"

Jinyoung onun neden bahsettiğini anlamamıştı. Kaşlarını çatarak gömleğinin sağ kolunun kıvırdığı kısmını düzeltti. "Efendim Üstad?"

"Nişanlandın mı? Neden söylemiyorsun?" Üstad Park kahkaha atarak ve parmağındaki yüzüğü göstererek onun omzuna vurduğunda Jinyoung da gözlerini kaçırarak gülümsedi ve yüzük parmağında son 4 gecedir bulunan alyansıyla oynadı. "Jieun'u hatırlıyor musun Üstad? Onunla evleneceğim."

Orta yaşlı adam kaşlarını çatarken Bay Lin dudaklarını sıkıca birleştirdi ve Jinyoung başını yere eğdi. Birini yanında olduğu halde özlemek bu anlama geliyordu. Üstad Park, Üstad Park gibi değildi artık. "H-hyung..." dedi sesi çekinceli bir tonda titrerken. "Beni onunla tanıştıran sendin."

Park Jinyoung gözlerini birkaç kez kırpıştırırken Lin Junjie ile gözlerini buluşturup anlamlı bir bakış attıktan kısa bir süre sonra yine kendine gelmişçesine bir ses çıkardı. "Hatırladım! Şu mimar kız, Lee Jieun." Kocaman bir sırıtışla Jinyoung'un sırtına vurdu ve devam etti. "Ah~ Sana çok iyi bakacak o! Çok da yakışıyordunuz!"

Üstad Park, biraz daha kendine gelmeye başladığında Yugyeom'u da oturmak için davet etmiş ve daha önce Jinyoung'a gösterdiği kuş yuvasını ona da göstermişti. Jinyoung'un gözlemine göre, eskiden kendisinin nasıl biri olduğu hakkında bir fikri yok gibiydi. Hastane odası sayılmazsa ne zengin bir adam gibi duruyordu, ne de yaptığı işin özelliklerini taşıyordu. Yeniden doğmuş, saf ve temiz bir çocuk gibiydi.

"Jinyoung..." Üstad Park pencereden bakarken aniden ciddileşmiş ve onların odaya girdiği ilk halindeki gibi bir pozisyona geçmişti. "İşler... İşler nasıl?"

Jinyoung bakışlarını ona çevirip dudaklarını gererek başını tekrar pencereye çevirdi. Dudaklarını gererken çıkıntılı yanakları daha çok kabarmış gibi görünüyordu. "Şimdiye kadar iyi gidiyordu hyung. Piyasa biraz duruldu."

Bay Lin belli belirsiz gülüp "Temizlik piyasası durgun, evet." dedi alayla. Üstad Park'ın işleri hatırladığına şaşırmış olsa da şu temizlik mevzusundan onun da en az kendisi kadar rahatsız olduğunu biliyordu zamanında.

"Temizlik?" Üstad Park bunu düşünceli bir şekilde söylerken Bay Lin'e bakmıştı. Bakışları boştu. "Temizlik işi yapıyordum değil mi?" Yine masum bir şekilde gülümsemeye başladığında Jinyoung'un bacağına vurdu. "İyi gidiyordur eminim!"

Bay Lin önce anlam veremese de Üstad Park'ın hatırlamadığını farketti. Jinyoung'a bir iş bıraktığını hatırlıyor olmalıydı fakat ayrıntısını hatırlamıyordu. Kendisinin ne kadar tehlikeli bir kiralık katil olduğunu kesinlikle hatırlamıyordu. "Aslında bir eğlence şirketin vardı. Ben devralıp biraz değiştirdim ya geçtiğimiz ay." Bay Lin onun şirketini JJLin şirketine bağlı bir hale getirmişti.

Jinyoung burukça gülümsedi ve bakışlarını manzaraya çevirdi. "Biz artık gitsek iyi olacak." dedi aniden saate bakarken. "Biliyorsunuz bugün dönüyoruz."

Aslında uçak daha geç saatlerdeydi fakat o Bay Lin'in bilgisi dışında bir görüşme yapmak istiyordu.

Wang Jackson ile.

