Everlasting Love [Siwon]

K-POP OC ONE SHOTLAR

Hayat sürprizlerle doluydu. Burnunu çeke çeke yürüdüğün yolda hayatının aşkıyla karşılaşacağını kim bilebilirdi? Üstelik böyle bir adamı tavlamak için yürüyen bir afet olmanızın yanında, tüm maharetlerinizi sergilemeniz gerekirdi. Ama sen hiçbir çaba göstermeden onun kalbine sahip olmuştun, gözyaşlarını gördüğü anda kalbine saplanan sızı getirmişti onu yanına. Güzel gülüşü en iyi ilacı olmuştu kırık kalbinin.

Şans eseri, nişanlını başka bir kızla yakalamıştın o gün. Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını açıklamaya çalışırken, önünde duran buzlu amerikanoyu alıp sakince kafasından aşağı boca etmiştin. Hala zavallı gibi açıklamaya çalışıyordu, buluştuğu kız da en sonunda kalkıp suratına tokadı indirmiş ve terk etmişti onu.

Boş bakışlarla yürüyordun. Hiçbir şey hissetmemen tuhaftı, sanki sıcak gözyaşların bile bir zorunluluğu yerine getirmek için dökülüyormuş gibiydi. Tüm o şüpheli telefon görüşmeleri, mesajlarına şifre koyması... Nasıl da anlamamıştın? Yoksa anlamak mı istememiştin?

Bir anda kendini yere düşmek üzereyken bulmuştun. Düz yolda yürürken düşmeyi başarmak üzereydin, neyse ki birisi yakalamıştı seni. Gözlerini kırpıştırıp görüşünü netleştirdikten sonra, önündeki geniş omuzları fark ettin ilk olarak. Kafanı kaldırdığında gördüğün yüz, hayatının kalanında görmek istediğin tek yüz olacaktı. Gülümsediğinde, iki yanağında derinleşen çukurlara gömülmeyi vasiyetine yazmayı bile düşünmüştün.

''İyi misiniz? Çok dalgın yürüyordunuz...''erkeksi sesi nasıl da şefkatli geliyordu kulağa.

''Aldatılmamı ve aptal yerine konulmamı saymazsak gayet iyiyim aslında... Düz yolda bağcığına basıp düşecek kadar salak görünüyor olabilirim ama değilim... Okuluma birincilikle girdim ve sanırım birinci olarak mezun olacağım, tabi lab dersinden kalmazsam... Hoca tam bir bela. Menopoz dönemine girdiği için böyle olduğunu düşünüyoruz fakülte öğrencileri olarak...'' karşında parıl parıl gözlerle sana gülümseyen adama bakınca köşeli jetonun düşmüştü. ''Ah, saçmalıyorum değil mi? Sinirlenince kendimi susturamıyorum. Beynimdeki nöronlar tuhaf bir bağlantı kuruyor sanırım.''

''Aslında... Akşama kadar seni dinleyebilirim.Ama ayakta değil, şuradaki kafeye oturalım önce. Sana buzlu bir amerikano ısmarlayayım, sinirlerini yatıştırır.''Buzlu amerikano dediği anda alt dudağın bükülmüş, gözlerin yeniden sıcak gözyaşlarıyla dolmuştu. ''Özür dilerim, yanlış bir şey mi söyledim?''

''Hayır, sadece buzlu amerikanodan nefret ederim de.''

''Şunları da bağlayalım, yeniden düşmeni istemem.'' Önünde diz çöküp bağcıklarını bağladı.

***

O gün akşama kadar konuşmuştunuz. Etraftaki masalara oturanlar defalarca değişmişti, ama siz hiçbir şeye aldırış etmeden konuşmaya devam etmiştiniz. Zaman zaman ağlamış, zaman kahkaha atmıştın. Adının Siwon olduğunu öğrendiğin yakışıklı sana muhteşem bir gün yaşatmış, tüm acını ve kederini unutturmuştu.

Onunla bir dahaki karşılaşmanız, telefon numarasını istemeye utandığın için bir yıl sonra olmuştu. Aklın sürekli o gündeyken, derslerine odaklanmakta zorluk çeksen de yine de birinci olarak mezun olmuştun. Genç ve başarılı bir hemşire olarak büyük bir hastanede işe girmiştin. Kısacası hayatın yolundaydı, kalbindeki boşluğu saymazsan...

Tesadüfler iş başında olmalıydı. Kore küçük bir ülke olduğu için, kan bağışını belli bir seviyede tutabilmek için askerlerden yılda iki kere kan alınıyordu. Kışlada büyük bir alana gerekli düzenekler kurulmuştu. Sabahtan beri kaç kişiden kan aldığını sen bile unutmuştun.

