COLD MOUNTAİNS

Description

Aşkımın üstüne yağan karlar ne zaman eriyecek ChanYeol? Ben ne zaman mutlu olacağım? İçten içe kendimi sıkıyorum ve bu berbat hissettiriyor. Kurtulamıyorum, Ruminasyona* giriyorum, Bi-Polar bozukluluğuna tutuluyorum, hastalıklarla savaşmaya çalışıyorum günlerim berbat geçiyor. Ama olmuyor, kurtulamıyorum. Biri bitti derken öbürü başlıyor, herşey geri sarılıyor, aynı bir film gibi. Çıkmaz sokakları görmek istemiyorum, artık boğucu geliyor.

Ruminasyon* Bir konu üzerinde düşünüp durma, takıntı.

Küçük bir dikdörtgen kutunun içerisindeyim, etraf bembeyaz ama içim simsiyah. Kurtaranım yok, aksine katillerim var. Ben düşünmekten bıktım, yorulmaktan bile bıktım ama kimse benimle oynamaktan bıkmadı. İğne yemek, şok yemek istemiyorum artık. Küçük bedenim kesici aletler arasında kalmış gibi, hareket etsem veya etmesem yine zarar göreceğim.

Kurtuluşum yok mu benim ChanYeol? Ben rahat nefes alamayacak mıyım? Kendimi çivilerin dikilmiş olduğu yatakta hissetmek istemiyorum. Ağzımdan çıkacak herhangi bir lafın bana zarar verecek olduğunu düşünmek istemiyorum.

Ben bıktım, ben sıkıldım, ben nefes almayı unuttum ChanYeol. Söyle, kalp atışlarım düzelemeyecek mi benim? Can sıkıntısı yaşamadan devam edemeyecek miyim?..

Her şey mükemmel olsun istemiyorum ama aşkımı hissedebilecek kadar iyi olmak istiyorum ben. Korkuyorum, sevmekten korkuyorum. Sana sarılmama izin ver ChanYeol, lütfen güvende hissetmemi sağla. Tanrı aşkına ChanYeol, bana yardım et. Nefes almayı hatırlat bana.

Gel sarıl belki sıcaklığın eritir karları, ben soğuk olmaktan vazgeçerim kalbim de donmaktan.

*

Artık ev kadar alışmış olduğum yerdi burası, hastane odası. İlaç yazdırayım derken doktorları edebiyatçı yapacak kadar çok geldiğim yerdi. Sterilizasyon kokusu her zamanki gibi rahatsız ediciydi, ama o kokuyu umursamayacak kadar dalgındım. Her zaman yatmazdım hastaneye ama sürekli uğrar ve Psikiyatri ile görüşürdüm.

Hissiz bir dalgınlıktaydım.

Dalgınlık baştan aşağıya tüm vücudumu sarmıştı, sebebini bulamadığım bir dalgınlık, ruhumda garip bir uyuşukluk . Tahminlerin aksine düşünmüyordum, hareket etmiyordum. Sırtımı beyaz soğuk duvara yaslamış boş gözlerle etrafı inceliyordum. Etrafım beyazdan ibaretti, bir sedye vardı demirinden tekerleğine kadar beyazdı. Duvarlar vardı, tabanından tavanına kadar beyazdı. Bir de düşüncelerim vardı, karanlık kadar kör edici ama aslında beyaz olan.

Küçücük bir sorunda stres altına yatıyordum, elim ayağım titriyordu. İçim o kadar kötü oluyor ki sadece bedenim değil ruhumda dört duvar arasında kalmış gibi oluyordu. İyi değilim hiç iyi değilim nefes almak zor geliyor artık, yemin ederim ki içimde oluşan daralma ağlayıp kendimi öldürme hissine kadar götürüyor beni.

Neden Bi-Polarım diye sorgulamıyorum kimseyi, ne Tanrıyı ne de buna sebep olan ailemi. Sırf merak ettiğim neden kötü hissediyorum, neden bu kadar güçsüzüm? Ben kendi kendime konuşunca bile iyi olamıyordum, acıları dindirmiyordu ki, beni o zehirlerden başka hiçbir şey sakinleştirmiyordu.

Şoklara alıştığımı sanıyordum, dişçi koltuğuna oturmaktan bile daha kolay geliyordu o koltuğa oturmak. Ama sonra koltuğa oturuyor şoku yiyorsun, yediğin şok damarlarında akan kanı bile durdurup ağlatacak kadar acı verici geliyor. O an yaptığın her şey gözünün önüne geliyor. Yaptığın, yaşadığın ve yaşattığın.

Suçluluk duygusunu hissederken bir anda sevinç duygusu da işliyordu beynine. Garip bir atmosfer içinde oluyor iken şokun bittiğini fark ediyorsun, daha sonra... O girdiğin şoktan bir daha çıkamıyorsun. Seanslarla seni dakika farkı ile öldürüyorlar ama susuyorsun.

