•2•

COLD MOUNTAİNS

Yalnızdım.

Bunu çok iyi biliyordum, anlamam için etrafıma bakmam yeterdi. Omuzunda ağlayacağım, bana sarılan veya beni sevdiğini söyleyen birileri yoktu. Yalnız ve aciz, ben böyleydim. Kimse anlayış göstermiyordu yaptıklarıma, bana acımalarını istemiyordum ama hiç olmazsa yardım edebilirlerdi. Durumumu bildikleri halde kötü davranıyorlardı.

Hastaydım, deli değildim ama hastaydım işte. Doktorlarıma bile çektiriyordum, bedenim ve ruhum istem dışı hareket ediyordu ve ben bunu kontrol altında tutamıyorum. Söylediklerimin farkına daha sonra varıyordum. Elimde değildi bu davranışlarım, en sevdiğim kişiyi bile incite bilirdim. Bunun için, sevdiğimin olmaması en iyisiydi.

Bu halime ne kadar üzüldüğümü kimse bilmezdi, hiç bir psikolog, psikiyatri bunu anlayamazdı. Onlar sadece öğretilenleri bilirlerdi, yaşamazlardı ki acıları. Nadiren hastalarıyla iç içe yaşayan bazı doktorlar anlayabilirdi bunu ama bu da az bir orandı.

Bazen de her şeyden kaçıyordum, sebebi yalnız olmamadan kaynaklanıyor olabilirdi. Yalnızdım ve birisi ile hiçbir konuda takılamıyordum.

Canım sıkıldığında veya içimde sıkıntı olup ruhum daraldığında kimseye dertlenemiyordum.  Dertleneceğim birileri yoktu işte, hayatım dert doluyken ben bunu hep içimde tutuyordum dertlerimi. Bir sorunum olsa terapistime anlatmakta da çekinirdim, eğer terapist ChanYeol olmasaydı daha rahat olurdum. Hayatımı gözlemlediğimde yalnız olduğumu görüyordum.

Tanrım, milyarların olduğu dünyada beni anlayacak kimse mi yoktu? Benim sorunum ne?
Benim yardımcım yok, birinin yardımını bekleyerek yaşamaya devam edersem ölecektim. Sığınacak kimsem yok. Neden böyle? Herkesin sarılıp, omuzunda ağladığı birileri var, ya benim? Benim kimim var? Sanırım ben Tanrı ile yalnızdım. O bana yardım ederdi ben ona dua. 19 senedir böyle geçiyordu, tanıdığım veya tanımadığım herhangi biri olsun benim kimsem yoktu. Ölsem Tanrıya ulaşırdım, bu dünyada yalnız kaldığım sürece içim içimi yiyecekti, ölmek isteyecektim.

Düşünüyordum, hastane ile fazlasıyla yakınlığım vardı, onu  arkadaş olarak görebilir miydim? Soyut bir arkadaşlık... Kulağa harika geliyordu. Herkesin, arkasından iş çeviren veya onu sırtından bıçaklayan hain bir arkadaşı vardır. Hastanenin içerisinde olan her şeyden nefret etsem de beni kendine çekiyordu, garip. Hastaneydi beni öldüren ama hep oradaydım.

Katillerim vardı orada.

Solgun bir beden, soyut, boş düşünceler ve kaybolan katiller. Ben bıçağın kenarında ki uçurumdaydım, belki de katilimi bundan göremiyordum. Tam olarak katilim ile yaşıyordum ama, kördüm; Onu göremiyordum.

*

Güneşin parlak ve tozlu ışıkları gözlerimin önüne geliyordu, odada ki minik kare pencereden gökyüzü yarım bir şekilde gözüküyordu. Sabahın ilk ışıkları suratımda çizgi çizgi geçiyordu. Gökyüzü tok bir pembeydi, bulutlar ise dolgun ve ağır. Saat belki 5 belki 6 idi. Şuan sabahın kaçıydı bilmiyordum ama şafağı yakalamıştım.

