3-Umut Işığı

A REAL HERO [YOU]

"Bu arada hiç sormadım ama..." Sonra biricik(!) yeğenine bakıp homurdandın. "Bu canavarı susturmaktan sıra gelmedi... Okuyor musun? Çalışıyor musun? Ablamlar gelene kadar bizi bırakmayacaksın değil mi?" 

"Son sınıfım, iki ay sonra mezunum yani. Stajım bittiği için bir engel yok, onlar dönene kadar sizinleyim." 

"Ne okuyorsun peki?" 

"Sistem ve yazılım mühendisliği. Stajımı da Samsung'da yaptım. Büyük ihtimalle kabul edilirim, eğer öyle olursa Shownu hyungla aynı departmanda çalışacağız." 

"Dürüst olduğum için beni affet ama... Cidden zeki birine benzemiyorsun." omuz silktin. "Ne bileyim... İdol gibi bir görünüşün olunca..." 

"Sen ne okuyorsun?" bu defa o sormuştu. 

"Moleküler biyoloji ve genetik. Hayalimdi." gülümsedin. "Eğer biraz ortalama kasarsam, gelecek yıl burada okuyabilirim." 

"Ortalama kasmak?" kaşları çatılmıştı, kafası karışık görünüyordu. 

"Yani sıkı çalışıp, uluslar arası standartların beni kabul edeceği seviyede notlar alabilmek." gözlerini devirdin. "Siwoo'yu anlıyorsun ama bunu anlamadın. Garip." 

Taksinin durmasıyla kısa sohbetiniz mecburi bir kesintiye uğramıştı. 

"İşte geldik, evim burada." sen taksiciye parayı öderken, Hyungwon Siwoo ile dışarı çıkmıştı. Arabadan inip, orta halli binanın girişine kadar onları takip ettin. 

"Asansör yok mu?" girişte herhangi bir asansör kapısı göremeyince, ağlayarak yere çökme isteği duymuştun. "Nolur birinci katta falan de." 

"Maalesef." omuz silkti. "Eski bir bina olduğu için, ve planında da asansör yapmaya uygun bir boşluk olmadığı için yapılamadı. Evim beşinci katta. Çıkmak istemezsen burada bekleyebilirsin. İşim çok uzun sürmez zaten." 

"Olmaz. Ağlayarak apartmanı ayağa kaldırmasını istemeyiz, değil mi?" 

"Öyleyse biz önden çıkıyoruz." Hyungwon, Siwoo'ya tuhaf ve sevimli suratlar yaparak merdivenleri koşar adım çıkmaya başlayınca küçüğün kahkahaları yayınlanmıştı apartman boşluğunda. Sen on adımda nefes nefese kalırken, onun bir solukta beş katı çıkması haksızlıktı! Lanet olası pergel bacaklı! 

On dakikanın sonunda beşinci kattaydın, nefes düzenini on dakika önce zemin katta bırakmıştın. Aralık kapıdan seni çağıran Hyungwon'u görünce, rezil olmamak için nefeslerini düzenleyip terini sildin. Ayakkabılarını da çıkarıp salona geçtiğinde, yeniden küçük dilini yutacak gibi olmuştun. Siwoo, evdeki diğer yakışıklı çocuklarla gülerek oynuyordu. 

"Çok güzel ya! Şu evrende nefret ettiğin tek insan ben miyim yani? Sağol velet, gururum okşandı." 

"Ah, aslında Changkyun evde olsaydı kendini şanslı hissedebilirdin. Tartışmasız olarak nefret ettiği tek insan, onu görür görmez ağlıyor." mavi saçlı, gülüşü güzel bir çocuk cevapladı seni. "Bu arada, adım Wonho." 

"Memnun oldum Wonho. Ama o ev arkadaşınız olacak Hyungwon demişti ki-" 

"Ne demişim?" koridorda belirmişti çantasıyla. Ne çabuk hazırlanmıştı böyle? 

"Hani bu çocuk yabancılara karşı mesafeliydi? Yoksa arkadaşların, Siwoo'nun asker arkadaşları falan da benim mi haberim yok?" bunun üzerine evdeki herkes kahkaha atmıştı. 

"Bize yabancı değil ki." Beyaz saçlı, adının Minhyuk olduğunu öğrendiğin genç cevapladı. "İki haftada bir onu görmeye gidiyoruz. Ya da Hyungwon kısa süreliğine getiriyor buraya." 

"Jooheon ve Minhyuk onun favorileri. İkisinde de şeytan tüyü var. Markete gittiğimizde bile tüm çocukların dikkatini çekiyorlar." Hyungwon ekledi. "Ama ne yazık ki Jooheon evde değil. Kihyun ve Changkyun'la pek anlaşamıyor zaten." 

"Şaşmadım. Huysuz." göz devirdin. "İşin bittiyse gidelim mi? Ben çantanı taşırım. Sen Siwoo'yu al." 

