_9.0

Former Fangirl (TÜRKÇE)

Derin nefeslerim sayesinde göğsüm hızla inip kalkarken bakışlarımı odanın içinde gezdirdim ve sandalyede uyuyan Minhyuk ile karşılaştım. Gördüklerimin kabus olması beni mutlu etmişti çünkü bir daha o kazayı geçirmek istemezdim.

Refakatçı yatağının boş olduğunu farkettiğimde alnımdaki terleri silip biraz doğruldum. Hana nerdeydi?

Titreyen ellerimle başucumda duran suya uzanmaya çalıştım fakat bardağı düşürdüm ve yerle çarpıştığı an büyük bir gürültüyle kırıldı.

"Ala, iyi misin!" Minhyuk yerinden zıpladı ve yanıma koştu. "Sana bir şey oldu mu, canın mı acıdı? Neden bana seslenmedin?"

Yine titreyerek ona baktım, gözlerinde korku vardı. Onu uyandırmak istememiştim, neyse ki hava aydınlıktı ve gündüz olmuştu.

"Su... Minhyuk-ssi bana su verir misin?" Kurumuş dudaklarımı ıslattım ve bana bir saniye bile beklemeden su doldurmasını izledim.

"İşte.." Elini sırtıma yerleştirip suyu kendi başıma içmeme izin vermeden içirmeye başladı.

Bu kadar ilgi çok fazla Bay Lee Minhyuk-ssi. Sanırım kalbim eriyor.

"Teşekkür ederim.." Mırıldanıp yatağıma tekrar uzandım ve sol elimi heyecandan yanan yanağıma bastırdım ancak tanıdık olmadığım pürüzleri hissettiğimde yutkundum. "M-Minhyuk-ssi... Aynaya bakabilir miyim?" Neyle karşılaşacağımı bilmediğim için sesim titremişti.

"Bu... Gerçekten istiyor musun?" Yerdeki cam kırıklarını faraşla süpürürken bana bakmıyordu.

Kaşlarımı çatıp telefonuma uzandım ve kamerayı açtım fakat ön kamerayı açamadan telefonu elimden almıştı. "Iyileşmeden bakmanı istemiyorum."

'...yüzünde de onlarca cam kesiği var.'

Daha önce söyledikleri aklımda canlanırken sol yanağımdaki yaralara dokunmaya devam ediyordum. Minhyuk yatağının yanına çömelip çenesini yatağıma dayadı ve elimi yanağımdan çekti. "İyileşecek."

Benim yaralarımı görmemi istemiyordu. Bunun beni üzeceğini düşünüyor olmalıydı.

Ona baktım ve gözlerinin dolmaya başladığını fark ettim. Hemen konuyu dağıtmayı amaçlayarak zaten benim merak ettiğim şeyi sordum. "Hana nerede?"

"Duş alıp üzerini değiştirmek için eve gitti sonrasında hava alanından aileni karşılayıp onlarla geri gelecek." Bana hala dolu gözlerle bakarken çok hızlı konuşmuştu ve bu içimi parçalıyordu. Ağlama Minhyuk-ssi.

"Neden ağlıyorsun? Yapma..."

Ben konuşunca yüzünü yatağa yasladı. "Belli oluyor mu... Ağladığım?" Yüzünü yatağa daha çok yapıştırdığı ve zaten ağladığı için sesi boğuk çıkıyordu.

Elimi kaldırdım ve titrek hareketlerle saçlarına dokundum. Bana baksın istiyordum. Saklanmasın. Ama ağlamasın da...

Bu hareketim sonucu başını tekrar kaldırdığında elimi geri çektim. Gözyaşları bu kez dolu olan gözlerinden aşağı akıyordu. Bir kez burnunu çekti ve direk gözlerimin içine baktı. "O gece bana söylediklerini hatırlıyor musun Ala?"

Cevap vermeden düşünmeye devam ederken gözlerimi onunkilerden ayırmadım. Bu fotoğraflardaki gibi değildi. Kameraya değil, direk bana bakıyordu çünkü. Ve böyleyken düşünmek, gerçekten zordu.

Ne kadar cevap vermediğimi bilmiyorum ama gözyaşlarını silmiş ve konuşmaya devam etmişti.

"İnsanlar bir şeyi kaybetmekten korkuyorsa onu seviyordur... Böyle söyledin, ve haklıydın."

Bu sözlerinden sonra göz yaşları daha şiddetli akmaya başlarken kaşlarımı çattım. Hatırlamıştım. BTOB ve fanları için söylemiştim.

"Çok korktum Ala." Elimi tuttu ve devam etti. "Seni kaybetmekten çok korktum."