Elim yastığın altında, yatağa uzanır bir şekilde izliyordum gökyüzünü. Tam uyanmış değildim aslında, gözlerim hala kısıktı ve esniyordum. Şafakta uyanmakta neyin nesi idi? Bulutların mükemmel tonda ki renkli hallerini izlemek güzeldi ama akşamda uyuyamamıştım ki. Belki de verilen iğne yüzündendi, kim bilir?

Onun dediği gibi yapıp sedyede uyumuştum. Normalde uyanırken kendimi duvar kenarlarında veya korkudan kapıya yaslanarak uyumuş bir şekilde buluyordum. Ama sözünü dinlemiş korkuları boş verip sedyede uyumuştum.

Kapı önlerinde uyuma sebebim ağır hastalık geçirdiğimde hemşirelerin baş ucumdan ayrılmayıp iğneleri kollarıma sapladığı anların aklımda kalmış olmasıydı. Kollarımı kalın deri kemerlerle sedyeye bağladıkları oluyordu, gün boyu sürekli olarak doktorlar başımda uçuşuyordu. Sonra ki günler bileklerimin kızardığını ve daha sonra ki günlerde ise morardığını görüyordum. Bunu yapmalarının sebebi ise kendime zarar veriyor olmamdandı; boğazımı tırmalamam, intihar etme girişimlerinde bulunmam ve saçlarımı yolacak kadar çok çekmem gibi. Bazen de doktorlara,  hemşirelere sinir krizi halinde saldırma gibi olayları engellemek için.

Gözlerimi kapatarak derin nefes aldım, içim sızlıyordu. Dünü hatırladıkça üzülüyordum, neden yapmıştı bunu? Birkaç doktorun isteği yüzünden mi? Cidden mi?...

Tedavi süreçlerinde utancımdan dolayı onunla çok konuşamasam da bazen hastalığın verdiği etkiyle sürekli olarak konuşuyordum, yanımda onun olduğunu fark etmeden. Ona güveniyordum, onu en iyi doktorum olarak görüyordum. Aslında her doktor iyiydi, beni ilaçlara zorlamayan her doktor. Şimdi o da zorlayan doktorlar arasındaydı, öyle değil mi? Peki benim için hangi konumdaydı?

Belki bir bildiği vardır diye düşünüyordum, kalkalı yaklaşık yarım saat olmuştur ve ben bu süre zarfından beri onu düşünüyordum. Doktorların söylediklerini önemsiyor ama benim söylediklerimi önemsemiyor muydu? Oysa ona bir kere yalvaran doktor ile aynı durumda değildik. Ben onun yanına yaklaşık 2 aydır gidiyordum, 2 ay boyunca anlattığım korkularımı 1 dakikalık yalvar yakara değişmişti.

Bana denk gelen doktorları neden sevemiyordum? Veya tam tersi, onlar niye beni sevmiyordu da bu haldeydik? Yalnızca benim problemim olmaya bilirdi bu, bir gün hastane odalarını ziyarete edip, herhangi bir hastaya soracaktım bunu: 'Doktorlarını seviyor musun?'.  

Yatakta dönüp dururken odanın dışından koridorda dolaşan doktorların sesi geliyordu. Gidin yatın, ne yapıyorsunuz bu saatte, Tanrı aşkına? Doktorların yumuşak ayak sesini daha yakından işitiyor gibiydim, buraya mı geliyorlardı? Sanırım tahmin ettiğim doğru çıkmıştı, kapıyı zarif bir şekilde açıp içeri girmişti, Psikiyatri; HwaYeon. (Hwang+TaeYeon=Tiff+Tae♡ Karakteri siz seçin, isim ve tip benden asdfgh)

Yatakta doğrularak garip bir şekilde gözlerine baktım, kötü bir ima ile değil ne olduğunu sorar gibi.

