Chapter 4

The Wolf and The Moon [YOU]

Saatlerini sana tahsis edilmiş odanda kös kös oturarak harcıyordun. Kahrolası vernik kokulu odada yataktan başka bir şey yoktu.

Yatıp uzanmaktan sıkılınca camın önünde volta atmıştın. Ondan da sıkılınca camdan dışarıdaki kar fırtınasını izlemiştin. Sonsuzluk gibi gelen bu beyaz örtü, ve onu her saniye daha da kalınlaştıran tipi zihnini uyuşturmuştu sanki. Hipnoz olmuşçasına boşluğa bakıyordun, beynin ise birkaç saat önce olanları playback moduyla yeniden yaşatıyordu sana.

O kaza... Ölümden dönüşün... Bir Kurt-Tanrı ile aynı evde olmak... Yeniden hayatta oluşunu onun kanına borçlu olmak... Bir de tabi ki, farkında olmadan onun eşi olman.

"Yalan söylemediğini nereden bileceğim sanki..." diye omuz silktin, işin içinden çıkamayınca sesli düşünmeye başlamıştın. "Belki de blöf yapıyor. Sadece çiftleşme dönemine gireceği için bir eşe ihtiyacı var, bulamadığı için de bu yalana inanıp onunla kalmamı istiyor... Olamaz mı yani..."

Camın önünde birkaç kez adımladın.

"Hayatımı kurtarmış olabilir, teşekkür ederim... Elbette can borcu ne yapsam ödenmez... Ama bunu sırf karşılık almak için, böyle bir beklentiyle yapıyorsa?" kafanı iki yana salladın. "Bu tarz bir geri ödemeyi asla yapamam. İsterse hayatımı yüz kere kurtarmış olsun."

Kollarını kavuşturup, birkaç volta daha attın camın önünde.

***

Odanın tahtalarını da bitirmiştin, evet saymayla.

Can sıkıntısından kurtulmak için yapılacakları da tükettiğinde oflayarak yatağa atladın.

"Hapis kaldım resmen burada... Lüks bir hücreden farkı yok." sinirden ağlayacak raddeye gelmiştin.

Kafanı hafifçe çevirip camdan baktın. Gündüz yağan karın aksine, gece oldukça açıktı. Havada neredeyse tek bir bulut bile yoktu. Bu yüzden de dolunay odayı bile ışığıyla dolduracak kadar netti. Kocaman bir gece lambası gibi dünyayı aydınlatıyordu, manzara eşsizdi.

"Dolapları karıştırsam kahveyi bulur muyum ki... At tanrısına yapmıştı, yani evde kahve var. Alt katta kitaplık da vardı... Bari bir kitap okuyup kahve falan içeyim... Şiştim şu saate kadar odada dört dönmekten!"

Neyse ki artık odanın kapısını kilitlemiyordu. Tuvalete gitmek için bile ondan izin almak gerçekten berbattı, gardiyanın gibi hissetmiştin.

Merdivenleri ağır ağır inip, ilk iş kitaplığa ilerledin. Merdivenin altındaki alanı kitaplık olarak değerlendirme fikrini yalnızca Tumblr'daki ütopik evlerde görmüştün.

"Tumblr kurdu..." kendi kendine kıkırdadın. "Belki de instagram ünlüsüdür? Tipi gayet müsait..." kitap bakınırken kendi kendine mırıldandın. "Yoksa twitter fenomeni mi? Belki de orta yaşlı amcalar gibi facebook kullanıyordur?"

Gözüne kestirdiğin kitabı işaret parmağınla öne çekip, eline almıştın. Sırada kahve vardı.

Mutfak bomboştu neredeyse. Koskoca dolapların içinde tek tük eşya vardı. Bu kalp kırıcı küçük detaylara boğulma zamanı değildi ; önemli olan kahveyi, fincanı ve su kaynatabileceğin aygıtı bulmandı.

"Niye üzülüyorum ki, salak mıyım neyim..." suyu doldurup yuvaya oturtmuştun cihazı. "Burada at ve yılan onu yalnız bırakmıyordur bence... Onlar da bırakırsa şaşmamak lazım... Misafirperverliğine baksana... Yılanı camdan attı, atı da kar kış demedi kapı dışarı etti..."

Kahveyi kupaya koyup, suya uzandın. Bu dağ başında kahveyi bulduğuna şükrediyordun, bu yüzden şeker arama lüksüne girmemiştin. Zaten tam takır kuru bakırdan az halliceydi mutfak. Fincanın içindeki granüller yavaş yavaş sıcak içeceğine dönüşürken Mingyu'yu düşündün. Acaba bir kupa da o içer miydi?

"Kurtlar yalnız takılmaz mı... Düşündüğüm şeye bak, iyice kafayı yedim ben de."

