Bir Yağmurlu Günde Aşık Oldum Sana

Every Rain

Dinle

 

"2010'un sonlarındaydı... Jiggy Fellaz. Vasco ve ben sahne almıştık, siz, tüm ekip oradaydınız. Daha sonra seni hiç görmedim. Ta ki Untouchable ve Jiggy Fellaz'ın düet klibi çekilene kadar. Oradaydın. O zamanlar sana böyle hislerim yoktu, sadece ilgimi çekiyordun. Birkaç kez konuşmuştuk hatta hatırladın mı?"

"Hiç unutmadım ki... Daha sonra bana bir buluşma teklif ettin. Kabul ettim. Bir haftaya kalmaz sahte peri masalımız başladı... Birbirimize delicesine aşık olmuştuk. 'Aşk sarhoşluğu'nu senin aşkını yudumlayarak tanıdım ben. Senin gözlerini, kalbini ve sevgini içtim, içtim ve içtim. Ta ki bilincimi kaybedinceye kadar."

"Ben farklı mıydım sanıyorsun? Seninle aynı evde yaşadım ben. Senin her bir hareketini, tepkini biliyorum. Uykunda nasıl dişlerini sıktığını, sinirlendiğinde kaşlarının nasıl çatıldığını... Her birini, her şeyini biliyorum senin. Elimde değildi, seni bilmek, tamamen anlamak istiyordum."

"Ah... Geçmişte kaldı bunlar. Unuttun mu? Biz, ikimiz, asla bir arada yapamayız. Birbirimize çok benzediğimizden yapamayız hemde... Kavgalarımızı unuttun mu? Her şeyi geçtim, şirketlerimizin kurallarına ne demeli? Üzgünüm. Ben kariyerimi mahvetmek istemiyorum." 

 

Telefonu kapattığımda ellerim titriyordu. Yeniden o günlere döndüm... Ona ilk aşık olduğum o Eylül sabahına. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmur, gelecekte dökeceğim sessiz göz yaşlarıma bir işaretti adeta. Sevgimizi lanetlemişti yağmur. O karanlık bulutlar çökmüştü ikimizin üzerine. Ne zaman güneş açacaktı?! Apaçık ortadaydı onu hala unutamadığım. Onun adına şarkılar yazdım... Hatta bu şarkılar yayınlanmıştı bile. Bir tanesi ona durmadan bıraktığmı o cevapsız sesli mesajlar, diğerisye ona olan aşkımla umutsuzluğum, çektiğim acı üzerineydi. (Voice Message / Rain Sound) Aynı dönemde, o da bir atak yapmıştı. Benim Voice Message'ıma "Phone Call" ile cevap verdi. "Rain Sound"u çıkarttığımda, "Every Night" geldi. Melodiler ve klip birbirine, tesadüfi bir biçimde inanılmaz benziyordu. O da beni unutamamıştı. Apaçık ortadaydı bu.

Telefonumun elimde titremesiyle daldığım düşünce girdabından çıktım. Arayan Youngjae idi. 

-Abi, nerede kaldın allasen? Az sonra kayda başlayacağız.

Kaydı tamamen unutmuştum. Bir anda Himchan'ın öfkeli sesi gelmeye başladı telefondan:

-YARIM SAAT GEÇ KALDIN YONGGUK. TAM YARIM SAAT. FARKINDA MISIN BİLMİYORUM AMA 2 HAFTA SONRA ALBÜ...

-Farkındayım, geliyorum.

Telefonu yüzüne kapatmıştım ama bugün kendimi pek iyi hissetmiyordum ve kimseyle uğraşmak istemiyordum.

Arabamın anahtarlarını aldığım gibi kendimi şehrin amansız sokaklarına bırakmıştım. Çok geçmemişti ki, binaya vardım. Telaşsız adımlarla kendimi kayıt stüdyosuna sürükledim.  Tek amacım bir an önce bu kaydı bitirip, Han Nehri'ne gitmekti. 