Tamamen kilitlenmiştim ve yalnızca onu dinlemekle kalıyordum. Hatta bir an nefes almayı bile unuttuğumu sanmıştım.

"O gece.. O adam arayıp haber verdiğinden beri korkuyorum."

Ellerini saçlarımda hissettiğimde nefesimi titrekçe dışarı verdim. O bana yaklaşırken kendi aklımdan geçenleri bile hissedemiyordum. Çok geçmeden burnu benimkine çarptığında dudaklarımız arasındaki mesafenin de neredeyse birkaç milimetre olduğunu varsayarsak, terlemeye başlamıştım.

Kapı açıldığında aceleyle geri çekildi ve elini az önce yeri temizlediği faraşa atıp güldü. "Biraz daha dikkatli olmalısın Ala."

Birkaç derin ama hızlı nefes aldım ve bakışlarımı kapıya çevirip babamın endişeli bakışlarıyla karşılaştım.

"Baba..."

Onlara yapabildiğim kadar kocaman gülümsedim. Beni ziyarete gelmelerini elbette isterdim ama bu şekilde değil. Hem de Minhyuk'un suratımın dibinde beni öpmek üzere olduğu bir anda hiç değil...

Minhyuk ayağa kalkıp eğilerek ve gülümseyerek onları selamladı. "Merhaba efendim, ben Lee Minhyuk."

Bence sen onlar gelmeden buradan gitmeliydin Minhyuk-ssi. Pardon ama ikimiz de sıçacağız. Gerçi ben hasta olduğum için yırtıyorum sanırım.

Annem ona kısa bir bakış atarak başıyla selam verip yanıma geldi ve saçlarımı okşadı. "İyisin değil mi Ala-yah?"

Babam diğer taraftan elimi tutarken başımı salladım. "Iyiyim, gerçekten merak etmeyin."

Bir süre durumum hakkında sorular sordular. Buraya gelirken karşılaşmayı beklediklerinden iyi olmalıydım ki mutlu görünüyorlardı.

Birkaç dakika sonra babam boğazını temizledi ve Minhyuk'a bir bakış attı. "Başında dikilen bu adam kim peki kızım?" Çince konuşuyordu. Ses tonu sert değildi fakat içten içe baba kıskançlığı denen şeyin sonucu oluşturulan bir cümle olduğunu biliyordum.

"Bay Lee, benim patronum baba. Çalışanlarıyla oldukça ilgilidir. Hana yokken benimle ilgilendi ve hastaneyle ilgili işlemlere de çok yardım etti." Babamın aksine Korece konuştum. Minhyuk'tan saklayacağım bir cevap değildi çünkü.

Babam 180 derecelik bir mod değişimiyle ona gülümseyip teşekkür ettiğinde Minhyuk tekrar hafifçe eğilerek gülümsedi. "Rica ederim efendim. Vazifemiz..."

Bir daha Bay Lee, beni öpmek için yanaşırsan sana bu anlarını hatırlatacağım. Cidden gülmemek için kendimi zor tutmamla beraber bir de annemin onu tanıma ihtimaline karşı annemle bakışıp duruyordum.

Bu olaylardan birkaç dakika sonra ben Minhyuk'un işi bahane edip gitmesini beklerken o, babamla anlaşmanın bir yolunu bulmuş ve onunla derin bir sohbete dalmıştı bile.

Hatta babam Korece'yi tam olarak bilmediği için annemin de çevirmen olarak o sohbetin içinde büyük bir yer edindiğini söyleyebilirim.

Bu süreç boyunca, öncekiler gibi ilaçlarımı almama Hana yardım etmişti. Ona çok teşekkür etmeliyim. Bir arkadaş gerçekten böyle olmalı.

Yine de onların sohbetlerini dinlemek bile beni o kadar mutlu etmişti ki. Bazen ben de araya karışıyordum.

Saatler sonra hastane görevlisi odaya akşam yemeklerimizi getirdiğinde, ki bu yemek standart olarak iki kişilikti, hepimiz açlıktan ölüyorduk.

Hana yatağımın önündeki masayı kurduktan sonra Minhyuk'a döndü. "Minhyuk-ssi, Ala'nın annesine ve babasına kantinden bir şeyler alıp gelirsiniz değil mi? Sabahki tosttan beri bir şey yemediler, acıkmış olmalılar."

Minhyuk ayağa fırladı. "Olmaz! Misafire bir gün içinde iki kez tost yediremem." Anneme ve babama döndüğünde gözlerimi büyüttüm. "Annem çok güzel yemekler yapar, zaten ziyaret saati bitmek üzere, lütfen akşam yemeğe bize gelin."