"Günaydın BaekHyun." Saçını topuz yapıp dudaklarına bej rujunu sürmüştü, gözlerinde ise Mascara'dan başka bir şey yoktu. Adeta bu haliyle 'Ben bakımlıyım!' diyordu. Beyaz gömlek ve buz mavisi kalem etek giymişti, sevmiyordum ama cidden bakımlı bir kadındı.

Kafamı sallamakla yetindim, bu da benim günaydın deme şeklimdi. Elinde bulunan dosyalara göz attığını görmüştüm.

"Dün gönderdiğimiz iğneyi almışsın, seni tebrik ediyorum." Ne demezsin, büyük bir zevkti benim için...

"Sakinleştirici senin ağlama veya aşırı sevinç gibi duygularını dizginlemiş. O ilacı alarak kendin için çok büyük bir iyilik yaptın." Hafif gülen suratıyla beni mutlu etmeye çalışıyordu, farkındaydım.

"Bundan dolayı hastaneden erken çıkabileceğini düşündük, tedavi sürecin 1 haftayı geçti. Bu sürecin çoktan bitmesi gerekiyordu ama bugün yeni son buldu.  Ailene haber verdik. İlaçların dozunu da azalttım, reçeteyi alman için aileni beklemen gerekiyor. Ailen gelip işlemleri hallettiğinde çıkabilirsin. " Madem tedavi süreci bitmişti kendim çıkabilirdim değil mi? Sonuçta ben 18 yaşını çoktan geçmiştim.

"Geçen bir hafta boyunca sürekli olarak sağlığına zarar verecek şeyler yaşadın. Krizler, duygu karmaşıklığı, yalnızlık duygusunun yoğunluğu gibi ama şuan gayet sağlıklı görünüyorsun. İlaçlarının da yardımıyla sağlığın yerinde." Birkaç saniye sessiz kaldı, diyemiyordu ki: 'Deli raporunda sağlıklı görünüyorsun.'

"İlaçlarını almayı unutma ve sakın bu konuda inat etme BaekHyun. Onlar senin kendini iyi hissetmen için. Odama ailen ile uğrayacaksınız, o süre boyunca kendine iyi bak olur mu?" Son kez tebessüm edip kollarındaki dosyalarla beraber odadan çıktı. Ne inadından bahsediyordu? Ben bas baya istemediğimi belirtiyordum inat eden taraf onlardı.

Tanrıya dua ediyordum. Tanrım, mükemmelsin... Şu lanet yerden kurtuluyordum.

Odanın sessizliği beni uykuya itekliyordu resmen, uykumun kaçması gerekiyordu ama bunun tersine yorgun gibi hissediyordum. Pencereden baktım, gökyüzünde yer alan bulutların tok pembe rengi soluk ve silik hale gelmişti. Anlaşılan güneş tepeye çıkmaya hazırlanıyordu, zaman ne çabuk geçmişti? Bulutları izlemeye devam ettim, sanırım uyuyacaktım. Çünkü yastık o kadar yumuşaktı ki onu bulut olarak hayal etmeme sebep olmuştu.

*

Bir süre sonra irkilerek kalkmıştım, annem ve babam birbirleriyle konuşuyordu. Bu kuru gürültü beni uyandırmıştı. Sonunda gelmişlerdi demek.

İrkildiğimi fark ettiklerinde konuşmalarına son verip bana baktılar. Derin nefes alarak gözlerimi kaçırdım. Onlara bakmaya cesaretim yoktu, son yaşadıklarımızdan sonra kendimde o cesareti bulamıyordum.

"Uyandın." Annem endişeli sesiyle konuştu, hiç içten gelmiyordu.

"Tanrım, sonunda." Babamda tepki vermişti, beni ilk defa mı görüyordunuz?

