10.BÖLÜM (10/10)

The flaws in Park Chanyeol
Please Subscribe to read the full chapter

 

Yazar; blehmeh

Çeviri; SeKaism

 

Ç/N: Veda konuşmamı burada yapacağım, hemencecik. Öncellikle UzumluCikolata'ya çok teşekkür ederim, çok yardımı dokundu. Beğenen, yorum yapan, bana güzel şeyler söyleyen yüreğinize, kolunuza sağlık. Yarın tekrar dişçiye gideceğim olur da ölürsem diye bugün atıyorum finali dglkfd her zamanki gibi hata olursa söyleyin malum final özenli olması gerekti ama her yerim ağrıyor TT Hepinizi seviyorum, öpüyorum :*

 

Chanyeol Baekhyun'un bedeninin üzerine eğilmiş sanki Baekhyun'un bedeninde yavaş yavaş kaybolan sıcaklığı aynı tutmak istermişcesine onu yakınında tutuyordu. Bir şekilde adamlar halinden anlamış gibi gözükmüştü çünkü henüz kimse onu öldürmemişti. Ya da Baekhyun'un kapalı gözlerini görmüyorlardı.

Aniden dışarıdan bağırışlar ve sanki kavga varmış gibi yumruk sesleri duydu. Chen'in sesini duymadığına yemin etse başını kaldırmazdı. Gözlerini kırpıştırdı. Tek duyduğu ses ona ait değilmiş gibi gözüküyordu. Adamlar şimdi Chanyeol'ü öldürmese mi yoksa dışarı çıkıp ne haltlar döndüğünü kontrol etmek arasında tereddütte kalmışlardı. Baekhyun'u hastaneye götürme umudu bulan Chanyeol daha yakına eğildi, kulağını Baekhyun'un hareket etmeyen dudaklarına bastırdı.

"Baek, öyle deme ..." Chanyeol feryat ediyordu. "Henüz ölmedin ... Henüz ölmedin ... O yüzden deme öyle ..." Yüksek sesle ağlıyormuş gibi yaptı. Kararlarını vermiş gibi gözüktüler çünkü sonuçta Joo Sung Chanyeol'ü Baekhyun öldükten sonra vurmalarını söylemişti, bu yüzden hepsi dışarı çıktı.

Başaramayacaklardı.

Chanyeol kim olduğunu görmemişti ama sopa benzeri bir şeyin adamın kafasına indiğini ve adamın yere çöktüğünü görmüştü. Diğer adamlar ne olduğunu anlayamadan elinde sopa, çanta hatta ayakkabı bile tutan yeni insanlar içeri girmişti. Tüm adamlar yere düştüğünde Chanyeol sonunda kim olduğunu görmüştü.

Ya da kim olduklarını.

Arkadaşlarını.

"Çocuklar ..." Chanyeol titrek ayakları üzerinde kalkarken fısıldadı. Chen ona sırıtıyor, genişçe ve zaferle gülümsüyordu ...

... ta ki Chanyeol'ün kollarındakini görene kadar.

"Kahretsin!" Küfretti. Herkes Chen'e sonra Chanyeol'e döndü, gözleri kocamandı.

"Kahretsin!" Diğer on kişi de küfretti.

"Birisi hastaneyi arasın!" Terli ama zarar görmemiş olan Jungsoo Chanyeol'ün yanına belirdi ve Baekhyun'u tutmayı önerdi. Chanyeol yorgun ve tükenmiş halde ona uzattı Baekhyun'u. Daha fazla Baekhyun'u güvenle tutabileceğinden emin değildi. Baekhyun'u kollarına alır almaz Jungsoo koşup gitti, arkasından birkaç kişi de onu takip etti.

"Hadi!" Birisi tısladı ve birkaç kişi Chanyeol'ü kavrayarak dik tutmaya çalıştı. Görüşü bulanıktı. Şimdi hayatı tehlikede değilken ve ölüm kaçınılmaz değilken, Baekhyun'un yaralanmasının ağırlığı... Ölen Baekhyun ... her zamankinden daha sert düşmüştü üzerine.

"Birisi onu tutsun!" Birisi bağırdı. Daha fazla el onu destekledi, onu o yerden götürdü. Kulübeden çıkarlarken ve tüm elleri üzerinden çekerken garip gözüken adamları onlara bakarken buldu.