Bitti diye şükredecek iken izin vermiyorlar, iğneler ile müdahale etmeye başlıyorlar. İlaçlarda araya giriyor ve sen öldü hissediyorsun.  Tamamıyla sona geldiğini hissediyorsun, ama buna tıpta sağlık deniyor. Ben duygusuz, hissiz kalmışım ama bu, tıpta sağlık.

Kelimeler çıplak, kıyafetsiz. Üşüdükleri için ağlayamıyorum bile, onlardan özür dileyemiyorum. Olanlar için üzülemiyorum.

Doktorum, sürekli farkındalığı* uygulamamı söylüyordu. Bu söylediğini uygularsam mutluluk adında ki şeyi bulacakmışım. Gariptir, 19 yıldır bulamadığım o şeyi bulacağım söyleniyor. 15 yıldır darmadağın ve karışık hayatım 4 yıl sonra bu halde dümdüz ve boştu. İnsanların öldüğünü belirten yeşil ekranda geçen siyah çizgi gibiydi hayatım. Düz bir ses, düz bir çizgi, boş bir ortam. Ama duygularımı harekete geçiren biri vardı, o da yaşam kaynağı idi. Benim yaşam kaynağım.

FarkındalıkYargısız bir şekilde şimdiki ana odaklanabilmek amacıyla dikkatinizi toplayabilmektir (John Kabat-Zinn) .

Mesela şuan beyaz duvarlara resim çiziyordum, sırtım ağrımaya başlamıştı ama umurumda değildi.

Şuan önümde zorla ilaç veren biri yoktu ya, daha başka bir şey istemiyordum. Tanrı şahidimdir ki o kişilerden son nefesime kadar nefret edecektim.

Çizdiğim resimde yalnızca ben vardım, başka kimse yoktu, hiç bir cisim yoktu. Kendimi şekillendiriyor idim, üstüme kıyafetler giydiriyor, suratıma garip malzemeler sürüp siliyor, beğenmeyince kendimi tekrar beyaz halde hayal ediyordum. Mükemmel bir boşluktu işte, kendimi yine ben eğlendirmeye çalışıyordum. Eğleniyor muydum orası muamma... 

Kalkıp dans edecek veya sedyenin üstünde zıplayarak şarkı söyleyecek değildim. Ben böyle de iyi olmaya çalışırdım, olmasam da oluyormuş gibi davranırdım.

Keşke diyorum, şuan sadece doktoruma ilaç yazdırıyor olsaydım. TMU* şoku yemiş ve kendinde olmayan biri değilde sadece ilaçlara bağlı kalan biri. Şoku yediğim yetmezmiş gibi sakinleşmem için koluma sapladıkları iğneler, zorla ağzıma tıkadıkları ilaçlar vardı. Tanrım, bunları düşündükçe vücudum halsizleşiyordu.

TMU*'da saçlı kafa derisinin üzerine elektro manyetik bir bobin (coil) yerleştirilir. Kapasitörler de tutulan enerji ile manyetik alan oluşturulur. Bu manyetik alan 100-200 mikro-saniyede artıp azalma özelliğindedir. Bölgesel uygulanır. Dünyayı saran manyetik alanın 40,000 katı yüksekliğindedir. MR görüntülemede uygulanan manyetik alanla aynı şiddettedir. MR'daki manyetik alan statiktir, TMU'da değişkendir. Elektriksiz Uyarımdır.

Çizdiğim resimler bir anda ortadan kaybolmuştu. Beyaz kadar açık renge sahip gri demir kapının zorlanmasıyla arkamda ki duvara gömülmüştüm resmen. Kilitler döndüğünde yutkundum, gelen kimdi? Kapı açıldığında gelen kişiye bakma çabasına girmedim, elinde tepsi üzerinde bir iğne bir de ilaç bulunan ve onu tutan hemşire görmek istemiyordum.

Anca sığa bildiğim küçük odanın kapısı yarıya kadar açılmıştı, içeri suratında tebessümü eksik olmayan terapist girmişti. Terapist ; Park ChanYeol. Kapıyı geri kapatıp yine kilit vurmuştu, onun geldiğini görmem  ile ayağı kalkmam bir oldu. Kapıyı yeniden kilitlemesi gözümden kaçmamıştı, elbette buradan çıkmak istediğimi bildiğinden yapıyordu. Başka bir şeyden değil. Anahtarları beyaz önlüğünün cebine yerleştirdiğinde tekrar bana baktı.

 Kalbim hıp hızlı atıyordu, onu her gördüğümde olduğu gibi. Koşarcasına boynuna atlamıştım, kollarımı etrafına sararak ensesine parmaklarımı doladım. Görüşmeyeli 1 hafta olmuştu. 