Kupanı almak üzereyken üst katta bir gürültü kopmuştu. Ve o gürültü saniyeler içinde mutfakta bitmişti.

"Ming-" demene kalmadan durduğun tezgah köşesinden çekip, en yakın duvara fırlatmıştı seni.

Zaten bedenen iyi bir durumda değildin, sırtını duvara vurunca omurgaların kırılmış gibi hissetmiştin. Ayakların kayınca olduğun yere oturuvermiştin.

"SANA ODANDAN ÇIKMA DEMEDİM Mİ?!"

Bu ses tonu bağırma, çağırma, uluma falan değildi. Bildiğin gök gibi gürlüyordu.

"Sıkıntıdan patlayacaktım." sesindeki korku öyle netti ki. Seni öldürmeye mi gelmişti? Gücünü toplamak için böyle bir şey gerekiyordu belki de? Kanını içip, ciğerini falan yiyecekti? Sadece acısız olması için dua ediyordun.

"Dolunay varken... Canına mı susadın sen?!" ses tonu biraz düşmüştü, ama hala kabus gibi hissettiriyordu.

Dolunay diyince, biraz yüzüne bakar gibi olmuştun. Göz ucuyla, kaçamak bir bakıştı hepsi bu.

Ancak gördüklerin, en ala korku filmine taş çıkaracak cinstendi.

Dağılmış gece siyahı perçemlerin altından parlayan çivit mavisi gözler... Yüzündeki her bir kas, ifadesindeki tüm öfke mimiklerini harekete geçirmek üzere sözleşmiş gibi kasılmıştı. Ancak gözleri, adlandıramayacağın garip bir duygu bulutuyla puslanmıştı.

Dişlerini sıkıyordu, boynundaki ve şakaklarındaki damarlar çatlayacak kadar belirgindi. Kaşları çatıktı, ve bu sert bakışların hedefinde doğrudan sen vardın.

"Söylediklerime kulak asman senin yararına olur." dedi her kelimenin üstüne basa basa. "Ciddiyim, git buradan. Seni göremeyeceğim, hissedemeyeceğim, kokunu alamayacağım bir yere git yoksa çıldıracağım!" savurduğu yumruğu arkasındaki mutfak dolabına isabet etmişti, kapakta artık devasa bir göçük vardı.

Sinirlenmiştin, farkında değildin ama parmakların pençe gibi etine batıyordu. Sinirden kendini sıktığın için.

"Bunu demeni bekliyordum ben de." belini tutarak ayağa kalktın. "Bir insanı alıkoymanın ne kadar saçma bir şey olduğunu fark ettiğine göre gidebilirim artık. Ailem de her yerde beni arıyordur zaten."

Bu karda giyecek hiçbir şeyin yoktu, ayakkabı da dahil. Yine de emin adımlarla kapıya yürüdün. Donarak ölmek bile sorun değildi. Şüphesiz ki burada kaldığın sürece başına gelecek şey her neyse iyiydi ondan.

Kapıyı açıp buz gibi taşa ayağını bastığında ürpermiştin. Bir iki adım sonrası kardı. Çocukken, o tatilinizde en sevdiğin şey olmuştu hiç bozulmamış karlara basmak. Doğanın kristallerden dokuduğu bu eşsiz halıya bastığında çıkan sesi çok sevmiştin.

Ayak bileklerin hafiften sızlıyordu, tabanların ise uyuşmuş gibiydi. Daha şimdiden, evden on adım bile uzaklaşmadan.

"Gitme..." cansız bir ses duydun arkandan, hemen peşinden de yığılan bir bedenin sesini.

Bunu duymamış olsaydın asla arkana bakmazdın, ama şu an tereddüt etmeden arkana dönmüştün.

Kapı eşiğine yığılmış bir Mingyu göreceğini bilmeden.

Uyuşmuş ayakların bile ona koşmana engel olmamıştı.

"Mingyu!"

***

Berbat görünüyordu, yanına vardığında dikkatini ilk çeken şey solgun rengi olmuştu. Terliydi, göz altları bir keş kadar çökmüş ve koyulaşmıştı. Dudakları ise kupkuruydu, adeta beyaza çalan ölü bir pembelik kalmıştı sadece.

"Mingyu kendine gel!" omuzlarından sarstın onu. Yüzüne hafifçe vuruyordun ama tepki yoktu. Üzerine eğildiğinde nefesinin düzensiz olduğunu fark etmiş ve nabzını yoklamak aklına gelmişti.

"Nabzı da zayıf... Ne yapacağım ben şimdi..." telaştan elin ayağına dolanmıştı. "İçeri... Önce içeri almalıyım..."

Birden bedenine güç gelmişti sanki. Bu devasa genç adamı içeri sürüklemek belini koparsa da acı veya yorgunluk hissetmiyordun. Kanepeye yatırmak biraz daha zor olmuştu ama halletmiştin.