Annem ve babam. İkisi de Bi-Polardı. Onlar hastanede tanışmışlardı, birbirlerini anladıkları için evliydiler, arada aşk karar büyük bir bağ yoktu, yalnızca sevgi vardı. Annem hasta olduğunda babam, babam hasta olduğumda annem yardım ederdi bu süreçte. Birbirlerini anlıyorlardı ama ben onlar gibi değildim. İkisinden birinin hasta olduğu zamana denk gelince hep tartışma yaşıyorduk, denk gelmediğinde ise aramızdaki anlaşmazlık yüzünden uzaktık birbirimize, annemin benim yüzümden defalarca ilaç kullandığına şahit olmuştum, bu garip bir şekilde üzücü geliyordu. Hastalıktan kaynaklanan bazı şeyler vardı...

Genlerden taşınmıştı bu hastalık bana, onlara 'Çocuk yapmayın.' tavsiyesi verilmişti ama dinleyen kim? BiPo hastalığı genlerden geçiyordu veya daha büyük bir ihtimal geçmiş yaşantıların verdiği sorunlar yüzünden geliyordu. Eğer çocuk yapmasalardı ikisi de mutlu mesut olurdu.

Düşüncelerimi bir kenara atarak sedyeden doğruldum ve ikisine göz attım, iyi gözüküyorlardı. Ailem tedavim bitene kadar yanımda bulunmamıştı çünkü kendileri de bu acıları yaşadıklarından, ne hissettiğimi biliyorlardı, beni gördüklerinde üzülüyorlardı. Üzüldüklerine çoğu zaman inanmıyordum ama suratlarında endişe ifadesi bulunuyordu.

Hasta olunca hiçbir iyi niyet kalmıyordu, ya fazla neşeli ve ne yaptığını bilmez ya da fazla üzgün ve ne yapacağını bilmez oluyordunuz. 

Annem yanıma gelmeye korkar gibi babamın koluna sarılmıştı. Tanrım, sanki onları yiyecektim.

"Oğlum, nasılsın?" Babam annemin ellerini tutarak yanıma geldi, başımı eğdim yalnızca.

"İyiyim." Kısa bir cevaptı, nasıl olabilirdim ki?

"Sen uyanana kadar işlemleri hallettik, son olarak doktorunla görüşüp buradan çıkacağız." Tanrım, sonunda. Başımı hızla salladım, bu mutluluk belirtisi miydi? Sanırım... "Hyeon Seo, BaekHyun'a kıyafetlerini ver, o giyerken bizde dışarıda bekleyelim." Anneme söylediğinde, annem onaylar bir şeyler fısıldayıp duvar kenarına koymuş olduğu poşeti aldı. Kıyafetleri çıkartıp sedyenin üzerine koydu. "Giyin ve dışarı gel." Yine aynısını yapıp başımı salladım. Odayı boş bıraktıklarında sedyeden inip üstümdeki kıyafetleri çıkarttım, dar siyah pantolonumla boğazlı kahve köpüğü rengindeki kazağımı getirmişti annem. Yatağın üzerisindeki kıyafetleri aldım ve giyinmeye başladım. Pantolonumu bacaklarımdan sıyırarak geçirdim ve fermuarı çektim, kazağı hızlı bir şekilde giyerek, üstümü ve bozulmuş saçımı düzelttim. Son kez kare camdan dışarı baktım, ruh sağlığı hastanelerinde tek sevdiğim şey gökyüzüne ulaşan yaşlı ağaçları ve onun üstünde yer alan dolgun bulutların olduğu gökyüzünü izlemekti.

Çıkarttığım elbiseleri poşete yerleştirerek kapıya doğru yöneldim, şu köşeyi çıkartıp eve götüremez miydim? Ah herneyse zaten yine işim düşerdi buralara, tekrar pencereden dışarı izleyebilirim demekti bu. Kilidi açık olan kapıyı kendime doğru çekerek araladım ve dışarı çıktım.

Tanrım, ne garip bir ortamdı.