"Kavga mı istiyorsunuz?! HUH?!" Chanyeol bağırdı, ellerini yumruk yapmıştı. Artık korkmuyordu. Baekhyun bunlar yüzünden zarar görmüştü ve ölüyordu. "Siktiğimin sizinle kavga edeceğim, hadi!" Aynı eller uzandı ve onu tekrar tutarak geri çekti.

"Onlar Baek'in adamları." Birisi kulağına uysalca fısıldadı. "Hadi, seni buradan çıkaralım." Onlar onu arabaya götürmeden önce Chanyeol neler olduğunu anlayacak vakti bile olmamıştı. Her şeyi o an idrak etti ve yüzünü ellerine gömdü.

"Baek ..." Hıçkırdı, orada kimin olduğunu ve kimin onu izlediğini umursamıyordu. "Baek ..."

"İyi olacak." Dedi birisi nazikçe, sırtını rahatlatarak ovdu. Chanyeol kulaklarında yankılanan ve dünyasının yıkıldığını düşündüren ama aslında her şeyini yıkan yüksek sesli BANG! sesini asla unutamayacaktı.

Baekhyun'un o kadar soluk gözükmesini, taze kırmızı kanın durmadan akmasını ve Chanyeol nasıl durduracağını bilemediğini asla unutamayacaktı. Baekhyun'un elini sıkışını, tutuşunun bu kadar zayıf ve elini çekmesinin bu kadar kolay oluşunu unutamayacaktı. Baekhyun'un gülümseyişini, renksiz dudaklarının Joo Sung'un ona silahı doğrultmasından daha da korkuttuğunu unutamayacaktı. Baekhyun'un ona bakışını, o gözlerinin hep istediği gibi canlı, nazik ve sevgi dolu olmasını unutamayacaktı.

Baekhyun daha onu sevdiğini bile söylememişti.

Gözyaşları yüzünden ve Baekhyun'un kanıyla bulanmış elinden akıyordu. Baekhyun hayatından çıkarsa geleceğinin nasıl olacağını düşünmek istemiyordu çünkü Baekhyun hayatına öyle hızlı girmişti ki tekrar çıkarmak çok zordu. Bu tıpkı Byun Baekhyun'un kalbine girmesi ve Chanyeol'ün asla atamayacağı bir yeri seçmesi gibiydi ... Belki de bu yüzden Byun Baekhyun kalbinin her yerindeydi.

Aşkın bu kadar güçlü olması, birisini bu kadar kolay bağlaması, öyle ki birinden ayrı kaldığınızda bile bunun işkence gibi olması garipti. Chanyeol bunu birçok seviyede hissetmişti. Çok yoğundu çünkü şuan Baekhyun aklının her yerinde tekrar edip duruyordu ve kaybolacağını sanmıyordu.

Artık umursamıyordu bile. Birisinin kimliğini çalmakla suçlandığı için hapishaneye girebileceğini bile umursamıyordu. Onun insanlara zarar vererek suç işlemekten ve diğerlerine yanlış şeyler yapmaktan kurtulacağını bile umursamıyordu. Hiçbir şeyi umursamıyordu. Sadece Baekhyun'un güvende olmasını istiyordu. Sadece Baekhyun'un nefes almasını...

Baekhyun'un gülümsemesi, kahkahası, sırıtışı, kaş çatışı, sesi, kıstığı gözleri, burnu, parmakları ... Baekhyun Baekhyun Baekhyun'un her şeyi aklında tekrar edip duruyordu, canlı ve netti ama dokunamıyordu.

Ve Baekhyun'un sadece bir anı olmasından korkuyordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Joo Sung saatlerdir bekliyordu.

Biraz sabırsızlanmıştı ama bu bekleyiş geçen birkaç aydır hatta yıllardır rol yapması ve organize etmesiyle kıyaslanamazdı bile. Bu an için bekliyordu, o yüzden biraz daha beklemek sorun değildi.

Tam o an da telefonu çaldı.

Cevapladı. Sakin yüzü kızgınlığa dönüştü.

"Ne?!" Boş, geniş bekleme odasında bağırdı. "Kaçtı mı? Siz nasıl ... Sizi aptallar!" Bununla birlikte telefonu kapattı, bu vesileyle getirdiği adama döndü.