O iyi hissettiriyordu, yüzdelik moralimin 10'unu yerine getiriyordu. Belki de bu, ona olan sevgimden idi.

Ayrılmadım, gömüldüğüm boynundan ayrılmadım. Dakikalarca böyle kalmak istiyordum, gözlerimin dolduğunu hissettim; etraf bulanıklaşıyordu. İç çekerek dudaklarımı ısırdım. Ağlayacaktım, sanki hissiz duygularımın taşları hareketleniyordu ama taşlar yine aynı kalıyordu. Gözlerim doluydu, duygularım hala boş. Kafayı yiyecektim, kalbim uyuşana kadar hızlı atıyor iken neden duygularım kanıma işlemiyordu?

Gözyaşımın ChanYeol'un kazağına kadar indiğini biliyordum. Önlüğü geçmiş kazağının altında ki deriye bile işlemiştir. Benim kanıma işlemeyen duygularım, onun kazağına işliyordu. Tek tek dökülüyordu yaşlar, yağmur mu yağıyordu? Kara bulutlardan damlalar düşüyordu, ama bu damlalar şeffaf değildi. Rengarenk duygular barındırıyordu. Neydi bu? 
Onunda kollarını belime doladığını fark etmiştim, sanırım ölüyordum. Tanrım lütfen iyi bir halde iken öleyim, iyi sandığım halde değil.

Uzatıyordum galiba, -ne uzatması bu halde ölmek istiyordum ben- sıkıldığını düşünerek yavaştan ayrıldım. Ellerimin ensesinden kaymasına göz yumdum, sadece biraz bu halde kalsak iyi olurdu.

Yüzüne bakamıyordum, utanıyordum. Belki deli olduğumu düşündüğüm için belki o kadar sıkı sarıldığım için. Başımı kaldırmaya cesaretim yoktu, şu sedyeye oturup ağlamak istiyordum. Bu kadar yakınlık yetmişti, şimdi gidebilirdi.

"B-Buraya benim için mi geldin?" Farkına varmadan konuşmuştum, hastalığımdan kaynaklanıyordu; İstem dışı hareketler. Parmaklarımla oynamaya başlamıştım, kendimi boşlukta buluyordum adeta.

Yanağıma soğuk bir yüzüğün değmesi ile avuç içini yanağında gezdirdiğini hissetmiştim, şimşek hızıyla şaşkına dönmüştüm resmen.  Gözlerim az öncekine nazaran biraz daha açılmıştı, uyurken tokat ile uyandırılmak gibiydi bu. Kısık gözlerimin yok oluşu yutkunmama sebep olmuştu.

"Elbette senin için geldim." Bunu, yanağımı avucu içine almadan da söyleyebilirdi. Ani bir hakaret yapmıştı, bu yüzdendi tepkim. Yumuşacık bir eli vardı, parmağında ise her zaman taktığı ve bu zamana kadar çıkarttığını hiç görmediğim yüzük.

Utançtan başımı yere eğdim, parmak uçlarım ile uğraşmaya başladım. Ne konuşacaktık ki onunla?

"Gelme sebebim kendini iyi hissetmiyor olman, BaekHyun. Sana bir arkadaş veya ağabey olarak yaklaşımlarda bulundum yakınlaştım seninle ve defalarca farkındalığı uygulamanı istedim." Elini yanağımdan çekmiş aynı zamanda derin bir iç çekmişti.

"Ama uygulamıyor ve daha önce yaşadığın bir olayı veya yaşayacağın kötü olayları düşünüyorsun. Bunun için ilaçları da reddediyorsun. Korkmaman gerekiyor biliyorsun değil mi? O ilaçlar senin mutlu olan, iyi olman için, başka bir amaçlar ile verilmiyor. Hiçbir doktorun yararına değil senin kötü olman." Ne diye bilirdim ki? Haklıydı, her kelimesinden her cümlesine kadar.

"Sırf senin için terapi merkezinden ayrılıp buralara geldim, ne kadar değerli olduğunu biliyorsundur umarım Baek. Sana benim gibi değer veren doktorları dinle, olur mu?" Ne yani, onlarla aynı değeri verdiğini mi söylüyordu? Oysa ki ben onu bütün herkesten ayrı tutuyordum.

"İlaçları almayı kabul edecek misin?" Nazikçe sordu ama ona kırgın ve 

"B-Beni neden anlamıyorsun? Tanrıya yemin ederim ki o ilaçlar bana zarar veriyor," Boğazımda ağrı hissettim, sanki biri sıkıyordu da kasılma oluyordu. "Sende, sende beni anlamıyorsun ChanYeol."

