Apostrophe [ChanSoo]

APOSTROPHE []

Kesme işareti.

Hayatıma dahil oluşu da bir kesme işareti etkisi yaratmıştı.

Aniden ve keskin.

Öncesi ve sonrası.

Arada kocaman bir kesme işareti.

Onu tanımadan önce yüzü daima asık, kaşları milattan beri çatıkmış hissi veren bir adamdım. Çoğu insan iki kaşımın arasında mıknatıs gibi doğal bir manyetik alan olduğunu düşünürdü. Güneşin doğuşu kadar olağandı işte.

Bu yüzden ilk kez insan içinde güldüğümde hepsi bana kıyametin kopmasına saniyeler varmış gibi bir dehşetle bakmıştı.

İnsan içinde dedim, çünkü genelde evde tek başımayken gülümserim. Aynada birkaç kere çalışma bile yapmıştım.

Ama o haklıydı. İşte bu yüzden ne zaman gülümsemeye çalışsam, sesi kulaklarımdan eksik olmazdı. Yıllar geçse bile...

"Gülerken aptal gibi görünüyorsun. Tüm dişlerin görünüyor. Ayrıca gözlerin, ağzın, burnun ve kulakların büyük olduğu için daha da aptal görünüyorsun. Kaşlarını biraz çatarsan... Çok daha yakışıklı görünürsün."

İşte o gün insan içinde gülümsemeyi bırakmıştım. Sırf beni beğenmesi için, ve tabi benden utanmaması için.

Çıkmaya başladığımız ilk günlerde herkes ona "Aptal Chanyeol ile mi çıkıyorsun?" dediği içindi bunlar. Lisenin birinci yılıydı, ve ondan gerçekten çok hoşlanıyordum. Onun için tüm gülüşlerimden vazgeçecek kadar.

Yıllar geçti ve her lise aşkı gibi bizimki de son buldu. Ancak yıllar içinde kazandığım bu sert ifade kullanma alışkanlığını bırakamıyordum. Sanki gülümsediğimde herkes bana -yeniden- aptalmışım gibi küçümseyen gözlerle bakacaktı.

Bunu istemiyordum.

Üniversiteye başladığımda ise işler farklı bir boyut almıştı.

İnsanlar benden çekiniyordu... Korkuyordu desem daha doğru olurdu belki. Örneğin sınıf arkadaşlarıma seslendiğim zaman önce bir irkilirler, sonra da benzi atmış bir yüzle konuşmaya devam ederlerdi. Genellikle kısa sürerdi, nedense hepsi aniden yapacak bir işlerinin olduğunu hatırlar ya da acil bir telefon alırdı. Kızlar ise 'biraz gülümsesem aslında yakışıklı olduğumu' söylüyordu arkamdan.

Gerçekten anlamıyordum.

Bir gülümsemenin yaratacağı etki bu kadar büyük müydü?

Yıllar önce aptal olduğum için insanları benden uzaklaştıran gülümsemem, şimdi de yüzüme hiç uğramadığı için aynı şeyi yapıyordu.

Bu düşünce daha çok kaşlarımı çatmak istememe neden oluyordu... Öyle ki suratım buruşuk bir kâğıt haline gelene kadar kaşlarımı çatabilirdim.

Neye inanacağımı şaşırmış durumdaydım.

Onu tanıyana kadar...

Bir gün kampüste oturmuş, öğleden sonraki dersimin başlamasını bekliyordum. Elimde ablamdan aşırdığım minik aynaya bakarak iki halimi kıyaslıyordum. O tok sesiyle düşüncelerimi bölmüştü evvela.

"Tel mi takıyorsun? Alışamamış gibisin." ben kafamı ona çevirene kadar yanımdaki boşluğa oturmuş ve çantasından çıkardığı kulaklığı -arapsaçına dönmüş- çözmeye girişmişti.

"Tel? Ne teli?"

"Diş teli. Hani bozuk dişleri düzeltmek için olan... Bakayım bir dişlerine..." bir eliyle yanaklarımı sıkıştırıp diğeri ile dudaklarımı aralamış ve dişlerime bakmıştı. "Güzel dişlerin var."

Kendimi at gibi hissetmiştim...

"Teşekkür ederim ama..." şok olmuştum doğrusu. Bir insan yeni tanıştığı -ki bizimki teorik olarak tanışma bile sayılmazdı- birinin dişlerine bakar mıydı?

"Ama ne? Ne kadar saçma olduğu gelişinden belli, zahmet edip devamını kurma."

"...tel kullanmıyorum."

"O zaman o ayna ile ne yapıyorsun? Beyaz atlı prensin için mi süsleniyorsun?" dedi çok normal bir şey söyler gibi. "Bu kadar hetero tepkileri verme... Ben de biliyorum prens falan beklemediğini."

"Ben... Neyse. Sadece dalmışım. Aynaya bakmam bundan dolayıydı." aynayı çantamdaki minik cebe atıp fermuarını çektim.

