Birinci Çiçek

Stalker With A Paper Flower
Please Subscribe to read the full chapter

Kapım ilk defa bu kadar geç bir saatte çalınıyordu.

Siyah çerçeveli büyük gözlüğümü el yordamıyla bulup gözüme yerleştirdim. Telefonun tuşuna basıp ekranın aydınlanmasını beklemeye çok üşendiğim için –evet, iki saniye için üşeniyordum, bir de telefonun tuşuna uygulayacağım basınç vardı sonuçta- aralık perdeden içeriye giren sokak lambasının ışığında masa saatime baktım. 02.34. En son gördüğüm ve benim hatırlamadığım rüyanın etkisinden olsa gerek zihnim bana kapıda beni bekleyen kişiyle –şeyle, yaratıkla, hırsızla- ilgili teoriler ve beni bekleyen olaylar kurguluyordu. Bütün bu düşünceleri bir kenara attım ve kapının bir kez daha çalınmasıyla birlikte kendimi yataktan çıkmaya zorladım.

Ayağım soğuk zemine değdiği anda huysuzluğumu üstüme giyinmiştim. Yüzümü buruşturdum ve bina sorumlusuna kaloriferleri biraz daha açmayı sormayı kendime not ettim. Kış ayları geride kalsa da kış tam olarak silkelenmiş değildi.

Kapıyı açtığımda önce küçük bir şok geçirdim. İlk düşüncem bir yanlışlık olduğuydu. Zihnim karşımdaki yabancının kapımda olmasına sebep olabilecek hiçbir teori bulamamıştı.

Gülümsedi. Bugün öğlen gördüğüm gülümsemenin aynısıydı. “Eh… Merhaba.”

Cevap vermek yerine üstüme giydiğim hırkama biraz daha sarıldım ve hafifçe kapının arkasına geçtim. Ne demem gerektiğini düşündüm ama hiçbir şey aklıma gelmedi.

“Rahatsız ettiğimin farkındayım ama…” Sustu. Başındaki şapkayı çıkarıp alnına dökülecek kadar uzamış saçlarını salladı. “Beni tanıyorsun değil mi?”

Aniden başını kaldırıp gözlerime bakarak sormuştu soruyu. Öyle ki otomatik olarak vermem gereken hayır cevabını verememiştim. Yani tanımıyordum ama tanıyordum da.

“Bugün görüştük. Parkta. Üstünde beyaz salaş bir hırka vardı ya da salaş değildi ama sana birkaç beden büyüktü. Saçlarını tepeden toplamıştın ve-“

“Hatırlıyorum.” Sesim uykudan uyandığım zamanlarda olduğu gibi çatallıydı ama anın önemine uygun olarak bir derecede huysuzdu.

“Ah! Hatırlıyorsun!” Konuşmadı. Sanki ne demesi gerektiğini bilmiyor gibiydi. Başını eğdi. Refleks olarak ben de başımı eğdim ve bakışlarını takip ettim. Elinde tuttuğu şeye bakıyordu. Bugün öğlen elinde gördüğüme benzer bir kağıt çiçekti. Dikkatli bakınca bugün öğlen gördüğümün aynısı olduğunu fark ettim. Sıradan bir kareli kağıttan yapılmış güzel bir çiçekti.

“Ne istediniz acaba?” Sesim resmi ve bir o kadar mesafeliydi. Hala ne yapacağımı kestirebilmiş değildim ama beynim yavaş yavaş da olsa mantıklı bir şeyler yapmam gerektiğini söylemeye başlamıştı. Bir an önce yatağa dönmek gibi.

“Ben…” Derin bir nefes aldı. “Bak bunun çok ama çok çılgınca bir istek olduğunun farkındayım ama… bir geceliğine evinde kalabilir miyim?”

Vücudum bir anda buz keserken hızla kapıyı çekmeye çalıştım ama ayağını araya koydu. “Defol!”

“Yanlış anladın!” Sesini yükseltmemek için uğraşıyordu ama çok kısık sesli de değildi. “Kalacak yerim yok ve tanıdığım tek kişi sensin!”

“Seni tanımıyorum!” dedim. Bir parçam az önceki cevabımla çeliştiğimi söylüyordu, diğeri ise bu parçama saçmalamamasını söylüyordu.

“Tanıyorsun! Yani en azından yüzümü!”

“Eğer bırakmazsan-“

“Ah! Lütfen! Dur! Gerçekten tek istediğim kafamın üstünde bir yer ve-“

“Kapalı otoparka git!” Ne güzel öğüt veriyordum?

“Orası çok büyük! Ve soğuk!”

“Umurumda değil!”