"Bana onun bir fotoğrafını ver. Sahtekarın." Joo Sung tükürerek konuştu ve adam tuttuğu çantanın içine bakmadan önce ürktü. Sonunda çıkarıp Joo Sung'a uzattı. Joo Sung tekrar gülümsedi, üniversite döneminden Chanyeol'ün bir fotoğrafına bakarken ruh hali canlanmıştı geri.

Belki Chanyeol'ü onun için öldürmesini başuşağa söyleyebilirdi.

Öyle ya da böyle intikamını alacaktı.

"Efendim?" Bir kadın kapıyı açtı ve baktı. Joo Sung hemen sırtını doğrultup çekici bir gülümseme sundu. "İçeri girin."

Kendinden emin ve nezaketle içeri girdi, adamı arkasında bıraktı. Sonuçta kendi başına namını kazanacaktı. Kimse onu durdurmayacaktı.

İçeri girer girmez uzun zamandır yolunu gözleyen adama baktı. Lee Mansu. Çalışma masasının önünde dururken gözlerinde nazik bir bakış vardı. Joo Sung karşı uçta durdu, Lee Mansu'nun kaç adamı olduğunu gözlerindeki hırsla not aldı. İki uzun duvarda sıraya dizilen en az on adam varmış gibi gözüküyordu ve Joo Sung kadının Lee Mansu'ya doğru yürümesini ve başını eğip mütevaziyle yanında durmasını izledi. Dudaklarını yaladı. Şimdiden itibaren sahip olacağı şey buydu.

"Seni görmek güzel." Baş uşak elini uzatırken gözlerindeki ilgiyle söyledi. Joo Sung ona doğru yürüdü ve elini sallamak yerine kolyeyi uzattı.

"Bunu arıyorsunuz, değil mi?" Joo Sung sordu. "Sonuçta ailem beni bulduğunda bana kalan tek şey buydu."

"Evet..." Baş uşak önündeki kolyeye bakarken gözleri büyüdü. Gümüş tavandaki sarı ışıklar altında parlıyordu ve Lee Mansu kolyeyi incelerken Joo Sung kendinden emin halde sırıttı. "Bu ... gerçek olan."

"Tabi ki de gerçek." Dedi Joo Sung, gözlerini devirmemek için tüm gücünü kullandı. "Sonuçta gerçek Park Chanyeol benim."

"Hm ..." Baş uşak şimdi gözlerinde daha ilgiyle ona baktı. Joo Sung'a bakıp yüzünü inceliyordu. "Efendi'nin gülümsemesini ve Hanım'ın burnunu almışsın ... ailene çok benziyorsun." Fısıldadı. Joo Sung sırıttı. Plan tıkır tıkır işliyordu. Sonunda isteğini tam anlamıyla alacaktı.

"Beni ... taklit etmeye çalışan birisi vardı." Dedi Joo Sung. "Paramı istiyordu ama ailemin adını batırmasına izin veremezdim." Baş uşağın gözleri büyük ölçüde kararmıştı.

"O kim, oğlum? Bana göster ve onu öldüreyim." Joo Sung tekrar sırıttı. Harika gidiyordu. Başka yolu yoktu. Cebinden fotoğrafı çıkardı ve baş uşağa uzattı. Uşak alıp dikkatle inceledi.

"Bu çocuk. Buydu -

BANG!

Joo Sung dizleri üzerine çöküp bir mermi omzuna isabet ederken gözlerini kırpıştırdı. Az önce duvara yapışmış olan tüm korumalar birden yanına gelmiş başına silah dayamıştı. Önüne baktı. Az önce ona seslenen kadının elinde bir silah vardı, ucundan duman geliyordu.

Kafasını kaldırmaya cesaret ettiğinde ise Lee Mansu başını eğmiş ona bakıyordu, gözlerinde öldürücü bir bakış vardı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yaklaşık 22 yıl önce

Altın Parkların namı yükseliyor, Kore'de en popüler markalardan biri oluyor ve tüm dünyada namı artıyordu. Bu hep Minji'nin hayali olduğu kadar kocasının da öyleydi. İkisi de yetimdi, metallere ve işleyişlerine hep ilgileri olmuştu ve ayrıca mücevherin görünüşlerini farklı farklı tasarlamayı seviyorlardı. Çocukluklarından ve gençliklerinden beri birçok fikirleri vardı. Yeni fikirler oluşturmak için ve sırf hayallerine odaklanabilmek için okullarını tamamen bırakarak mücevher nasıl oluşturulur düşünerek çok zaman harcamışlardı.