"Önce ısıtmam lazım." elini yüzüne koyduğunda buz gibi olduğunu bir kez daha anlamıştın. Üst kattan koşarak bulduğun tüm örtüleri alıp gelmiştin. Hiç kalın bir şey yoktu ki! Ayılınca ona dağ başında yaşayıp da evinde doğru dürüst yorgan bulundurmamasının hesabını soracaktın. Bu yüzden uyanması gerekiyordu.

Birkaç ince battaniyeyi üst üste örttün önce. Şömineye de Jakob kılıklı kurdun üstsüz bir şekilde kırdığı tüm odunları attın. Salak herif, artistlik yapmak uğruna hasta düşmüştü.

En azından sen öyle sanıyordun.

Mingyu sadece dolunay enerjisinden kurtulmak istemişti.

Salon hafiften cehennem sıcağına doğru evriliyordu ama Mingyu'nun durumunda hala değişme yoktu. Hala buz gibiydi.

"Niye uyanmadı hala?" telaşla bir o yana bir bu yana koşuyordun.

Aklına bir fikir gelmişti.

Eğer o sana kendi kanını içirerek iyileştirdiyse, senin kanın da onda işe yaramalıydı?

Mutfağa koştun. Çekmeceleri hızla yoklarken, en son birinde bulmuştun aradığını. Sorun şu ki, kendine zarar verecek olma düşüncesi seni korkutuyordu.

Gözlerin dolsa da, bunu yapacaktın. Bıçağı avcuna koydun önce. Diğer elinle yumruğunu dıştan sıkıp kolayca bitirmeyi umuyordun.

Ancak hala o gücü kendinde bulamıyordun.

Mingyu'nun yanına gittin, ne kadar zor durumda olduğunu hatırlamak bunu kolaylaştırabilirdi belki.

Kısa bir anlığına, Mingyu gözlerini aralayıp sana baktı.

'Yapma' diyebildi sadece, bilincini yeniden kaybetmeden.

"Öyleyse bana ne yapsam gerektiğini söyle!" bıçağı yere atıp, ağlayarak yanına çöktün. "Ölüyorsun! Gözümün önünde ölüyorsun!"

Göğsüne kapanıp ağlamaya başladın. Ondan başta korkmuş olsan da, sana birkaç kez ufak çaplı zarar vermiş olsa da ona kızamıyordun şu an. Hayatını borçlu olduğun kişi ölüyordu ve elinden hiçbir şey gelmiyordu.

"Uyan... N'olursun uyan Mingyu..." elini yanağına yerleştirdin. "Ben senin eşinim... Beni burada savunmasız ve yalnız başıma mı bırakacaksın?"

Eğer halüsinasyon görmüyorsan, nefes ritmi nispeten hızlanmıştı. Acaba doğru kelimeler bunlar mıydı?

"Eğer ben senin eşinsem... Elimden bir şeyler gelmeli, değil mi?" yüzünü iki elinle kavradın bu defa. "Uyanmalısın Mingyu... Lütfen sevgilim..."

Dudaklarının rengi normale dönmeye başlamıştı.

Kafanda taşlar yerine oturuyordu şimdi.

Süt içerken yaptığı tüm o imalı konuşmalar... Yılan Tanrısının söyledikleri... Enerji...

'Beni neyin şarj ettiğini bilseydin böyle gülebilir miydin bakalım?'

"Sana güç veren şey benim sevgim ve dokunuşlarım mı?"

Bir insanın hayatının başka bir insanın sevgisine bağlı oluşu büyük bir zalimlikti... Eğer yaşadığın dünyada da işe yarasaydı bu kural, insanların yarıdan fazlası sevgisizlikten ölürdü.

"İşe yarasa iyi olur Mingyu... İlk öpücüğümü böyle bir an için saklamamıştım..."

*** BÖLÜM SONU ***

AUUUUUUUUU

SARANGEYOOOO

KURT MİNGÜŞÜNÜZ GELDİ HANIMLAR FNFNNFDMDNFN

ÖZLEDİK Mİİİİİİİİİİİ

 

 

Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
cattleya3 #1
Chapter 1: uygulamayı hala anlayamadım ama hallederm sldlfldls
cattleya3 #2
Chapter 1: yaa kendimi garip hissediyorum sanirim wattpade uzun bi ara vermeden once senin elinden okudugum son ficti 🥺 ay hautemm dilini nasil ozlemisim yaaa ♥️♥️ wattpadde yerin çok belli 😭😭
icequeenhera
#3
Chapter 1: Hayattaki şansım: ilk üç paragraf
icequeenhera
#4
Karma puanım yetmediği için yorumlayıp okuma yapcam bunu da sırf yorum olsun diye yazyom sksjskj