***

 

İşittiğim bir dolu azarlamanın ardından, kendimi gecenin ilerleyen saatlerinde Han'ın kuytu bir köşesine attım. Buraları bilen pek kimse yoktu. Ayrıca saat sabahın beşiydi. Bu yüzden hayranlar tarafından fark edilme konusunda içim rahattı. Uyumak istiyordum ama şimdi uyursam yarın ki şirket toplantısını kaçırır, başıma bir dolu iş alırdım.  Gözlerimi kapadım ve Han'ı dinlemeye koyuldum. O sırada şehrin ruhunu duyuyordum. Yüzyıllardır buradan gelip geçenlerin fısıltıları... Birisi feryat figan ağlıyordu, birisi ilk aşkını itiraf ediyordu, birisi hızlı hızlı nefes alıyordu. O kadar yüksekti ki nefes alma sesi, diğer tüm sesler onun hegomanyası altında pısmıştı. Derken başka güçlü bir ses meydan okudu o nefes seslerine. Bir düşme sesiydi bu. Akabinde yükselen acı dolu bir "Aaah!" nidası ve "İMDAT!" diye tüm gücüyle bağıran bir kız sesi. Gözlerimi açtım. Yanı başımda kızın biri kıvranıyordu. Bell ki arkasındaki merdivenlerden yuvarlanarak düşmüştü. Anlamadığım bir dilde sızlanıyordu. Yanına gidip gitmemekte tereddüt ettim, derken adamın biri çıkageldi. Kızın üstüne atıldı. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Ne yapıyordu bu adam demeye fırsat kalmadan, kızın üstüne abandı. Niyeti kötüydü, belliydi. Tam adamın üzerine yürüyecektim ki, kız can havliyle adama bir yumruk attı. Yumruktan afallamış adam yana devrildi. Kız bunu fırsat bilip zar zor ayağa kalktı ve adamı gayet profesyonelce ve teknik gerektiren hareketlerle tekmelemeye başladı. Gözü dönümştü. Bir süre sonra durdu ve derin bir nefes aldı. Ben duracak sanıyordum ama beklediğimin tam tersini yaptı. Pantalonun cebinden küçük bir çakı çıkardı. Yerdeki adam çakıyı görür görmez kaçmaya çalıştı ama kız kaçmasına fırsat vermedi. Yavaşça çakının bıçağını çıkardı ve adamın kemerine elini koydu.

 

-Pislik herif!! Bir daha yapacak mısın ha başka birine bunu?! Söyle!! 

 

Kendinden geçmişti. Çat pat Korece konuşuyordu. Adam cevap vermeyince hepten gözü döndü kızın.

 

-O küçük hayvandan ne istedin ha?! Aşağılık herif. Ruh hastası! 

Pantalonunu indirmeye hamle yaptığı sırada kız dayanamadım ve yanlarına gittim. Kız başta benim varlığıma şaşırdı. Anlaşılan o kadar gözü dönmüştü ki, beni fark etmemiş.

 

-Sen de kimsin?!

Sorusuna cevap vermeden yanına gittim.

-Bıçağı bırak lütfen.

Dikkati dağılmıştı. Adam bir şekilde kaçmayı başardı oradan. Kızsa bunu fark ettiğinde elindeki çakıyı tehditkar bir ifadeyle sallayıp bana döndü:

-NE YAPTIĞINI SANIYORSUN SEN?

-Bir insanın hayatını kurtarıyorum.

-O ruh hastası sokak köpeklerine tecavüz ediyor!! 

Şok olmuştum. Kız derin bir nefes aldı ve yine o bozuk Korece'siyle;

-Aferin. Tebrikler.

dedi. Bir anda keşke o adama yardım etmeseydim diye düşündüm. Hem kendimi kızın sinirinden korumak hem de merakımı gidermek amacıyla ona nereli olduğunu sordum. Sorunun bulunduğumuz duruma göre abesliğini fark ettiğinden olsa gerek bana garip bir ifadeyle baktıktan sonra,  "Türküm."  cevabını aldım. Şaşırmıştım. "Neden buraya geldin?" "Seni ilgilendirmez." dedi. Cevap vermedim. Aramızdaki sessizliği fırsat bilip yuvarlandığı merdivenin basamaklarından birine oturdu. Yaralarını incelemeye başladı. En fazla 20 yaşında genç bir kızdı. Çok değişik bir yüzü vardı. Bu denli hırpalanmasına rağmen yine de kendine has bir büyüsü vardı yüzünün. Ben onun yüzünü incelerken, o elinde olmadan yüzünü acıyla buruşturdu. "Aaaah!" Bu acı dolu nida ağzından çıkıverdi. Yanına gittim. 

