09

A Blue Bird Cannot Fly Alone
Please Subscribe to read the full chapter

Luhan gözyaşlarını bastırdı ve güçlü olmaya çalıştı. Kendisine sarılıp ağlayan annesinin omzunu sıktı.

“Anne…” Eunji’nin sesiyle birlikte kafasını kaldırdı. Karısı siyah elbiseler içindeydi ve yüzü yaşlarla ıslanmıştı. “Artık gidelim.”

Luhan annesini kendisinden hafifçe uzaklaştırdı. “Eunji haklı anne. “B-babamda bu kadar uzun kalmamızı istemezdi.”

Annesi başını salladı. Luhan annesini karısına emanet etti ve biraz yalnız kalmak istediğini söyledi. Karısı arabada olduklarını söylediğinde gitmelerini ve annesini yatırmasını söyledi. Annesi çok ağlamıştı ve çok yıpranmıştı. Dinlenmesi gerekiyordu.

Aradan bir saat geçmişti ki babasıyla son vedasını yaptı. Mezarlıktan çıkacakken gözleri Mei’nin babasının mezarının olduğu köşeye kaydı. Ayakları oraya yönelecekken durdu. Bir gün için yeterince gözyaşı dökmüştü.

Babasının ölümü beklenen bir şey olsa da bir o kadar ani olmuştu. Babası son iki yılını akciğer kanseriyle savaşarak geçirmişti ama doktorlara kalırsa bu iki yıl büyük mucizeydi. Babası ne sigara kullanırdı ne de sınırları aşacak şekilde alkol alırdı ama sanki zalim bir şaka gibi akciğer kanseri babasının ömrünü iki yılda tüketmişti. Luhan babasının hastalığını ilk duyduğunda Mei’yi hatırlamıştı. Mei’nin babası da akciğer kanserinden ölmüştü. Ama Mei’nin babası bu durumu karısından ve kızından saklamıştı. Luhan yıllar önce Mei’ye sorduğu soruyu hatırladı.

Gerçekten hiçbir yararı yoktu. Babasının bu hastalıktan öleceğini babasıyla hastaneye gittikleri ilk günden beri biliyordu ama acısı azalmamıştı. Ya da azalmış hali buysa Luhan on iki yaşındaki Mei’nin acısını hayal edemiyordu. Ve de kızgınlığını.

Luhan Eunji’yi Kore’ye yolladıktan sonra bir süre daha annesinin yanında kalmaya karar verdi. Babasının ölümü annesini fazlasıyla sarsmıştı. Annesi uyanık olduğu zamanlar ağlıyor, ağlamadığı zamanlar uyuyordu. Luhan annesini gördükçe Mei’nin annesini hatırlıyordu. Mei’nin babasının cesedi evden çıkarılırken kadın aynı annesi gibi ağlıyordu ama acılarını karşılaştırmaya çalışmak fazla zalimce ve fazla anlamsız olurdu.

Chen ve Xiumin ziyarete geldiğinde babasının ölümünden bu yana iki hafta geçmişti ve Luhan babasının yokluğunu hala gittiği bir iş gezisi gibi düşünse de yavaş yavaş alışmaya başladığını hissetmişti. İki dostu taziyelerini sunduktan sonra huzursuz bir şekilde birbirlerine bakmışlardı. Luhan arkadaşlarını çok iyi tanıyordu. Xiumin’in endişesini ve Chen’in öfkesini okuması zor olmamıştı.

“Bir şey mi var?” demişti annesini biraz yemek yemeye zorlayıp yatağına yolladıktan sonra.

“Ç-çok da önemli değil ama-“

“Önemli,” diye kesti Chen. Öfkesini bastırmaya çalıştığı belliydi. “Sadece Xiumin şu anda söylemememiz gerektiğini düşünüyor.”

“Neyi?” dedi Luhan.