“Lütfen! Gerçekten kalacak başka yerim yok! Ve inan bana bir kuruş param bile yok!”

Bir an duraksadım. Karşımdaki yabancı onu içeri alacağımı düşünüp kapıya uyguladığı basıncı hafifletti. Bunu fırsat bilerek kapıyı kapattım. Kapıyı hala yumuşak ama ısrarcı ve kesinlikle sinir bozucu bir şekilde çalıyordu. Salona gidip cüzdanımın olduğu çantayı aldım. Cüzdanımı açtığımda karşılaştığım manzara omuzlarımın düşmesine sebep oldu. En azından saunada kalmasına yetecek kadar para çıkar diye düşünmüştüm ama sadece birkaç küçük bozukluk vardı. Nakit para taşımayı –az miktarda da olsa- sevmediğimden bu çok da şaşırtıcı değildi aslında.

Dudağımı ısırdım ve ne yapmam gerektiğini düşündüm. Yabancıyı kesinlikle eve alamazdım. Yani sanırım. Ama bunun dışında başka bir seçenek de aklıma gelmiyordu.

Yavaş adımlarla kapıya yaklaştım. Delikten baktığımda dudaklarını büzmüş bir şekilde kapının önünde dikildiğini gördüm. Derdi neydi bu adamın? Gecenin bir yarısı başka birisinin kapısında dikilerek ne elde etmeye çalışıyordu?!

“Ya… Gerçekten gidecek yerim yok!” Bunu kısık bir sesle söylese de kapının arkasından sesindeki hayıflanmayı duyabilmiştim. “O zaman kapının önünde kalırım?”

Ne?! Hayır! Tam kapıyı açacaktım ki durdum. Kapıyı açıp benden daha güçlü olduğuna yüzde yüz emin olduğum bir adamı kapıdan nasıl kovacaktım? Polisi arayabilirdim ama nedense pek de istediğim bir şey değildi. Bütün geceyi karakolda geçirmek istemiyordum ve nedense yabancı çok da tehlikeli görünmüyordu. En azından bağırarak kapıyı yumruklamak yerine nazikçe –sinir bozucu- bir şekilde kapıyı çalmıştı.

Görüş alanımdan çıktı ve aynı anda kapıdan sürtünme sesi geldi. Bu çocuk ciddi miydi? Bir süre daha durdum ama hiçbir ses duymayınca arkamı döndüm. Kararsız adımlarla küçük yatak odama girdim ve normalde yapmadığım bir şekilde kapıyı kapattım ve anahtarı çevirdim.

 

*

 

Uyuyamayacağımı anladığımda saat dörde geliyordu.

Yataktan kalktım ve pelüş terliklerimi ayağıma geçirip mutfağa yürüdüm. Kettleda su kaynattıktan sonra şekersiz ve sütsüz bir kahve hazırlayıp bilgisayarın başına geçtim. Elimdeki işi iki hafta içinde teslim etmem gerekiyordu. Aslında çok bir şey kalmamıştı ama bu düşünceyle son iki haftadır sadece bir sayfa çizmiştim –her ne kadar bütün sayfalar içinde en sevdiğim sayfa bu olsa da gereksiz yere bir sürü zaman harcadığımı da biliyordum. Son anda müzik açmaktan vazgeçip sessiz bir biçimde çizimime devam ettim.

Melodiyi duyduğumda önce hayal kurduğumu düşündüm. Olmayan melodileri duymak çok olmasa da başıma gelen bir şeydi. Bir süre hareket etmeden gerçekten bir ses olup olmadığını anlamaya çalıştım. Beş dakikanın sonunda sesin gerçekten geldiğini fark ettim. Yine müzik çalarımı açık bir şekilde bıraktığımı düşünüp kulaklıklara sarılı müzik çaları elime aldım ama kulaklığın ucunun çıkık olduğunu görünce sesin başka nereden gelebileceğini düşündüm.

Küçük hatta kutu gibi bir eve sahip olmanın tek güzel yanı bir şeyi aramak için çok fazla dolaşmanıza gerek kalmamasıydı.

Ses kapıdan geliyordu.

Kapıya biraz daha yaklaşınca melodinin bir mırıldanma olduğunu duydum. Aklıma bir iki saat önceki yabancı geldi. Burada olamazdı değil mi? Bu düşünceyle birlikte adrenalin damarlarıma doldu ve ben daha ne yaptığımı anlamadan kapıyı hızla açtım.

“Ah!”

Yabancı kapının açılmasıyla yere düşmüştü. Başını zemine sert vurmuştu. Bacaklarını bağdaş şeklinde topladığı için şimdi hafif havada kalmıştı dizleri. Başını kaldırmadan gözlerini açtı. Beni görünce durdu ama sırıttı. Eğlendiğini belli eden bir sırıtıştı bu.

