Bölüm - 7

No Way! [YOU]

Bu defa gözlerini açtıran his, bu adaya düştüğünden beri yanından bile geçmeyen rahatlık ve huzur hissiydi. Üstünde sıcak bir battaniye, yüzünü okşayan şömine ateşi, yumuşak bir yatak.

''Koalalardan bile fazla uyuyorsun.''

Huzursuzluk faktörü ; Kris. Güzel şeyler asla uzun sürmezdi.

''En fazla birkaç saat uyudum şurada. Üstelik kahve içip uyumam çok garip değil mi?''gözlerini ovuşturup ayılmaya çalışıyordun.

''Ne kadar tuhaf olduğunun sen de farkındasın yani?'' Kris her zamanki meşgalesiyle uğraşmak için masanın üzerinde duran çakısına ve odununa uzandı. Tam yerinden kalkacaktın ki, aklına içinde bulunduğun durum geldi. Yatağı kolaçan etmek için elini yattığın yerde gezdirdin.

KAHRETSİN!

BU YATAĞIN İÇİNDEN ASLA ÇIKMAYACAKTIN!

En azından Kris uyuyana kadar.

''Eee, kalkmayı düşünmüyor musun artık?'' Kris gözünü odunundan ayırmadan sordu.

''O-oh... Şey... Çok yorgunum ya, sanırım biraz daha yatacağım...'' kem küm edip battaniyeyi kafana kadar çektin.

''Bedavacı olmadığını söylemiştin diye hatırlıyorum...''

''Değilim zaten!'' sinirle cırladın. ''Misafirine dünyanın en pahalı ikinci baharatından kahve yapan bir ev sahibine göre fazla cimrisin! Biraz daha yatsam ne olacak sanki! Odun!''

Yeniden battaniyeyi kafana çektiğinde gözlerinin dolmasına engel olamamıştın. En az yatağını ıslatan bir çocuk kadar utanmış hissediyordun. Açıklayamayacağın bir durumun içindeydin ve rezil olmuştun. Sessizce akıtıyordun gözyaşlarını yastığa. Birden omzuna yumuşakça dokunan eli hissettin.

''Neden ağlıyorsun?'' sesi de dokunuşu gibi yumuşaktı, alışık olmadığın şekilde.

''S-sen nasıl duydun ağladığımı?'' sesin aradaki engel yüzünden boğuk çıkıyordu.

''Şimdi önemli olan bu mu? Aç yüzünü. Boğulacaksın.''

''Bırak da boğulayım. Benden kurtulmuş olursun işte.'' Mızmızlanarak burnunu çekiyordun. Birden yüzündeki battaniye açılınca toplamak için atıldın, ama ellerin tutulmuştu. Kızarmış gözlerin ve çatılmış kaşlarınla baktın ona.

''Utanmanı gerektirecek bir durum yok. Bu tıpkı tırnaklarının ya da saçlarının uzaması gibi, bedenindeki döngünün bir sonucu.'' Şimdi gözlerini pörtleterek bakıyordun.

''S-sen... N-nasıl?'' sinirden sesin de titriyordu şimdi.

''Bir şekilde fark ettim diyelim. Sana lazım olan şeyden yok ama...'' bunu derken gözlerini kaçırıp ayağa kalkmıştı. ''...ne verebilirim onun yerine?'' yerin dibine girecek gibi hissetsen de bu yardıma ihtiyacın vardı. Üstelik ilk defa Kris teklif ediyordu.

''Şey... pamuk var mı? Bir de temiz kıyafet verebilir misin? Söz veriyorum yıkayıp geri getireceğim!''

''Sorun değil. Bekle burada.''

Bir süre sonra Kris elinde birkaç paket pamukla gelmişti. Daha sonra örgü bir sepetten kıyafet aramaya başladı. Mümkün olan en küçük şortta karar kılıp sana uzattı.

''Umarım ihtiyacını görür. Ben ormana gidiyorum.'' Sessizce bıçağını cebine koyup odadan çıktı.

Sana verdiklerine baktın. Minnettarlıkla gülümsedin. Hızlıca kalkıp üstünü değiştirdin. Şort üzerinde durmamakta ısrarcı olsa da, belindeki bağı sıkıca bağladın. Çarşafı ve kirli çamaşırlarını alıp kulübeden dışarı çıktın.