Şanslılardı.

Biraz mucizeyle ve bitmek bilmeyen ısrardan sonra, sonunda ürünlerini sunmuşlardı ve benzersiz şekilleri, sadece gümüş (ya da içinde gümüş olan karışımlar ve bol bol metal) kullanmalarından dolayı hızlıca yükselmişler ve birçok insanın ilgisini çekmişlerdi.

Ama insanlar kıskançtı. Birçok sebep için birçok düşmanları vardı. Birincisi, mali bir geçmişleri yoktu ve ... aile hiç yoktu. Hep Altın Aşıklar diye tanıtılmışlardı. Hiçbir şeyi olmayan ama bundan birçok başarı çıkaran kişilerdi.

Park Minji onları öldürmek isteyen kimlerdi asla öğrenemeyecekti. Tek bildiği oğlunu korumasıydı.

Ancak iki aylıkken, çocukluk arkadaşını, tek yoldaşını, kocasını ve çocuğun babasını bıçaklanmasını izledikten sonra kar boyunca küçüğünü taşımıştı. Ömrü boyunca ona eşlik eden ruh eşi için teslim olmak yerine kaçıyordu çünkü kollarındaki oğlu onun için çok anlam taşıyordu. Meslektaşları, bağlı şirketleri hatta kendi arkadaşları tarafından ihanete uğramıştı ve kim olduğunu bilmiyordu ama hep güveneceği tek insan o olacaktı.

Ölümüne donarken Chanyeol'ü kendine çekerek sarıldı sadece, kendi hissettiği soğuğu ve acıyı oğlunun hissetmesini umuyordu ya da hissedecekse eğer, asla hatırlamamasını umuyordu.

"Beni öldürmek için buradalar." Evden darmadağınık ama endişeli bir halde çıkan Lee Mansu'ya fısıldadı. Yanaklarında yaşlar vardı ve yıkılmak üzereymiş gibi hissediyordu ama onu korumalıydı. "Jimin ... o çoktan gitti ..."

"Ben – "

"Hayır." Minji lafını böldü. "Yapamazsın. Seni bulurlar."

"Umrumda değil, ben – "

"Nerede yaşadığını bilmeyebilirler." Minji fısıldadı. "Saklanacağım ama hayatta kalamayabilirim. Olur da kalamazsam, Altın Park'ları isteyen kişilerden kurtulmanı istiyorum. Altın Park'larla ilgilenmeni istiyorum. Onları nasıl yaptığımızı sana gösterdik. Onlardan kurtulur kurtulmaz Chanyeol'ü bul." Minji çıldırmış bir halde etrafına bakındı. "Kendine de bak. Güvenliğin önce geliyor." Ayağa kalktı ve kapıya yöneldi. "Gitmeliyim."

"Bekle!" Mansu kolundan tuttu. "Onu nereye bıraktığını bana söyleyecek misin?"

"Hayır." Minji üzgünce gülümsedi. "Onu bulacağını biliyorum ama bilmeni istemiyorum, Chanyeol'ü öğrenirlerse sana işkence ederler." Sonra gitti.

Kar boyunca saatlerce koştu, onu hemen yakalamalarından korkuyordu. Sonunda içgüdüsü ağır bastı ve sessizce bir sokağa girdi.

Artık bekleyemiyorum. Gölgelerin arasında kendini saklayıp bir mucize bulmaya çalışırken kendi kendine düşündü. Saklanmalıyım. Şimdi.

Ve mucize gerçekleşti.

Kısa bir bayan bir yığın battaniyeyle kapıyı açtı, beş yaşından büyük olmayan küçük bir kız onu takip etti. Çöp kutusunu açıp tüm battaniyeleri içine atarken gülüyorlardı. Sonra kadın döndü ve kızı kucağına aldı, kızın battaniyeyi yerleştirmesine izin verdi. Daha sonra çocuk şarkıları söyleyerek gülüştüler, içeri girip kapıyı kapattılar.