Sessizdi buralar, her zaman olduğu gibi. Birkaç oda vardı içerisinde zorluklarla savaşan insanlar. Göz altları morarmış, ten rengi solmuş, halsiz bir şekilde ortada kalmış... Tanrım şükür ki o durumu bugün tamamıyla atlatmıştım, tekrar ne zaman başıma gelirdi bu olay bilmiyordum ama şuan için mutluydum.

Babam beni gördüğünde hafifçe tebessüm etti. "Hazırsan gidelim." Başımı sallamakla yetindim. Kapıyı kapatarak poşeti anneme verdim. HwaYeon adında ki doktorumun yan binada bulunan odasına gitmek için merdivenlerden inmiş ve bloktan çıkmıştık.

Burası ağaç doluydu; birkaç blok ve yaşlı ağaç. Bahçesi demirliklerle kaplı bloklar, korkunçtu. Koşu yolu üzerinde sessizce yürüyen üzgün insanlarla doluydu burası, kimse mutlu değildi. Odasında kilitli bir şekilde yatanlar vardı, onları bahçeye bile indirmiyorlardı. Sağlıklı insanların sandığı gibi değildi bu hastalar, kimse demirliklere yapışıp, dil çıkarmıyordu. O hastalar odalarında şok ile işkence görüyordu. Ama çoğu cahil ve önyargılı insanlar bunları bilmezdi, üstüne bilmediği şeyler için dalga geçerdi. Onlar sağlıklı değildi, D blok hastalarına taş çıkartacak durumda olan insanlardı ve onlar tedavi edilemezlerdi.

Buraya geliyorsanız eğer, sizi ağlattıkları için geliyorsunuzdur. Başka bir açıklaması yoktur, olamazdı da zaten. Kimse mutlu değildi burada.

Yürürken çok fazla düşündüğümü fark ettim, kafama takmamam gerekiyordu bunları. ChanYeol'un dediği gibi Farkındalığı uygulamalıydım. İyi tarafından bakarsak ne olabilirdi? Bunu düşünmeliydim. Sanırım burada bulunanlar ilaç ve şok dışında her şeyden korunmuş oluyorlardı. İnsanların zalimliğinden, yalanlarından. Yalnız olmak kısmen özgür olmaktı. Ah, evet. Böyle düşünürsem kötü olmazdım. Hem sonsuza kadar bu hastane de değillerdir ki, benim gibi ara sıra geliyorlardır ve daha sonra çıkıyorlardır. Farkındalık, işe yarıyordu.

Binanın önüne geldiğimizde yarısı cam ile kaplı demir kapıyı açarak içeri girdik, sessiz bir ortam ve sıra bekleyenler hastalar vardı. Sırada bulunan hastalar ayakta beklemesin diye arkaya doğdu 4'er şekilde sandalyeler konulmuştu. Çoğu oturur vaziyetteydi, ayakta olanlar beklemekten veya oturmaktan sıkılmıştı büyük ihtimal. Siyah tabela kırmızı ışıklı rakamlarla gidip geliyordu, bu bizimde sıra beklememiz gerektiğini söylüyordu. 625, şuan ki sıra numarası buydu, işlemleri hallettiklerine göre sıra numarası almışlardı, öyle değil mi?

Babama kısık sesle seslendim. "Baba," Dönüp bana baktı. "Sıra numarası aldınız mı?" Elini cebine attı ve kırışmış kağıdı uzattı. Uzattığı ince kağıdı alarak inceledim, 629. Az kalmıştı, çok beklemeyecektik. Boş sandalyelerden birine oturdum ve kağıtla oynamaya başladım. Yaklaşık 15-20 dakika sonra sıra gelmişti, çoğu hasta ilaç yazdırıp gitmiştir. Çok konuştuklarını sanmıyordum, sonuçta burada psikiyatri doktorları vardı, psikolog değil.

Oturduğum yerden kalktım ve anne, babamın arkasından ilerledim, annem kapıyı çalarak içeri girdi, ardından ben ve babam. Kadın ayağa kalkıp üçümüzü selamlamıştı, saygıyla başımı eğmiştim sadece. Masasının önünde bulunan deri koltuğa oturmuştuk, komik geliyordu. Çıkamaz mıydık artık, cidden?