Daha doğrusu Wang Jackson ondan bu görüşmeyi talep etmişti. İkisinin de kalmakta olduğu otelin bir toplantı salonunu kiralamıştı ve Doktor Park'ı görüşmek için davet etmişti.

Tayvan'ın aksine bu kez tanıdığı o polis kendisini takip etmiyordu. Tanımadığı biri olması ihtimaline karşı Yugyeom tetikteydi ancak bir sonuç elde edememişti.

Yugyeom odadaki eşyaları toplarken, Jinyoung bu görüşmeye katılacak ve bunu kimseye hissettirmeyecekti.

Bay Lin'i fazla uğraşa gerek kalmadan hastanede bırakıp bir taksiyle çok da uzakta bulunmayan otele gitmek için yola çıktıklarında Jinyoung, Bay Lin'in ona bu sabah verdiği dosyaları inceliyordu. "Gyeom, bu seferki tam bir leke değil mi?" Jinyoung gülüp elindeki dosyayı inceledi. "Kendi çocuklarına yaptığı eziyet yetmezmiş gibi bir de kandırdığı iki adam var." Annesini anımsarken bir iç çekmişti.

Yugyeom onu başıyla onaylarken ona bakmayan hyungundan gözlerini ayırmadı. "Haklısın hyung, bu kez verilen iş, lekesiyle birebir uyuşuyor. Yorulman gerekmeyecek."

Otele vardıklarında Jinyoung saatini kontrol etti. Wang Jackson'ın söylediği saate 17 dakikası vardı. Yüksek tavanlı ve tavanı ihtişamlı avizelerle süslenmiş lobiye girdiğinde köşede yer alan deri koltuklardan birine oturup cebinden telefonunu çıkardı. Dosyaları oyalanmadan odaya giden Yugyeom ile birlikte göndermişti.

'Benim Jieun'um'

Son aramalar listesinde telefona gelen cevapsız arama olduğu için kırmızı renkli ve yanında 6 kez aradığı belirtilen yazıya bastığı an telefonu kulağına götürdü. Telefon çağrısı bir kez bile çalmadan cevaplanmıştı.

"Jinyoung! Döndün mü?"

"Hayır." Jinyoung gülümserken eliyle ağzını kapattı. "Nişanlım nasıl merak ettim, bu gece dönüyorum. Sabaha oradayım."

"Nişanlın iyi ama yorgun Doktor." dedi Jieun nazlanarak. "Mesaideyim. Telefonu cevapladım çünkü bir tek ben kaldım." Sonunda minik bir kıkırdama göndermişti. Yine de yorgun olduğu belli oluyordu.

"Meleğim, dikkat et." Jinyoung'un kaşları çatılırken lobiye dolan kalabalık ve gürültü Jackson'ın geldiğini haber ediyordu. "Şimdi gitmem gerekiyor. Geldiğimde yine önce sana uğrarım."

"Görüşürüz Jinyoung." Jieun'un sesindeki hayal kırıklığı elle tutulacak kadar somuttu.

Jackson'ın kalabalık arasından sıyrılıp asansöre binmesini izlerken onunla göz göze gelse bile yerinden kalkmadı. Yine bir 'Hayat kurtaran Doktor Park.' manşeti görmek istemiyordu.

Elinde tuttuğu toplantı salonunun isminin yazılı olduğu kağıttan nefret etmişti. Özensizce otelin not kağıtlarından birinin köşesi yırtılarak yazılmıştı. Kendisi de asansöre binmeden önce bu kağıdı çöpe attı. Sonunda bu şeyi cebinde tutmaktan kurtulduğuna memnundu.

Toplantı salonuna vardığında kapıda onu karşılayan bir koruma kapıyı onun için açmış ve içeri girer girmez kapatmıştı.

"Doktor Park!" Jackson'ın neşeli sesi Jinyoung'un dişlerini sıkmasına sebep oluyordu. Bu sesin kendisinde havaalanı ve yurtdışı fobisi oluşturduğundan emindi. "Gelmeniz ne hoş."

Jinyoung masanın üzerinde bağdaş kurarak oturmuş Jackson'ın aksine masa etrafındaki sandalyelerden birine oturdu ve başıyla selam verdi. "Hoş buldum, Wang Jackson..?"

