1-İmdat Çağrısı

A REAL HERO [YOU]

Monsta X-Ray'in kreş bölümünü izledim ve sonuç olarak gökkuşağı kusarak bu bölümü yazıyorum 😍 

 

*** 

 

"Abla! Bu küçük böceği bana bırakıp gidemezsin!"  

 

Daha geçen hafta ayak bastığın ülkede, canavar yeğeninle başbaşa bırakılmıştın. Her nasılsa enişten Shownu'nun yakın bir akrabası vefat etmişti ve cenazeye gitmeleri gerekiyordu.  

 

"Oğluma böcek demesene! Baksana, nasıl da uyuyor meleğim..."  

 

"Kirpi yavrusunu pamuğum diye severmiş zaten... Senden başka hiç kimse bu veletle başa çıkamaz, anlamıyor musun?"  

 

"Ne yapayım? El kadar çocuğu cenaze evine götürüp de harap mı edeyim? Ne yemek yiyebilir, ne uyku düzeni kalır... Ve zaten sürekli ağlayıp dövünen yetişkinleri görmek psikolojisini de bozar! Ablana küçük bir iyilik yapsan ölür müsün?"  

 

"Bu böcek çiğ çiğ yer beni... Hem bayıldığım için mi geldim buraya? Seventeen konserine gitmek için teptim onca yolu! Biletimi yakmaktansa kendimi yakmayı tercih ederim!" ikna çabaların beyhudeydi, sen de farkındaydın.  

 

"Tamam, götürürüm ben çocuğumu... Zalim teyzesi yüzünden hasta olur en fazla..." ablan drama kraliçesine bağlayınca, gözlerini devirip elindeki küçük çantayı çektin. 

 

"Bir hafta... Eğer bir dakika geç kalırsan böceği unut." dedin tüm kötü bakışların eşliğinde.  

 

"Kardeşlerin bir tanesi!" ablanın herhangi bir isteğini kabul etmenin en iğrenç yanlarından biri de sulu öpücükleriydi. Peeling yaparak derini birkaç kat soyma arzusu duyuyordun... Tükürükleri kemik dokuna kadar işlemiş olabilirdi. 

 

*** 

 

"Abla! Acilen eve dön yoksa bu oğlun beni öldürecek!" ablan ve enişten gideli 24 saat bile olmamıştı, ancak yeğenin olacak küçük böcek bu 24 saatlik süre zarfında bir kez bile susmadan ağlamış, yemek yememiş ve uyumamıştı. Dolayısıyla sen de uyuyamamış ve yemek yiyememiştin... Üstüne bir de Siwoo'nun tüm ağlama sesi pandoranın kutusu gibi beynine dolmuş ve korkunç bir ağrıyı tetiklemişti. 

 

"Daha bir gün olmadı, lütfen biraz daha dayan... Alışır sana yakında..."  

 

"Ben buna alışamam! Abla yalvarırım dön ya! Bak şimdi de saçlarımı yoluyor! Ah! Siwoo!"  

 

"Akşama kadar bir çözüm bulmaya çalışacağım, tamam mı? Arayacağım seni, şimdi kapatmam lazım."  

 

***  

 

Telefon çaldığında, daha önce hiç böyle hızlı yanıtlamadığına emindin. Koşarken küçük ayak parmağını vurman bile, telefonun ucundaki kurtuluş haberine ulaşmana engel olamazdı.  

 

"Alo? Abla? Buldun mu bir çözüm?"  

 

"Evet, merak etme... Siwoo'nun ilacını bulduk. Daha önce aklıma gelmeliydi oysa." 

 

"Neymiş? Uyutucu iğne mi yapacağız? Ya da buzluğa atıp siz gelince mi çözeceğiz?"  

 

"Pis cani..." ablanın gözlerinden alev fışkırdığını anlamak zor değildi. "Hayır, Siwoo'nun çok sevdiği biri gelecek. Shownu'nun kuzeni Hyungwon. Geldiğinde ona yardımcı olmak için elinden geleni yap, aksi takdirde bir daha Koreye gelmeyi unut." 

 

"Yaaaah!"  

 

"Ciddiyim, o çok sevdiğin K-pop starlarını görmen benim ellerimde. Bunu sen de çok iyi biliyorsun."  

 

"Tamam ya... Gelsin işte, ben de kurtulurum o böcekten." 

 

"Oğluma böcek demeyi kes." 

 

"Her yerimi ısırıyor, ne diyeyim?" 

 

"Çiçeğim de. Her neyse, Hyungwon bir saate gelir. Uzun boylu, yakışıklı bir çocuk. Tanımadığın için tarif ediyorum. İri gözleri ve kalın dudakları var. Kendini tanıtır zaten."  

 

"Gelsin bakalım süper kahramanımız... Çok merak ediyorum, Siwoo'yu senden başka susturacak insan var mı?"  

 

*** 

 

Kapı çaldığında, koltuğun bir köşesinde ruhunu teslim etme isteği ile oturuyordun. Siwoo tüm gücüyle, ruhunu emen şeyleri yapmaya devam ediyordu. En sonunda sen de onun karşısına geçip ağlayacaktın, keşke sesin onunki kadar cırtlak olsaydı. Ama şuna emindin ki, dayatmalı empati teorin bile Siwoo'nun önünde diz çöküp af dilerdi. Bu çocukla başa çıkmanın bir yolu yoktu. Tabi bir mucize gerçekleşip de, fabrika ayarlarına formatlanmazsa. Tanrı'nın sana böyle bir iyilik yapması için de bir sebep yoktu. 