-İyi misin?

-Sence?

Hala bana kızgındı. 

-İzin ver yaralarına bir de ben bakayım.

 

Az önce bir adamın ini kesmek üzere olan o genç kız bir anda uysal bir kediye dönümüş, yaralarıyla ilgilenmemi bekliyordu. Bu tezatlık gülümsememe sebep oldu. Yanına oturdum. Bacakları fena haldeydi. Beton tahriş etmiş, deriyi kaldırmıştı. Bileğini oynatmayı denemesini istedim, yapamadı. Çok ciddi burkmuştu. Kollarının da bacağından aşağı kalır yanı yoktu. 

 

-Telefonun yanında mı?

-Hayır... Düşürdüm sanırım bir yerde. 

Cevap vermedim. Bu kızla ne yapacağımı düşünüyordum.

-Araban var mı? Ya da seni alacak biri? Numarası varsa eğer aklında, benim telefonumu kullanabilirsin.

-Şey... Numarayı hatırlamam için bana biraz zaman ver. 

Sesli düşünmeye başlamıştı. "Hah! Buldum. " Elini uzattı, telefonumu verdim. 

-Alo? Dora, benim. Çok kötüyüm, gelip beni al acilen. Bu kimin numarası bilmiyorum. Yok, ciddi bir şey yok ama merdivenlerden yuvarlandım. O kadar ciddi değil ya, sen yine de erkenden gelmeye bak.

Yine o anlamadığım dilde -büyük ihtimalle Türkçe- konuşmaya başladı. Telefonu yeniden elime tutuşturduğunda yüzünde hem minnettarlık hem de mahcubiyet karışımı bir ifade vardı.

-Çok, çok teşekkür ederim. Gece gece size zahmet verdim. Siz kendi işinize bakın lütfen, benimle ilgilenmenize gerek yok. 

dedi bir çırpıda. Gerçekten mahçup olmuştu.

-Ee, arkadaşın geliyor muymuş?

Sorum karşısında biraz afalladıktan sonra, "Evet, 20 dakikaya burada olacağını söyledi." dedi. "Ah, bu arada ben Nehir." deyip elini uzattı. Nezaketine karşılık verip elini sıktım, "Ben de Bang Yongguk." Bir anda gözleri bana döndü. Sonra beni incelemeye başladı. "Hadi canım!" dedi sessizce. 

-Ne oldu yahu?

-Sadece çok yaşlanmışsınız.

-Ne?!

-Sizi "Never Give Up" zamanlarınızdan beri tanıyorum. Bir zamanlar Türk hayranlarınızdandım.

Şok olmuştum. Bu kız saseng olabilirdi. Tam bu sırada bu şüphelerimi yersiz bırakacak şekilde kartvizitini çıkardı:

Nehir Bom. Yönetmen. Ulaşım için xxx

-Yönetmenim, adım Nehir. Tanıştığımıza memnun oldum Bang Yongguk Bey.

 

Şaşırmıştım. Kısa bir süre filmlerle, neden burada olduğuyla (bir sanat filmi çekmeye gelmiş) ve müzik hakkında konuştuk. Çok kültürlü bir kızdı. Korece konuşmayı kendi kendine öğrenmiş. Bu Kore'ye ikinci kez gelişiymiş. Wong Kar Wai favori yönetmeniymiş falan feşmekan. Biz sohbetimize dalmışken çok geçmeden arkadaşı geldi. Binlerce kez teşekkür ettikten sonra, taksiye binip gittiler. Bende elimdeki kartvizite bakakaldım.

Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
Lisa_lp10 #1
This seems nice, I'll be waiting for you to update it ^^