Genç adam sağ elindeki eldiveni çıkarırken karşısındaki genç kadının gözlerinden kaçındı. "İş saatinde olmadığımızdan dolayı kapalıyız, lütfen yarın sabah gelin."

Genç kadın büyük bir cesaretle nefesini tuttu. Biliyordu. "Muayene olmaya gelmedim."

Jinyoung bakışlarını bu kez genç kadınınkilere sabitledi. Bu cümle onun için yeterince açıklayıcıydı. "Bir hanımefendinin yolunun benim kapıma çıkması şaşırtıcı." Gömleğinin yakasındaki 60ların Avrupa'sından kalma gibi duran mendili çıkarıp ilk düğmeyi açtı ve loş odadaki bordo berjere oturdu. "Gyeom, misafirimize içecek bir şeyler getir."

Genç kadın tereddütle onun karşısına otururken teşekkür etti. Buraya gelirken onun bu kadar nazik bir adam olduğunu düşünmediğini itiraf etmeliydi.

Yugyeom gülümseyerek kırmızı şarap koyduğu bardakları kahve masasına bıraktı ve kenara çekildi.

Kırmızı şarabın rengi kan gibiydi. Jinyoung belli belirsiz sırıttı ve bardağı eline alıp kırmızı sıvıyı daireler çizerek içinde döndürdü.

"Buraya bu saatte geldiğinize göre işleyişi biliyorsunuz, bayan..?" Jinyoung kaşlarını çatıp hafifçe gülümsedi.

"Im Eunbyul." Genç kadın onu bekletmeden yanıtladı. Acelesi var gibiydi. Jinyoung parmaklarını tırnaklıyor olmasından anlamıştı bunu. Yine de genç adamın acelesi yoktu. Her zamanki gibi.

"Im Eunbyul." dedi Jinyoung ismi sindirmeye çalışıyor gibi yavaşça başını sallıyordu.

Genç adamın hareketleri gerçekten yavaş mıydı yoksa genç kadına mı öyle geliyordu?

"Eunbyul-ssi, dosyaları getirdiniz mi?"

Genç kadın elleri titrerken ince klasörü kahve masasına bırakırken az kalsın şarap bardağını düşürüyordu. Toparlanmaya çalışırken konuşmaya başladı. "Sizden öldürmenizi istediğim-"

"Shhh." Jinyoung işaret parmağını sakince dudaklarına götürdü. "Eunbyul-ssi, ben o kelimeyi kullanmam." Az önce masadan düşmek üzere olan bardağı alıp içindeki sıvıyı yine önceden yaptığı gibi çevirmeye başladı. "Temizlemek. Benden temizlememi istediğiniz pislik kim?"