 

Ayaklarını sürüyerek kapıyı açmıştın, ablanın dediği kadar yakışıklı bir çocuk kapıda dikiliyordu. 

 

"Merhaba. Ben Hyungwon. Shownu hyungun kuzeniyim."  

 

"İçeri geç..." göz ucuyla Siwoo'ya baktığında ağlamayı kestiğini görmüştün. Acaba uykusuzluk yüzünden halüsinasyon mu görüyordun?  

 

"Siwoo-ya~ Amca geldi~"  

 

Küçük şeytan Siwoo, sadece anne ve babasına gösterdiği parlak gülümsemesi ile Hyungwon'a koşmuştu. Uzun boylu genç adam, küçük böceği kucağına alıp uçak gibi uçurunca kahkahalar atmıştı. Sanki 24 saattir göbeğini çatlatırcasına ağlayan o değildi. Hyungwon ona sarılıp sırtını tıpışlayınca bir pamuk yumağına dönüşmüştü.  

 

  

 

"Hain velet! Birinci dereceden akraban benim, ama sen babanın kuzenini tercih ediyorsun öyle mi?" ters bakışlarını gizleme gereği duymuyordun, Siwoo ise seni takmıyordu bile. 

 

Hyungwon bu halinize gülmeden edememişti. Gerçekten dağılmış görünüyor olmalıydın. Kafayı yemene ramak kalmıştı, yalnızca 24 saat içinde zombiye evrimleşmiştin, ve cehennem daha şimdi başlıyordu! 

 

"Kusura bakma. Bu benimle Siwoo'nun meselesi, üzerine alınma lütfen. Ablamlar gittiğinden beri uyumadı ve beni de uyutmuyor. Ağlamaktan gözlerinde yaş bitti. Yemek yemiyor. Bezini bile güçlükle değiştirdim. Attığı tekmeleri sayamadım. Ah, vampir gibi ısırmasından bahsetmiş miydim peki?"  

 

"Merak etme. Ben hallederim hepsini." kucağında Siwoo ile mutfağa ilerlemişti. Bu kadar sakin ve kendinden emin olması sinir bozucuydu.  

 

"Nesini seviyorsun bu böceğin söylesene?" kapıya dayanarak, onu izlemeye koyuldun. Dolaptan sütü çıkarmıştı, biraz çilek ve bir parça da çikolata. "Hey... O çikolatayı nereden buldun? Ben bile yerini bilmiyorum!"  

 

"Ablan bunları oğlundan ve kocasından saklıyor, çünkü ikisi de çikolata delisi. Bunu birazcık sus payı gibi düşünebiliriz..."  

 

"Yardım edeyim ben sana... Ne yapmam gerekiyor?" ablanın küçük ama etkili tehditi kafanda yankılanınca, kurtarıcına yardım etmek için elinden geleni yapman gerektiğini hatırlamıştın. 

 

"Sen çilekleri yıkayıp mutfak robotuna at, ben de sütü ılıtayım. Uyumasını kolaylaştırır." şişedeki sütü bir kaba döküp altını yakmıştı.  

 

"Anlamıyorum..." kafanı iki yana salladın. "Sanki sen gelmeden önce ben bu çocuğa işkence ediyordum... Teyzesini nasıl bir duruma düşürdüğünün farkında değil... Seni görür görmez sustu..."  

 

"Siwoo insanlara kolay alışan bir çocuk değil... Biz, seninle yaşadığı dönemi çoktan atlattığımız için kucağımda bu kadar rahat duruyor. Benim saçlarımı da az yolmadı... Kollarımda da hala ısırık izleri duruyor."  

 

"Büyü mü yaptırdın? Doğru söyle?" istediği gibi çilekleri ve çikolatayı çekmiştin. Ilınan sütü de karışıma döküp, içine iki kaşık bal ilave etmişti. 

 

"Hayır tabi ki, bana güvenmesini sağladım." iğrenç bir renk alan karışımı Siwoo'nun biberonuna doldurmuş, kalanını da bir bardağa döküp sana uzatmıştı. "Sen de iç. Belli ki ihtiyacın var. İkiniz de fazlasıyla yıpranmışsınız."  

 

Yeniden salona dönmüştünüz. Siwoo, Hyungwon'un kucağında uyuklayarak garip sütünü içiyordu. Uyuklasa da, ara sıra gözlerini açıp Hyungwon'u kontrol etmeyi ihmal etmiyordu. Genç adam gözlerini irice açarak şapşallıklar yapıyor ve saçma sapan bir ninni mırıldanıyordu. Yarım saattir bakıştığın bardağı tek seferde kafana dikip, saçma ninniye kulak kabarttığında gözlerin kapanmaya başlamıştı bile. Belki de bu derin sesin hipnoz edici bir gücü vardı? 

 

*** Bölüm Sonu *** 

 

 

Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
icequeenhera
#1
Chapter 7: Ühü.. Bitti... Yeni kurgular bekliyorem yazar
icequeenhera
#2
Chapter 7: Evet fazla utanmazımdır
icequeenhera
#3
Chapter 1: Gökkuşağı kusmak ksmsksmsmmzmsm