Jackson bir kahkaha atıp, "Bana Kayee de Doktor." dedi. "Tayvan'da alışveriş merkezindeki hayran buluşmasına giderken seni gördüm ama kalabalık yüzünden yanına gelemedim."

Jinyoung zaten bir önceki panelin olduğu alışveriş merkezinden nefret etmişti. Bay Lin sanki onu her yerde Wang Jackson ile karşılaştırmak için özellikle çabalamış gibiydi.

"Tesadüflere inanmam Kayee." dedi ciddi bir tonla. "Tayvan'da beni takip ettiğini biliyorum."

Bu sözün üzerine Jackson boğazını temizleyip ceketinin iç cebindeki kimliği çıkardı ve masaya koyup onun önüne itti. "Hong Kong İstihbarat'dan, Wang Kayee. Doktor Park, seni ve Park Jinyoung'u uzun süredir takip ediyoruz."

Jinyoung bakışlarını önüne uzatılan kimlikten hala masada karşısında oturan genç adama yöneltti. Ne kadar şey biliyor olabilirdi? "Kendi şirketinin eski CEOsundan söz ediyorsun."

"Hmm..." dedi Jackson gülümserken. "Onun şirketine girmem dahil her şey görevimin içindeydi. Zamanında harika bir kiralık katil olduğunu söylemeden geçemeyeceğim, iyi gizlendi. Lin Junjie'nin atadığı yeni CEO'yu sevmedim ama..." Jackson oturduğu halde dönüp ayaklarını masadan sarkıtarak aşağı zıpladı. "...konumuz bu değil."

"Pekala Kayee, konuya gir öyleyse." Jinyoung kollarını masaya uzatıp arkasına yaslandı. Olması gerektiğinden sakin görünüyordu.

"Ülkene dönmen güvenli değil Doktor." Jackson avuç içlerinden masaya dayanıp yüzünü ona yaklaştırdı. "Sana yardım edebilirim."

Jinyoung, gözleri kısılırken kollarını göğüsünde birleştirmişti. "Sana güvenmem için bana bir neden söyle."

Jackson bunun olacağını biliyordu bu yüzden geri çekilip dikleşti ve Jinyoung'un etrafında birkaç adım ilerledi. "Park Jinyoung'u bilmem ama Doktor Park, senin tarafındayım. Bana güvenmelisin." Asıl görevi şirketinin CEO'sunu takip etmek olsa da Jinyoung işin içine karıştığında onu da takip etmeye başlamıştı ve yaptığı her işi biliyordu. "Kore polisi bir delil buldu ve sen Hong Kong'dan dönerken havaalanında seni almayı planlıyor."

Jinyoung delil kelimesini duyduğunda gözlerini büyülterek dikleşti. Gülüyordu. "Mümkün değil..." Alaycı bir şekilde gülerek devam etti. "Elinde o kimlik varken bana onların tarafında olmadığını da kanıtlayamazsın."

Jackson kalçalarını masaya yasladı ve yan bir şekilde oturdu. "Senin adaletine inanıyorum, Doktor Park. Seni ülkene güvenli bir şekilde sokup hakkındaki suçlamaları ortadan kaldırabilirim."

-----

"S-keyim Mark! Hepsini s-keyim!"

Jaebum masasına bir tekme savurduğunda masanın üzerindeki bütün kağıtlar bir anlığına havalanmıştı ve bu onun ortağı Mark'ın korkmasına sebep oluyordu.

"Ne demek ifade onaylanmıyor!?" Jaebum derin nefesler alırken Mark duvara omzunu yasladı ve derin bir nefes aldı. "Söyledim ya, tanığın akıl hastası olduğuna dair bir rapor var. Sonuç olarak elimizdekiler sıfır. Koca bir sıfır."

Park Jinyoung yaklaşık 1 saat önce Kore'ye iniş yapmıştı fakat artık ellerinde bir kanıt olmadığı için planları bozulmuştu.

"Komiser Im kötü bir haberim var." Youngjae odaya hem kapıyı tıklayarak hem de konuşarak girdiğinde ellerini iki yana açtı. Gergin görünüyordu. "Tanık öldürülmüş."

Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
No comments yet