“Belki de-“

“Bunu.” Chen bir kez daha Xiumin’e aldırmadı ve yanlarında getirdikleri büyük aldı. İçinde orta büyüklükte bir kutu vardı. Kutuyu biraz sert ama dikkatli bir şekilde Luhan’a uzattı.

“Bu da ne?” dedi Luhan kaşlarını çatarak.

“Mei’nin.” Chen’in cevabı yeterli gelmişti.

 

 

*

 

Kutunun içi yüzlerce küçük kağıt ve fotoğrafla doluydu. Renk renk kağıtlar ve onlarca fotoğraf düzenli bir şekilde yerleştirilmişti. Luhan biraz inceledikten sonra her fotoğrafın bir kağıtla beraber olduğunu fark etti. Kağıtların üstünde Mei’nin yazısı vardı. Küçük, itinalı ama biraz aceleci.

Kağıtların bir köşesinde tarih yazıyordu. Luhan en öndeki fotoğrafı ve kağıdı çektiğinde köşede yazan tarihi hemen tanıdı. Ayrıldıkları gündü.

Kağıdı aldı ve okumaya başladı.

 

 

*

 

 

Mei olan biten hiçbir şeyi kafasında toplayamamıştı. Her şey o kadar ani olmuştu ki ne olduğunu bile sorgulayamamıştı. Ya da direnememişti. Çoğu zaman kendisine kızmıştı… Neden çekip gitmişti ki? Neden Luhan’ı geride bırakmıştı.

Bir parçası, neden hep kendisinin savaşmak zorunda olduğunu sormuş ve soruları bastırmıştı.

Diğer bir parçası ise değer miydi demişti. Luhan’ı kaybetmeye değer miydi?

Geri dönmek istemişti ama dönmemişti. Neler olduğunu kafasında bir düzene sokamadığı içindi belki de geri dönemeyişi. Kafasını düzene sokmamasının sebebi ise korkmasıydı. Ya canı daha fazla yanarsa? Düşündükçe ve elindeki o resme baktıkça canı daha çok yanıyordu. Ve gerçeklik bir o kadar yüzüne vuruyordu.

Neden bilmiyordu ama bir süre sonra kendisini inandırmaya başladı. Luhan’la ikisinin bir şekilde bozulmak zorunda olduğuna.

Yine de kalbi bırakmadı.

Çantasını toplayıp gittiği o gün kendisine bir otelde yer bulmuş ve ertesi gün için uçak biletini alıp Fransa’ya gitmişti. Asistanlık tarihi gelene kadar Fransa’da dolaşmış ve Luhan’ın verdiği fotoğraf makinesiyle yüzlerce fotoğraf çekmişti.

Asistanlığına iki gün vardı o gün. Yine sokaklarda dolanıp çoğu boş olan fotoğraflar çekiyordu. Makinenin hafızasını önceki gece boşaltmayı unuttuğu için saat on ikiyi bulmadan boş bir şekilde sokaklarda kalmıştı. Elleri makineyi bıraktığı anda zihni düşünmeye başlamıştı. Ve kalbi acımaya başlamıştı. Hızla çantasından Instax makinesini çıkardı. Ve tuşa bastı.

Fotoğrafı salladığında iki çocuğu çektiğini gördü. En fazla ortaokula gidiyor olmalıydılar. El eleydiler. Çocuk kıza gülümsüyordu ve kızda utangaç bir şekilde başını yere eğmişti.

Hemen otele dönmüştü ve kendisini odaya atamadan ağlamaya başlamıştı. Kendisinden nefret ediyordu o anda. Yaptığı bütün saçma seçimlerden ya da bu noktaya gelmesine sebep olan olaylardan… bu kadar zayıf olmaktan… ve bu kadar kolay incinmekten.

Please Subscribe to read the full chapter
Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
Cemre01 #1
Chapter 10: Bu çok, çok güzeldi. Şu ana kadar okuduklarım arasında en iyilerden biri. Ay ne desem bilemedim:) Çok güzel yazmışşın, ellerine sağlık.