Ona iyi bakacaklarından emindim. Minji karar verdi, haklı çıkması için dua ediyordu. Sokakta başka kimse olmadığına emir olur olmaz parmak ucuna bastı ve çöp kutusunu açtı.

"Her ne olursa ..." Chanyeol'ün burnundan öperken fısıldadı. "Her ne olursa olsun, mutlu olmanı ve annenle babanın seni hep istediğini bilmeni istiyorum ..." Gözlerindeki yaşla Chanyeol'ü yerleştirdi. Her nasılsa ondan ayrılmak kendi kocasından ayrılmaktan daha zordu ama bunu yapmak zorundaydı. Kolye sokak lambalarına karşı parıldarken izledi, oğlunun göğsünün üzerinde masumca duran kağıt parçasını seyretti. Bilmesini umuyordu. Bir gün, ailesini aradığında, ona verdiği ipucuyla başlamasını umuyordu.

"Dünyadaki en benzersiz kulaklarıyla, Park Chanyeol"

O gece, Park Jimin göğsüne saplanan dört bıçakla öldürülmüştü.

Ve sonra vücutları tatil için kiralanan küçük bir kulübede cayır cayır yandı.

 

 

 

 

 

 

 

 

"O olduğunu nereden bileceğim? Ya ... Ya yanlış kişiyi bulursam?" Mansu endişeli gözüküyordu. Minji gülümsedi.

"Bileceksin." Dedi uysalca.

O an Mansu sarılı halde neredeyse iki aylık olan küçük oğlana baktı, gümüş kolyenin kısa boynunu yaraladığını görmek hoş değildi.

O kulakların dışarı doğru çıktığını gördü, hemen göze batıyordu.

Tıpkı ailesi gibi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

"Tüm özelliklere sahipsin." Dedi Lee Mansu, önündeki sahtekara bakıyordu. "En önemli özellik dışında."

"O ne be?" Joo Sung homurdandı, göğsünü tutarken bile gözleri kızgınlıkla parlıyordu. Tüm korumalar silahlarını başına dayamış, onu yere bastırıyorlardı. Sakin gibi davransa da korkudan dolayı şiddetle titriyordu. Ne acınası bir sahneydi ama.

"Kulaklar, seni yalancı." Lee Mansu sakince söyledi. "O kulaklar sende hiç olmayacak."

Joo Sung kızgınlıkla bağırdı.

"Efendi Chanyeol'e zarar vermeye çalıştın, değil mi?" Lee Mansu'nun gözleri korkunç ve tehdit edici gözüküyordu. "Yerini almaya çalıştın?"

"Tabiki de yaptım." Joo Sung bağırdı. "Hiçbir şeyi yok. En başında bile değersizdi. Eğer beni alsaydınız Altın Park'ları öncekinden daha iyi hale getirirdim. Park Chanyeol'ün hiçbir şeyi yok, sonuçları bile düşünmeyen aptal zavallı bir çocuk sadece!" O an da Lee Mansu silahı çıkardı Joo Sun'un burnuna dayadı. Joo Sung hemen konuşmayı kesmiş, korkudan sinmişken şiddetle titriyordu. Gözlerindeki korku belliydi ve Mansu ona baktıkça daha az Park Jimin ve Park Minji gibi gözüküyordu.

Sadece bir sahtekardı.

"Götürün onu." Lee Mansu silahını çekerken sonra da onlara sırtını dönerken söyledi. Joo Sung'un öfkeden boğuk çığlıkları duyarken elini açtı ve avuç içinde duran fotoğrafa baktı. Gülümsedi. Park Chanyeol kesinlikle ailesinin kulaklarına sahipti. "Çok uzun bir süre hapishanede olacak."

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Birkaç hafta önce

"Park Chanyeol olduğunu göstereceğin kanıt ne – "

"Değilim." Lee Mansu'nun önündeki adam yanıtladı. Mansu şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı.

"Huh?"

"Ben Park Chanyeol değilim." Dedi. "Başka biriyim."

"O zaman neden –"

"Aradığınız özel şey ..." Adam zarafetle yürürken vücudundan çekicilik yayıyormuş gibi gözüküyordu. "Değerli değil, değil mi?" İleri adım atıp elini masaya koyduğunda, gördüğü pahalı ahşabın üzerinde yayılarak açılmış ince parmaklar değildi, gözlerindeki bakıştı.

