Solmayacak Çiçek

Stalker With A Paper Flower
Please Subscribe to read the full chapter

Jongdae ile zaman geçirmek eğlenceliydi. Yanımda olup olmaması önemli değildi.

Elbette fiziki olarak yanımda olması beni çok daha fazla mutlu ediyordu ve çok daha fazla eğlendiriyordu ama beraber geçirdiğimiz günler boyunca bir şey fark ettim. Benim sabırsızlıkla beklediğim o günler de aslında bu kadar eğlenceliydi. Yani bir hafta boyunca nereden göndereceğini bilmediğim kartpostalı beklemek, bana yine nasıl laf soktuğunu merak etmek ve en önemlisi ona nasıl cevap vermem gerektiğini düşünmek beni düşündüğümden çok daha fazla mutlu ediyordu.

Bir hafta boyunca Seul’un her köşesini gezdik. Ciddi manada girmediğimiz hiçbir sokak kalmayacak şekilde sokakları dolaştık. Gördüğümüz her kahve dükkanına girip yeni bir çeşit kahve denedik –ben mümkün olduğunca sade ve sert içerken o tamamen şeker dolu olanları tercih etti. Gördüğümüz her ıvır zıvır dükkanına girip sadece evde fazlalık oluşturacak bunun dışında hiçbir fonksiyonel işi olmayan ıvır zıvırlardan aldık –ki bunların hepsinin, Jongdae’nin kendine aldıklarının bile- bana kalacağını biliyordum. Gördüğümüz her müzeye girdik, kimileri uyuyakalmama sebep olacak yazılarla doluyken kimileri gerçekten ilginç şeylerle doluydu.

İlk defa kendimi Seul’u keşfediyor gibi hissettim.

Ve bütün bu süre boyunca da Jongdae ile aramızdaki o güven mesafesinin giderek kısaldığını fark ettim. Ama ne Jongdae ne de ben bunu bilmemize rağmen dile getirmedik.

Bütün bu süre boyunca Jongdae her zamanki gibiydi. Gülüyordu, etrafta çocuk gibi dolanıyordu, insanları bir saniye bile umursamıyordu, sürekli aptalca şakalar yapıyordu. Bu yüzden de bir şeylerin yanlış olduğunu hiç anlamadım.

Bir haftanın sonunda uyanıp gittiğini görene kadar bir şeylerin yanlış gittiğini anlamadım.

Uyandığımda koltuk boştu. En azından üstünde fiziksel olarak kimse yoktu. Ama üstünde onlarca kağıt çiçek vardı. Hepsi farklı kağıtlardan yapılmıştı ama çoğunun hangi defterimden koparıldığını rahatlıkla söyleyebilirdim. Kağıt çiçekleri kaldırıp bir not aradım.

Yoktu.

Ne çalışma masamda ne kağıt çiçeklerin arasında ne de evimin başka bir köşesinde.

Hiçbir yerde not yoktu.

 

 

*

 

Altı ay sonra aramayı bıraktım.

Daha fazla paylaştığım resimlerin altına sadece Jongdae’nin anlayacağı notlar yazmayacaktım. Ya da blog hesabını –chenchen- ne zaman açtığını kontrol etmek için açmayacaktım. Ya da yeni bir postam –kartpostalım- var mı diye kargoyu beklemeyecektim. Hatta Seul’de yaşayan Kim Jongdae’lerin adresini almak için emniyete gitmeyecektim.

Ama yine de bütün her şeyi bırakmadan önce son bir şey yaptım.

Chenchen’in profilini açtım ve pmden tek bir soru yolladım.

 

Kimsin sen?

 

 

 

Özellikle günü hatırladığım söylenemezdi ama unutmam da çok kolay değildi.

15 Mayıs 2013.

Kim Jongdae’yi ilk gördüğüm gün.

Hava çok soğuk değildi, evet mayıs için biraz serindi ama yine de üstüme beyaz bir hırka giyip çıkmak için çok soğuk değildi. Aslında beyaz hırkayı giymemin tek sebebi canım istemişti. Hırkamı seviyordum ve giymek istemiştim.

Parka gitmek istememin sebebiyse biraz parkta oynayan çocukları görüp yeni çizeceğim kitap hakkında birkaç fikir edinmekti. Yabancıyı ilk gördüğümde dikkatimi çeken spesifik bir şey yoktu.

Ama sonra elinde tuttuğu şeyi gördüm.

Beyaz bir çiçek.

Çiçeği nereden bulmuş olabileceğini düşünürken çiçeğe daha dikkatli baktım. Daha sonra doğal olamayacak yapay şeklini fark ettim. Biraz daha dikkat edince çiçeğin kağıttan olduğunu anladım.

Origami hep ilgimi çekmişti ama özellikle araştırdığım da söylenemezdi. Yine de sanki bir ihtimal nasıl olduğunu anlayacakmış gibi çiçeğe bakmayı sürdürdüm. Aradan geçen birkaç dakika sonra başımı kaldırdığımda yabancının bana baktığını gördüm.

Sırıtıyordu. Ama bu ne sapıkça bir gülümsemeydi ne de rahatsız edici bir gülümsemeydi. O ilk anda bile bu sırıtışın aslında gerçek gülümsemesi olduğunu biliyordum. Yine de çok fazla dikkat etmedim.