"Bir şeye çalışıyor gibiydin... Yani mimiklerini deniyordun sanki. Tabi eğer Gepetto ustanın ellerinde can bulmuş bir modern zaman pinokyosu değilsen... Tiyatro ile mi ilgileniyorsun?" diye sordu kalın dudaklı ve iri gözlü çocuk. Kalın ve dağınık kaşları yüzüne umursamaz bir ifade katıyordu.

"Sanırım sen edebiyat okuyorsun?" diye sordum. "Beni sorarsan... Tiyatro ile ilgilendiğim yok. Sadece gülümseyince nasıl göründüğüme bakıyordum."

"Seyredilecek kadar ilginç bir şey mi bu?" şaşırma sırası ondaydı.

"Ben pek gülümsemem de..."

"Bu pek belirteci beni ürkütse de... Neyse. Nasıl göründüğünü bilmek ister misin? Gülümse hadi." sanırım onun için kulaklığından daha karmaşıktım. Bu ani ilgi yönelimini ne ile açıklayabilirdim başka? Bir yandan da tarafsız bir göze ihtiyacım olduğu için söylediği şeyi kabul edip ağzımı kıpırdatmak oldukça makul gelmişti.

"Bu ne?" dedi yüzüme bakarak.

"Gülümsüyorum işte." dedim biraz çıkışarak, "Kör müsün?"

"Ben kör değilim ama sen çok kabasın..." gözlerini devirdi. "Hadi yeniden dene. Bu defa yüz felci geçiriyor gibi görünmemeye çalış."

Ağzımı biraz daha gerdim. Elmacıklarımın belirginleştiğini hissediyordum.

"Gülümsemek sadece ağızla yapılmaz..." çektiği sahneyi beğenmeyen yönetmen edasıyla atıldı. "Gülümsemen gözlerine ulaşmalı. Dişlerin görünmeli... Ne bileyim, bu ifadenle zorla gülümsetilmiş idam mahkumu gibi bakıyorsun. Hayat bunun neresinde? Daha içten olmaya çalış... Bir kez daha deneyelim hadi."

"Senin dersin yok mu?" rahatsız ve paniklemiş hissetmiştim. Bu yüzden onu uzaklaştırmak için aklıma gelen ilk bahaneyi salladım.

"Fakülte derslerimi soruyorsan biteli çok oldu. Hayat dersimi soruyorsan... Hala devam ediyor. Ve konumuz da gülümsemek."

"Nesi bu kadar özel anlamıyorum..." dedim kaşlarımı daha da çatıp, alnımda fay hattı gibi uzanan dik çizgiyi daha da derinleştirerek.

"Gülümsemek bir insanın yüzünde güneşin doğuşunu izlemek gibi... O aydınlanma ve sıcaklık... Çok eşsiz değil mi?"

İşte tam da bu yüzden, ondan sonraki tüm sabahlarda 'güneşin doğduğuna emin olmak için' beni görmeye devam etti.

Farkında olmadan, öyle çok alıştım ki ona... Küçük despot... Onun tarafından azarlanmadığım günler bir şeyler yolunda gitmiyor gibi hissetmeye başlamıştım. Beni azarlama konusu elbette gülümseme ödevlerimi yapmamam, ya da eksik yapmamdı. Normalde ciddi olan yüzünü şekilden şekile sokar, gülmemi bastıramayacak kadar kontrolümü kaybederdim. Onunlayken gülmek, dediği gibi doğal gelişen bir şeydi. Bir süre sonra kendimi durdurmaya alıştığım noktaları bile fark edemez olmuştum.

Bir süre daha geçtiğinde kısa hayatımın oldukça büyük bir kısmını kapsayan, dünyanın en aptal hatasını yaptığımı fark etmiştim. Neyse ki tanrı karşıma Kyungsoo'yu çıkarmıştı da, bir aptallığı sürdürmekte dünya rekoru kırmanın eşiğinden dönmüştüm.

Tüm bu aydınlanmayı yaşamam, onun gülümseyişini gördüğüm anda oldu. Öyle şiirsel bir andı ki, ağzımın açık kaldığını bile ağzıma tıkıştırdığı şekerlemenin dilimde bıraktığı tatlı aroma sayesinde fark etmiştim.

"Kyungsoo-ya... Sen dünyanın en güzel gülüşüne sahipsin..." gökkuşağını ilk kez gören bir çocuğun büyülenmişliği vardı üzerimde.

"Aptal... Kendi gülüşünden haberin yok mu?" gülümsedi, ve ona dünyanın en çılgın şeyini söylemişim gibi omuz silkip geçti.

"Kyungsoo... Anlamıyorsun..." böyle göründüğünde seni öpmek istiyorum.

Aklımdan geçenleri anlamış mıydı, yoksa ben mi sesli düşünmüştüm bilmiyorum ama dudaklarımın üstünde hareket eden dudaklar bana dünyanın en güzel gülüşlerinden sonra en güzel öpücüğünü de vermişti.

*** SON ***

Hiç içime sinmedi ama maksat taslaklarda çürümesin..........

 

Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
icequeenhera
#1
bura tarihi eser olmus hautem
0Koredelisi0
#2
Chapter 2: Bu serinin acilen devamı gelmeli😍 Baekli shiplere bayılıyorummm