“Düşündüğümden inatçı çıktın.” Bunu gerçekten bana mı söylüyordu?

“Polisi aramadan burada-“

Hızla ayağa kalktı ve aramızdaki mesafeyi koruyarak konuşmaya başladı. “Ya… Lütfen. Şunun şurasında sabah olmasına kaç saat kaldı? Gerçekten sadece birkaç saat kanepende uyumama izin ver. Saat ona kadar gitmiş olurum.”

Ağzımı açtım ama sustum. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Sonrasında ağzımdan çıkan cümle beni fazlasıyla şaşırtsa da yabancı bunu bekliyormuş gibi sırıtışını büyüttü.

“Tamam, ama kimliğin bende kalacak.”

Söylediklerimin mantıksızlığını o an için kavrayamadım. Bunun için de damarlarımda dolaşan adrenalini suçladım ama bu da aslında geçerli bir bahane değildi. Yabancıyı içeri almama sebep olan şey neydi bilmiyorum ama normalde kesinlikle hiçbir bahane ile yapmayacağıma emin olduğum bir şeydi. Neden parkta gördüğüm bir yabancıyı evime alacaktım ki?! Üstelik kimliğini almam bana zarar verdikten sonra –eğer verirse- ne işime yarayacaktı?

Elime verdiği kimlikle birlikte sıçradım. Elleri buz gibi olmuştu. Üstündeki monta rağmen üşüdüğü belli oluyordu. En azından apartmanın hala buz gibi olduğu konusunda haklıydım.

Yerdeki ağzına kadar dolu gözüken sırt çantasını aldı ve gülerek bana baktı. “Nerede yatacağım?”

 

 

*

 

 

“Uyumamanın sebebi ben miyim?” dedi. Gözlerimi bilgisayardan ayırmamak için uğraşıyordum ama bana hiç de yardımcı olmuyordu. Üstündeki montu çıkardığı gibi kendisini salondaki tek kanepe olan ikili koltuğun üstüne atmıştı. Herhangi bir yastık ya da yorgan isteğinde bulunmamıştı ama kendimi yatak odasından yedek yastık yorgan takımımı getirirken bulduğumda neden ona sanki yatılıya gelmiş bir akrabammış gibi davrandığımı çözemedim.

Başımı iki yana salladım ve ılımış kahvemden bir yudum aldım. Evde hiç çikolata kalmamıştı ve kahve soğuduğu için tadı daha acı geliyordu.

“Yorgun görünüyorsun? Ya gerçekten gidip yatabilirsin. Hiçbir şey çalmam.”

“Sana güvenmiyorum,” dedim çizimime devam ederken.

Kıkırdadığını duydum. “Yine de evinde kalmama izin veriyorsun?”

Doğru nokta. “Karşıdaki parka ne dersin? Bankları kanepemden daha yumuşak-“

“Hayır, hayır. Şaka yaptım. Ben iyiyim.” Yine de kıkırdamaya devam etmesi sinir bozucuydu.

Aradan geçen zaman boyunca saatin tik taklarından başka hiçbir şey duyulmadı. Aslında duvar saatlerinden nefret ederdim. Neden bilmiyorum ama bana aşırı gereksiz gelirlerdi. Her gün başımı kaldırıp onlarca kez saati kontrol etmek için bakmam

Please Subscribe to read the full chapter
Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
xiexiechen #1
Chapter 5: Böyle pat diye bitiverdi. :( Ne olduğunu anlayamadan. Ama beğendim. Müthiş beğendim. Aşırı beğendim. Jongdae ile ilgili çok fazla fiction yazılmadığı için bu hikayede onu kullandığın içinde çok çok teşekkür etmek istiyorum. Kendi dilimizde onunla ilgili şeyler okumak harika. Yehey :)
bangbangheen #2
Chapter 3: Resmen heyecan yaptım biliyor musun? ai, çok romantikli.... mmkdmmdmfkmf Yeni bölüm yayınlamayı düşünüyor musun? Ehueh TT
bangbangheen #3
Chapter 2: Vay anasını desem ağır mı olur? kdmkdmdkd Duygusal biri olmadığım halde bu bölümde cidden gözlerimin dolduğunu söyleyebilirim. TT ai, ne kadar mükemmel bir şeysiniz, authorniim~
bangbangheen #4
Chapter 1: Birinci Çiçek: Omo, yazış stilini çok beğendim! Devam ediyorum şimdi, diğer bölümlere de yorum yapacağım. TT Çok akıcı bir anlatımın var. :'3