"Kulaklarını arıyorsunuz." Mansu'nun gözleri şaşkınlıkla büyüdü.

"Ve sana bunu düşündüren nedir?" diye sordu.

"Park Minji ve Park Jimin'i araştırdım." Baekhyun açıkladı. "Fotoğraflarını gördüm. İkisinin de dışarı çıkan kulakları var."

"Çok iyisin." Dedi Mansu. "Adın nedir?"

"Byun Baekhyun." Baekhyun cebine uzanıp telefonunu çıkarken söyledi. Orada, adama göstermeden önce birkaç defa ekranı kaydırdı. "Aradığınız adam bu. Adı Park Chanyeol, 22 yaşında, 27 Kasım 1992'de doğdu. Bana doğduktan iki ay sonra ailesinin onu terk ettiğini ve yetim olduğunu söyledi. Yabancıların görmesi için battaniyelerle dolu bir çöp kutusuna bırakılmış." Baekhyun daha fazla şey hatırlamaya çalışırken elini saçlarından geçirdi.

"Oh ve bulunduğunda vücudunda iki şey olduğunu söyledi. Başka bir şeyi yokmuş. Kıyafeti bile yokmuş. Üçlü nota anahtarı olan gümüş bir kolyesi ve bir notu varmış." Baekhyun Mansu'nun gözlerine bakmak için eğildi. "Notta 'Dünyadaki en benzersiz kulaklarıyla, Park Chanyeol' yazıyormuş.

Baekhyun bir süre susarak Mansu'nun bilgileri algılamasına izin verdi.

"Şimdi bana inanıyor musunuz?" Baekhyun sordu. Lee Mansu etkilenmişti. Nedense çocuğun gözlerindeki ısrarı, yıkılmayacak güçlü bir kararlılığı görebiliyordu.

"Bana detayları söyle." Dedi Lee Mansu. Baekhyun hemen anlattı.

"Chanyeol'ü taklit etmeye çalışan bir adam var." Dedi Baekhyun. "Chanyeol'e çok benziyor ama en az altı yaş büyük. Başarılı şirketlerde ciddi bir hırsızlık yapmasıyla, onu destekleyen adamlarının olmasıyla tanınıyor. Rol yapmada çok iyi, onu biraz incitsen sana zarar verir ve paradan çok sevdiği şey intikam – "

"Onu şahsen tanıyormuşsun gibi geliyor." Mansu sorgulayarak kaşlarını kaldırdı. Baekhyun'un yüzü düştü.

"Kurbandım." Dedi sessizce. "İnternetten bakarsanız Bronz şirketinin maddi istatiği 2007'de büyük miktarda düştü. Ben Byun Kangmin'in oğluyum. Bunu o yaptı ve bir nevi benim hatamdı." Mansu ona baktı.

"Zamanı gelince size gelecek bu adam. Chanyeol'den kolyeyi alacak ve size gösterecek, aradığınız şeyin o kolye olduğunu düşünüyor." Dedi Baekhyun. "O bir sahtekar. Ona güvenmeyin."

"Tabiki de güvenmem." Dedi Mansu pürüzsüzce. Baekhyun şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. "Birçok sahtekarlık ve cinayet gördüm. Sonuçta Park ailesini öldürmek isteyen kişilerden kurtulan benim."

"Park'lar anlaştığı şirketler yüzünden ihanete uğradı. Kendi şirketlerinin yükselmesini istiyorlardı ama Altın Park'lar yüzünden hep gölgede kalıyorlardı. Onları öldüren katiller sıradan insanlardı." Mansu'nun gözleri aydınlandı. "Hepsini buldum. Ya onları öldürdüm ya da hapse attım. Tüm hainler ve yalancılar, aynısını yaparım." Baekhyun'a baksa da Baekhyun da ona gözlerinde tek bir korku olmadan yoğunca bakıyordu. "Sence neden şimdi Efendi'yi arıyorum? Şimdi güvende ve ona zarar vermeye çalışan başka insan yok."

"Bu adam Chanyeol'ün kimliğini çalmak istiyor." Dedi Baekhyun. "İzin vermeyeceğim. Sadece bilme

Please Subscribe to read the full chapter
Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
No comments yet