"Biraz daha kalsaydınız? Ne zamandır göremiyorduk ufaklığı." Minhyuk ve Wonho dudak bükünce vicdan azabı duymuştun. Tanrının özenerek yarattığı bu iki güzel insanı üzmek, büyük bir acımasızlık olurdu. Ayrıca Tanrı tarafından lanetlenmeye de davetiye çıkarmak demekti. Siwoo ile yalnız kalmaya zorlanarak lanetlenme hakkını fazlasıyla kullanmıştın zaten. 

"Pekala. Madem çok ısrar ediyorsunuz..." 

*** 

Dört saattir, tamı tamına 240 dakikadır gülücükler saçan bu sevimli çocuk senin böcek yeğenin olamazdı, değil mi? Hayretler içerisinde izliyordun. Belki de gerçekten tek sorun sendeydi? Kendi davranışlarını göz önünde bulunduruyordun, ama yanlış hiçbir şey yoktu. Öyleyse neden seni sevmiyordu? 

Nedense, içinde onu kıskanıyormuşsun gibi bir his vardı. Tüm bu yabancılar onu doyasıya sevip öperken, sen ciğerci kedisi gibi uzaktan izliyordun. 

Moralin bozulmuştu, başını öne eğmiş otururken omzunda bir el hissetmiştin. Bu Hyungwon'du, içini rahatlatmak ister gibi gülümsüyordu. 

"Üzülme... Ona biraz zaman tanı. Sendeki değişimi fark edeceğine eminim." 

"Hiç sanmıyorum. Benden sonsuza kadar nefret edecek." konuyu değiştirmek için midenden gelen sese kulak kabarttın. "Acıktım ben. Ne zaman eve dönüyoruz?" Aslında bu neşeli atmosfere daha fazla tanık olmak istemiyordun. 

"Yol üstüde bir pizzacı var, oraya gideriz olur mu?" 

*** 

Muhteşem kokan, atmosferi de mükemmel bir pizzacıydı burası. Ve incelediğin menüye bakılacak olursa, uygun fiyata bol porsiyondu. 

Bebek masasında oturan yeğenine baktın. Ortama yabancı gibi bakıyordu, sanki terk edilmişti de geleni geçeni tanıdık bir yüz bulabilmek umuduyla inceliyordu. İçin sızlamıştı. 

Tereddüt etsen de, derin bir nefes alıp sesine aegyo yüklemesi yaptın. 

"Siwoo-ya~" gözlerini sana çevirdi, ancak bu defa kızgın ya da ağlamaya hazır değildi. Normal bakıyordu sanki? "Menüye bakalım mı?" 

Menünün çocuk kısmını açıp ona çevirdin. Çocuk menüleri onların damak tadına hitap eden yumuşak şeyler barındırıyordu, ayrıca görsel olarak da çekiciydi. 

"Bu nasıl? Rilakkuma menüsü? Ya da şu?" ona tek tek gösteriyordun. Ancak Siwoo ifadesiz bir yüzle menüye bakıyordu. Hyungwon ise sizi izlemeyi tercih ediyordu. Siwoo'nun tepkisizliği, ağlayacak gibi hissettiriyordu. Hyungwon da bunu fark etmiş ve müdahale etmeye hazırlanmıştı. Ancak Siwoo ikinizi de şok ederek menünün sayfalarını çevirmiş ve istediği menüyü sana bakarak göstermişti. Sana. Siwoo seni dikkate almıştı! 

"Öyleyse ben siparişleri verip geleyim..." Hyungwon tatlı bir gülüşle masadan ayrıldı. Sen ise şok olmuş bir halde Siwoo'ya bakıyordun. Çekinerek, işaret parmağını yanağına uzatıp nazikçe dürttün. Kızmadığını görünce yeniden dürttün. Bu defa hafifçe gülümsemişti. 

'Hyungwon!' diye bağırmana ramak kalmıştı, gördüğün şey bir hayal miydi? Gıdıklamadan, yanaklarını iki yana çekiştirmeden, kendi isteği ve hür iradesiyle sana gülümsemiş miydi yani? 

"Gülümsüyor mu o?" Hyungwon elinde siparişlerle gelmişti, tepsileri masaya bırakırken şaşkınlığı yüzünden okunuyordu. 

"Gerçekten de gülümsüyor! Şöyle yanağına dokunabildim..." sanki vahşi bir hayvandan bahsediyordun, yanlış bir benzetme gibi gelebilirdi kulağa. Ama imkânsızlık olarak eşit değerlere sahipti ikisi de. Yeniden yanağına dokunacakken, Siwoo parmağını ısırmıştı. Hyungwon kahkaha atarken sen bozulmuştun. "Oldu mu şimdi? Kaktüs." 

Yine de bu yemek içinde küçük bir umut ışığı doğmasına yetmişti. 

*** Bölüm Sonu *** 

Elimdeki son bölüm buydu. Diğer iki bölümü hafta içi yazıp finalleyeceğim. Ficden beklentilerinizi söylerseniz hoş olabilir bence 💞💞💞 

Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
icequeenhera
#1
Chapter 7: Ühü.. Bitti... Yeni kurgular bekliyorem yazar
icequeenhera
#2
Chapter 7: Evet fazla utanmazımdır
icequeenhera
#3
Chapter 1: Gökkuşağı kusmak ksmsksmsmmzmsm