Bir süre sonra hafifçe gülümsedim ve başımla selam verip eşyalarımı toplayıp parktan çıktım.

Bana bakmasından rahatsız olmamıştım, gerçekten. Sadece garip hissetmiştim. Nedense beni garip hissettirmişti. O gece kapıma dayanana kadar da hakkında bir daha düşünmemiştim.

15 Mayıs 2015 sabahı ise uyandığımda aklımdaki tek kişi oydu. Elindeki beyaz kağıt çiçeğiyle birlikte onu düşünüyordum.

Bu yüzden aynı hırkayı giyip evden çıktım ve parka gittim.

Sokaklar bomboştu. Sabahın erken saatiydi ve işe gidecek herkes çoktan inine girmiş gibiydi. Bu yüzden parkın da boş olduğuna emindim.

Ama kim Jongdae beni bir kere daha şaşırtmıştı.

Sadece beni o kadar tanıdık bir manzara ile karşılamıştı ki şaşırdığımın farkına varmamıştım.

Elinde beyaz –bakmasam bile kağıt olduğuna emindim- bir çiçek ile bir banka oturuyordu. Çiçeğe bakarken gülümsüyordu. Sanki çiçek onun için bir şey saklıyordu. Sonra başını kaldırdı ve başka hiçbir yere bakmadan direk bana baktı.

Ve sonra sırıttı.

 

 

*

 

 

“Senden nefret etmeliyim.”

Başını salladı. “Etmelisin.”

“Seni gidenler listesine atmıştım.”

“Gidenler listesi?”

Omuz silktim. –onun yanındayken rahatça omuz silkmek benim bir alışkanlığımdı ve bunu altı ay içinde ancak keşfetmiştim, sanki sadece onun yanındayken çoğu şeyin benim için önemsiz olduğunu rahatça gösterebiliyordum-

“Zamanla irtibatı koparıp haber alamadığım kişiler.”

“Yani bir nevi ölenler listesi.”

“Hayır, daha kötüsü. Haber alınamayanlar listesi.”

“Kötü birisiyim değil mi?” dedi hafifçe gülmeye çalışıp. Bir eli refleks şeklinde ensesine gitti.

“Ve sorumsuz.”

“Bunu biliyordum.”

“Çok mu duydun?”

“Babam sürekli söylerdi.”

Başımı salladım. “Bir şey deneyebilir miyim?”

Kaşları merakla çatıldı. “Neden bana soruyorsun?”

“Çünkü deneyeceğim şey seni de içeriyor.”

Bir saniye durdu. Ama başını salladı. Derin bir nefes aldım ve bir adım yaklaştım. Vücudu gerilmişti ama benim gerilimimin yanında hiçbir şeydi. Fazla zaman kaybetmedim. Parmaklarımın ucuna yükseldim ve dudaklarım dudaklarına değene kadar yükselmeye devam etti.

Dudakları da parmakları kadar soğuktu.

Öpüştüğümüz söylenemezdi. Sadece dudaklarımız değiyordu.

Dudakları yüzünden dudaklarım üşümüştü ama ayrıldığımızda daha fazla üşüdüler.

Gülümsemeye çalıştım olmadı, bir kahkaha atmaya çalıştım olmadı. Ağzımdan garip sesler çıkmıştı.

“Sanırım sana aşık olmuşum.”

Doğru olup olmadığını bile bilmiyordum. Daha önce hiç böyle olmamıştı çünkü. Hoşlandığım birisi olduğunda onu sadece uzaktan izlemiştim. Çıktığım bir iki kişi ise kalbimin bu şekilde çırpınmasına sebep olmamıştı hiç.

Cevap vermesini beklemeden arkamı döndüm ve acele etmeden, koşmadan uzaklaşmaya başladım.

Çünkü Kim Jongdae beni takip etmeyecekti. Bunu biliyordum.

 

 

*

 

Please Subscribe to read the full chapter
Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
xiexiechen #1
Chapter 5: Böyle pat diye bitiverdi. :( Ne olduğunu anlayamadan. Ama beğendim. Müthiş beğendim. Aşırı beğendim. Jongdae ile ilgili çok fazla fiction yazılmadığı için bu hikayede onu kullandığın içinde çok çok teşekkür etmek istiyorum. Kendi dilimizde onunla ilgili şeyler okumak harika. Yehey :)
bangbangheen #2
Chapter 3: Resmen heyecan yaptım biliyor musun? ai, çok romantikli.... mmkdmmdmfkmf Yeni bölüm yayınlamayı düşünüyor musun? Ehueh TT
bangbangheen #3
Chapter 2: Vay anasını desem ağır mı olur? kdmkdmdkd Duygusal biri olmadığım halde bu bölümde cidden gözlerimin dolduğunu söyleyebilirim. TT ai, ne kadar mükemmel bir şeysiniz, authorniim~
bangbangheen #4
Chapter 1: Birinci Çiçek: Omo, yazış stilini çok beğendim! Devam ediyorum şimdi, diğer bölümlere de yorum yapacağım. TT Çok akıcı bir anlatımın var. :'3