"Seni anlıyorum, anlamasam sana tavsiye veriyor olmazdım BaekHyun. Doktorlarının sana verdiği ilaçların dozu, verdikleri şok ile eş değerde. Fazlasını vermiyorlar, bunu düşün. Zararı olmayacak şeyler bunlar."  Onu dinlemek istemiyordum, çünkü kalbim kırılıyordu.

"Özür dilerim, ama o ilaçları kabul etmeyeceğim." Onu seviyordum doktorlarım arasında en iyisi idi benim için ama her dediğini kabul edemezdim.

"Peki, istediğin gibi olsun." Yine tebessüm etmişti, başını sallayıp dudaklarını ısırdı. Her hareketini inceliyordum. Cidden beni düşündüğü için mi bu kadar yormuştu kendini? Bilmiyordum, şuan iyiyi kötüyü ayırt edemeyecek kadar gariptim.

"Öyleyse ben artık gideyim." Onun gibi onay verdim, başımı salladım.

"Sarılmayacak mısın?" Ne? Sarılmamı istiyordu? Cidden mi? Dudaklarım hafif aralanmıştı, yine şaşırmıştım. Temas kurmaya neden bu kadar takılıyordum hiç bir fikrim yoktu.

Parmak uçlarımla yükselerek boynuna sarıldım, bu sefer belimde elleri yoktu. O değil miydi sarılmamı isteyen? Boynumda hissettiğim sızı ile TMU şokundan daha büyük bir şoka girmiştim.

Ensemde ki iğnenin soğukluğu içimde ki sıcaklığı söndürmüştü. Tüm sıvıyı sıktıktan sonra iğneyi deriden çıkarttı, canım yanıyordu. Dudaklarımın ve ellerimin titrediğini hissettim, o bunu niye yapıyordu?

"C-ChanYeol... Sen, sen ne yapıyorsun. D-Dur." Kalbimin kırılma sesi çığlık olarak geliyordu kulaklarıma. Hareket edemiyordum, parmaklarımın ucuna kadar her yerimin uyuştuğunu, sızladığını hissettim.

O beni kandırmıştı, ona bir daha sarılmayacaktım veya güvenmeyecektim.

Yine ağlıyordum, siz hiç sevdiğiniz birinin boynunda sizi sevdiğini sandığınız için ağladınız mı? Ben şuan ağlıyordum, ben güvenimin yok oluşuna ağlıyordum. İnleyerek hıçkırıyor ve titreyerek ağlıyordum; Hala kollarım boynundaydı iken.

"N-Neden?" Kısık sesle sordum, cevap verir miydi?

"Özür dilerim BaekHyun. Doktorun bunun için beni zorlad-" Hışımla boynundan ayrıldım.

"Bana iğneyi doktorum için mi yaptın?! İyilikten söz eden sen değil miydin ChanYeol? Ben boşuna mı sana korkumu anlattım? Derdin ne senin?" Nefesimi kesik bir şekilde alıyordum.

"Bana doktorum için mi sarıldın... C-ChanYeol... Ben sana aylarca o zehirlerden korktuğumu anlattım." Kapıyı da belki bunundan kilitlemişti, güvenmiyordu, kaçarım sanıyordu belki de. İnanmıyor muydu bana?

"Git, lütfen git." Suratımı ellerimle kapattım, gözlerinin içine bakarak ağlayamazdım.

"Gi-Git..." Sesim titriyordu, onun yüzünden. Yalnızdım yine, yalnızlığıma güvensizlik eklenmiş bir şekilde.

"Sedyede uyu, tamam mı Baek? Hasta olma." Nasihat vererek odadan çıktı, çıkarken nasıl hissettiğini bilmiyordum. Cidden iyiliğim için mi yapıyordu bunu? O terapistti, bir daha ona güvenemeyeceğimi hiç mi akıl etmemişti. Kırmıştı beni, bunu anlamayacak kadar umursanmıyor muydum?

Foreword

O anda kalbimin küçük çırpınışlar yaşaması, heyecanım yüzünden hareketlerimin kontrolsüz olması bile senin yüzündendi. Sevgim hiç olmadığı kadar masumdu, hastane odalarında aldığım sterilizasyon kokusu veya Bi-Polar bozukluğu yaşadığımın gerçeğini bile unutturmuştu. Sonra kendimi daha çok hasta hissetmemi sağlayan şeyler oldu, beyaz oldu her yer. Kar kadar güzel ama ölüm kadar da korkutucu boşluk gibi. 

  Ayağı kopmuş bir bebek gördün mü hiç, ağlayan? İşte ben beyazın içinde o bebeği izliyormuş gibi ağladım. Ama ben kara buluttan düşen şeffaf su gibi değil herkesin kaçmasını sağlayacak şimşek gibi ağladım.

Comments

You must be logged in to comment
No comments yet