***

Kris yeniden kulübeye döndüğünde kapının önünde oturuyordun. Gitmek için gelmesini bekliyordun. Ona bir teşekkür borçluydun. Kris, önce kendi kıyafetleri içindeki sana baktı. Bu utangaç halin onun için fazlasıyla sevimliydi. Ve onun kıyafetlerini giymen, özel hissettirmişti.Sanki aranızda bir şey varmış gibi.

''Neden içeride oturmuyorsun? Yağmur yüzünden hala hava soğuk.'' Kris'in bu kibar tavırları iyi hissettiriyordu, bir o kadar da garip.

''Ş-şey... Gelmeni bekledim çünkü sana bir teşekkür borçluyum. Teşekkürler Kris. Ayrıca... Dalga geçmediğin ve utandırmadığın için de teşekkürler. Zaten daha ne kadar utanabilirdim bilmiyorum...''parmaklarınla oynamaktan düğüm atma aşamasına gelmiştin. Kızaran yüzünü kaldırıp ona baktın. Başınla selam verdikten sonra, gitmek için adım attın. Kolunu tutmuştu.

''Biraz daha kal...'' sesi bir öneriden çok, yalvarış gibiydi. Ona döndüğünde, sana çok farklı baktığını gördün. Anlam veremediğin ama kalbine dokunan bir bakış.

''Sana yük olmak istemiyorum.'' Dedin mırıltıyla.

''Yük olmayacaksın. En azından özel dönemini rahat geçir. Sonra gidersin.'' Yine tüm kan yanaklarına hü etmişti.

''Peki...'' kolunu bırakıp önden girmişti. Sen de peşinden.

''Aç mısın?'' mutfak gibi kullandığı ufak kısma girince sordu.

''Et haricinde bir şeyse, evet açım.'' Karnın sırtına yapışmıştı çoktan.

''Bir maymundan daha fazla muz yiyorsun. Bu gidişle kabız olacaksın.'' Lanet olsun. Çoktandır.

Senden ses gelmeyince dönüp baktı. ''Çoktan oldun değil mi?''

''Yaaah!'' bugün rezil olmaya doyamıyordun. Sıradaki neydi acaba?

''Tahmin etmek zor değil.'' Tencereye bir şeyler atarken söyledi. Kapağını kapatıp, kulübedeki tek odaya girdi. Tencerenin askısını büyük bir dikkatle taş şöminenin askısına taktı. (Şimdi tencere eski çaydanlıklar gibi yukardan tutuluyor kafanızda canlandı mı bilmiyorum?)

''Hakkımda bu kadar çok şey bilmen sinir bozucu. Ben senin hakkında hiçbir şey bilmiyorum.'' Yalandan bir öfkeyle kollarını kavuşturdun.

''Bilmek ister miydin?'' gözleri beklentiyle bakıyordu.

''Tabi ki isterim! Bu adada yalnızız ve sen buradaki tek arkadaşımsın!'' neşele cıvıldayarak şöminenin yanında yere oturdun. Kris'in tam karşısına.

''Şimdiden söyleyeyim, pek neşeli şeyler değil...'' yüzünde pes etmiş bir ifadeyle konuştu.

''Zaten öyle bir şey beklemiyordum.'' 'Bay buzlar prensi' kısmını kendine sakladın.

''Adım Kris Wu. Wu şirketlerinin tek varisi-''

''Sizin kozmetik markanızın da modelliğini yapmıştım!'' ortak bir nokta bulmuş olmanın verdiği sevinçle atıldın.

''Hey, ilk dakikadan sözümü keseceksen anlatmayayım?'' Kris'in ifadesi oldukça ciddiydi. Elinle ağzına bir fermuar çektin. ''Güzel, devam edebilirim o halde.''

''25 yaşındayım ve 4 yıl 11 aydır bu adada yaşıyorum. Ve son bir aydır seninle...'' gülümseyerek devam etmesini bekliyordun. ''Buraya gelme sebebim... İnsanlardan nefret etmem.'' Parmağını kaldırınca gözlerini devirdi. ''Bunu kast etmemiştim. Sadece cümlemi bitirmeden konuşma yeter. Yoksa ne diyeceğimi unutuyorum.''