Delirdin mi it herif!? Babamı sizin eve götürmeye mi çalışıyorsun?

Annem ve babam aniden kabul ettiğinde ağzım bir karış açık bakmakla yetinmiştim. Giderken de "Hana sana iyi bakıyor, gözüm arkada kalmayacak." diyip gitmişti annem. Haklıydı da. Hana kadar iyi bir bakıcı asla bulamazdım. Aynı zamanda da eğlenceli~

Onlar gittiği zaman yüzümde aptal bir sırıtışla elimi dudaklarıma götürdüm. Bu sabah olanlar gerçekten beklemediğim şeylerdi. Gözlerimi benimle odada kalan Hana'ya çevirdim ve gülmeye devam ettim.

"Az kalsın beni öpüyordu."

Bir çığlık atıp yatağıma oturdu. "Şaka yapıyorsun!?!?"

Elimi kalbime koyup başımı iki yana salladım. "Sabahtan beri kalbim... Ah~ cidden bu kez dokunma olayından daha açıktı."

"Yah! Anlatsanaa~ Baban onu sevmiş görünüyor." Hana da kıkırdamaya başladığında iki gündür ilk kez oturdum.

"Burnu burnuma değdi. Ve bunu isteyerek yaptı." Mırıldanarak konuşuyordum ki bir şeyi hatırlayıp birden durdum. "Bugün günlerden ne?"

Hana telefonuna bakıp cevap verdi. "Perşembe. 5 Kasım. Neden sordun?"

"Senin yarın... 6 Kasım'da Minseok'un büyük hayran buluşması için V.I.P biletin yok muydu?" Hatırladığım şeyden emin olmak için gözlerimi kısıp düşünmeye devam ettim.

"Hayır, gitmiyorum. Seninle kalacağım." Sesinde hiçbir bozulma olmadan söylemişti.

"Ben burada yatıp duruyorum ama Minseok sürekli Hong Kong'da takılıyor. Gideceksin."

Hana gülmeye başladı. Anlam veremiyordum. "Ben o bileti iki katı fiyatına sattım bile, sen buradayken asla gitmem."

Kendimi kötü hissetmemle beraber dudaklarımı ısırıp elini tuttum.

"Burda olduğun için teşekkür ederim Hana-yah..."

--------------------

Hastaneden çıkmama 1 gün kalmıştı ve yarını da sayarsak burda kaldığım süre toplam 2 hafta olacaktı. Gerçekten sıkılmıştım. Ama Hana her seferinde başka bir şey bulup beni güldürmeyi başarmıştı.

Ailem 3 gün kalıp sonrasında Hong Kong'a geri dönmüştü çünkü kardeşim hala ordaydı. Babam giderken beni Minhyuk'a emanet etmişti ve sevgili Minhyuk bunu bahane ederek 2 hafta boyunca yine yanımdan ayrılmamıştı.

Ben asıl derdini biliyordum ama ağzımı açmıyorum...

Bir önceki gün ilk kez aynaya bakmıştım. Yüzümdeki yaraların neredeyse tamamen iyileştiğini söyleyebilirim.

Hana biraz da Minhyuk ve beni yalnız bırakmak için çikolata almayı bahane ederek kantine inmişti. 2 haftadır bunu yapıyordu. Her gün birazcık bizi yalnız bırakıyordu.

Ancak bu it herif bir daha asla o tarz bir yakınlaşma göstermedi. İt lakabını harika taşıyor.

"Yarın sabah hastaneden çıkacaksın, nasıl hissediyorsun?"

Minhyuk yanıma oturduğunda yataktan canım sıkıldığı için odadaki ikili koltukta oturuyordum.

"İyiyim artık yaram da ağrımıyor.." Hafifçe gülümsedim.

"Ala-yah..." Minhyuk tam konuşacakken Hana hızla kapıyı açtı. Bugün kısa sürmüştü. Çikolataları yatağa bırakıp televizyonu açarken ikimiz de onu izliyorduk.

"Sana şirkete git demiştim Minhyuk-ssi." Hana televizyonu bize doğru çevirdi ve konuşmaya devam etti. "Mahkemelik olmuşsunuz."

Haber başlığını okuduktan sonra yüzümde şokla Minhyuk'a baktım. Bizim laboratuvarın izniyle piyasaya sürülmüş bir ürünün davalık olduğu yazıyordu.

Minhyuk hiçbir şey söylemeden kalkıp odadan çıktığında mırıldandım. "Ürünlere onay verme yetkisi bende..."

Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
No comments yet