"Merhaba." Tebessüm edip o da sandalyesine oturdu, babam da aynısını yapıp selam verdiğinde asıl konuya gelmiştik.

"BaekHyun'un tedavi süreci bugün tamamıyla bitti gibi görünüyor, eğer 1 ay boyunca ilaçlarını düzenli olarak kullanırsa problem yaşayacağını sanmıyorum." Bana söylediklerini tekrar etmişti. Masasının çekmecesini açarak bir kaç kağıt karıştırıp benim reçetemi bulmuş ve anneme uzatmıştı.

"Yazdığım ilaçlar hastanede verilen ilaçlarla aynı fakat dozları oranla daha düşük. İlaçları kullanması yeterli fakat ayriyeten Psikoterapi'ye randevu verdim. 1 hafta boyunca terapisti ile beraber kalmasını istiyorum, 1 ay boyunca da seanslar düzenlenmeli." O sadece doktordu, nerede kalacağıma nasıl karar verebilirdi?

"BaekHyun zor dönemlerden geçiyor ve o daha 19 yaşında bunları atlatması için terapiye ihtiyacı var. Buraya gelmekten korkmamalı, doktorlara veya ilaçlara nefret beslememeli. Çünkü Bi-Polar geçici bir şey değil, bunu en iyi siz biliyorsunuz. Ömür boyu bunu istese de atamaz ama kontrol altında tutabilir, bunu öğrenmesi için en az 1 hafta boyunca terapistinin yanında kalmasını istiyorum." Üzgün hissediyordum, cidden kendimi acınası hissediyordum. Ömür boyu. Ben bu şeyden ömür boyu kurtulamayacaktım, değil mi? Bunu düşünmek bile hasta olmamı sağlayabilirdi; ömür boyu.
Dediği her şeyde haklıydı, Tanrım kabullenmek istemiyordum ama haklıydı.

"BaekHyun," Seslendiğinde parmaklarımdan gözlerimi ayırdım ve başımı kaldırdım. "Bunu kabul edeceksin değil mi?" Karşı gelirsem ne derdi? Annem ve babamında bana baktığını fark ettim, gergin hissediyordum. Düşündüm, bunu atlatmam gerekiyordu, öyle değil mi? Ama terapistin ChanYeol olmasını istemiyordum, onu seviyordum ama güvenimi kırmıştı, onunla yapamazdım. İsteyip istememek arasında kalmıştım, en sonunda çaresizce başımı salladım. "Evet.'' Güldüğünü gördüm, narin bir gülüş. ''1 ay sonra hastaneye uğraman gerekiyor, eğer terapist ile etkileşimin iyi olursa ilaçlarının dozunu dahada azaltabilirim.'' Annem ile babama gizlice göz attığını gördüm. ''BaekHyun, izin verir misin? Ailenle özel olarak konuşmak istiyorum.'' Ayağa kalkarak onayladım ve dışarı çıktım, ne konuşacaklardı? 4-5 Dakika sonra kapıda doktorda olmak üzere annem ve babamı gördüm. ''Sana söylediklerimi unutma Baek, önümüzdeki aya kadar kendine iyi bak.'' Vedalaşıp içeri geri girmişti, o sıra çıkış kapısına doğru ilerlemiştik.

''Sizinle ne konuştu?'' Bilmek istiyordum. ''Önemli bir şey değil, ilaçlar hakkında bilgi verdi yalnızca.'' İnanmamıştım ama olsun. ''Hm, cidden mi?'' Annemin düşmüş suratını görmüştüm. ''Evet.'' Babam inatçı ve kesin olarak belirtti, susmuştum. 

Dışarı çıkmıştık, arabaya binmiş ve yol almıştık.

O an aklımda sadece ChanYeol vardı. Onunla 1 hafta nasıl geçecekti?

Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
No comments yet