''İnsanlardan nefret ettiğini nasıl fark ettin? Yani bir sabah uyandığında 'Hey, artık insanlardan nefret ediyorum' demedin herhalde?''

''Elbette öyle olmadı sivri zeka. Çevremdeki hiç kimse içten değildi. Çıkarları olmasa tek kelime bile etmeyeceklerdi belki. Sadece zengin ve yakışıklı olduğum için benimle arkadaş olmaya çalışırlardı. Çalışanlarımız, sadece işten kovulmamak için yüzüme gülerdi. Samimiyetine inandığım tek bir kişi vardı... Onun da sahte olduğunu öğrendiğimde... Dünyam başıma yıkılmış gibi hissetmiştim... Aylarca bunalımdan çıkamadım. Tek yaptığım odamda, yatağın içinde tavanı seyretmek ve bunu yapmadığım zamanlarda uyumaktı. Kimseyi almıyordum içeriye. Yemek yemiyordum... Banyo yapmıyordum... Sakallarım ve tırnaklarım uzuyordu ama ben hiçbir şey yapmıyordum... Düşünüyordum... Nerde hata yapmıştım? Diğerlerinin bana nasıl davrandığı umurumda olmazdı, ama o... Neden bunu bana yapmıştı? Hiç mi sevmemişti beni?''

Yanağından süzülen tek damla gözyaşını silip devam etti. Konuşmakta güçlük çekiyordu.

''Söylediği her şeyin yalan olduğunu bilmek, acımı daha da acınası hale getiriyordu. Düşündükçe delirdiğimi hissediyordum. Bir gün aynaya bakmaya karar verdim... Ne olacaksa olsun diyordum artık. Ya savaşacak, ya da korkaklar gibi odamda ölümü bekleyecektim. Korksam da yapacaktım bunu... Yavaşça ilerledim aynaya. Kapattığım gözlerimi yavaşça açıp karşımdaki enkaza baktım... Zayıflıktan yanaklarım çökmüştü, kemiklerim sayılıyordu... Saçlarım birbirine girmişti, göz altlarım bir keş kadar mordu. Canlı bir cenaze gibiydim. Ölü gibi bakan gözlerim mi yaşadığımı ispatlayacaktı?Ağzımı açtım, aylardır kendi sesimi bile duymamıştım. Bir ses çıkarmayı denedim, anlamsız bile olsa. Bana ait bir ses. Yaşadığıma kendimi inandırmam gerekiyordu. Ama kendime o kadar yabancıydım ki... O kadar sefildim ki... Bir çığlık attım ve aynayı yere devirdim. Delirmiş gibi çığlık atıyordum, yaşadığımı fark ettirdiği için mutluydum. Bir anda herkes odama doluştu, bunun öfke çığlığı olduğunu sanıyorlardı... Ama yanılıyorlardı...''

Hıçkırıklarını ve gözyaşlarını daha fazla tutamamıştın, etrafına ördüğü duvarların ortasında, küçük yaralı bir çocuğun olduğunu biliyordun artık ve bu canını çok yakıyordu. Tıpkı senin gibiydi o da. İnsanların acımasızca yaraladığı onlarca insandan sadece biri... Dizlerinin üzerinde doğrulup Kris'in boynuna sarıldın. Sanki hayatın buna bağlıymışçasına... Sanki yaralarını iyileştirebilirmişsin gibi...

''Ben... Çok üzgünüm Kris... Bunların hiçbirini hak etmiyordun...''

Kris'in kolları belini sıkıca sarıp, daha çok kendine çektiğinde, artık o da hıçkırıklarını koyvermişti.

''Geçti... Artık acıtmıyor...''

Hiçbir zaman geçmezdi.

Hatıraların üzerini örten o ince, tozlu tabaka kalktığında yeniden incinirdin. Mutlaka.

İnsan geçmişin izlerini yenmeyi ne zaman başarabilmişti ki?

Hiç tanımadığın o insandan nefret ettin, tüm kalbinle.

*** BÖLÜM SONU ***

 

Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
icequeenhera
#1
BEN GELDİİMM
Krisinfantazisi #2
Canım hikayem. Sonunda kavuştuk:)
DaisyW
#3
Ya unnie bu e mail ayarlamaya yapamadım bir türlü :'(
MKenKawaii
#4
No Way!’imi burada da buldum yalnız bırakmam