''Sıradaki...'' elindeki deftere son cümlelerini de not düştükten sonra, sedyeye uzanan kişiye baktın. İkiniz de şaşkın bir ifadeyle gülümsüyordunuz.

''Siwon?''

''Bada?''

Sevinçle boynuna sarılmıştın. Arkadaki meraklı kalabalığın gülüşmelerini duyunca, yanakların kızarmış, yavaşça ayrılmıştın o sıcak kollardan.

''Uzan lütfen.'' Üniformasının kolunu katlayıp uzanmıştı. Lastiği koluna bağlayıp, yeni bir iğneyi paketinden çıkardın. ''Bu biraz acıtabilir.''Pamukla sildiğin yere iğneyi batırıp bantla sabitledin.

''Uzun zaman oldu...'' gülümsediğinde beliren gamzeleri onu ne kadar özlediğini hatırlamana yardımcı olmuştu. ''Mezuniyetine katılıp, birinci olduğun anı görmek isterdim.'' Bir anlığına, onun elinde bir buket çiçekle mezuniyetine geldiğini hayal ettin. ''Ama bir gün sonra askere gideceğim için bu mümkün olmazdı. Telefonunu da bu yüzden istemedim.''

''Siwon...'' kızaran yanaklarınla çok tatlı görünüyordun.

''Sonra çok pişman oldum... Bir yıldır, Tanrı'ya bana yeniden bir şans vermesi için dua ettim...'' elini uzatıp, dizlerinin üzerine koyduğun ellerini tuttu.

''Ben de öyle...'' dedin gülümseyerek. ''Kendimi hayatımın hatasını yapmış gibi hissetmiştim.''

Siwon yeniden içini eriten o gülümsemesini bahşettiğinde, dünyanın durduğunu düşünmüştün.

''Ah, doldu.'' Kolundaki iğneyi çıkarıp, bantladın.

''İşin bittiğinde... Ben buralarda olacağım... Yani, seslenebilirsin ya da anons ettirebilirsin.'' Şapkasını giyip asker selamı vererek ayrıldı.

***

''Çok fazla seçenek yok, limonata mı kahve mi?''

''Limonata olabilir.''

''Hemen geliyorum.'' Koşarak kafeteryaya gitmişti. Sen de çam ağaçlarının gölgesindeki bankta, ferah bahar havasını ciğerlerine dolduruyordun.

''Hemşire?'' kafanı çevirdiğinde sana gülümseyen bir askeri gördün.

''Buyrun?'' oturuşunu düzeltip ciddi bir ifadeye büründün.

''Eğer zamanınız varsa biraz yürüyebilir miyiz?''

''Üzgünüm, ben-''

''Beni bekliyor!'' Siwon elinde iki limonatayla gelmişti, oldukça sinirli görünüyordu. Onun bu yönünü ilk defa görüyordun. ''Kaybol.'' Uzaklaşan askerin arkasından gülümseyerek bakarken yanına oturmuştu. ''Neye gülüyorsun sen? Hoşuna mı gitti?''

''Hayır.'' Limonatanı alıp, pipetinden bir yudum limonata çektin. ''Sen... Beni kıskandın...''

Siwon inkar etmekle itiraf etmek arasında birkaç saniye bocaladıktan sonra, kafasını iki yana salladı ve gülümsedi.

''Evet, kıskandım. Hoşlandığım kadını kıskanmamın neresi kötü?'' elini uzatıp, kızardığı için ısınan yanaklarını okşadı. ''Çok tatlısın.''

***

''Kızım tamam sakin ol, bu ne heyecan?'' annen sürekli terlediğin için makyajının akacağından endişeleniyordu. Sen ise sıcaklandığın için ellerinle kendini yelliyordun. Annen yelpazesiyle takviye kuvvet olmuştu. ''Yolunan tavuk gibi çırpınmayı bırak!''

''Anne...'' kusacak gibi hissediyordun ''Sabahtan beri midem ağzımda. Ya yemin ederken üzerine kusarsam?''

''Öyle bir şey yaparsan seni ellerimle öldürürüm!'' annen yelpazeyi kendine çevirip derin nefesler eşliğinde sağladı. ''Damadımızı rezil etmeyi aklından bile geçirme.''

''Anne...'' dudaklarını büktün. ''Kızını değil de damadını mı düşünüyorsun?''

Bu sırada kapı açılmış, Siwon manken gibi görünmesini sağlayan damatlığıyla kapıda belirdi. ''Hazır mısın hayatım?''

Ses uğultuya dönüşürken, ayaklarının yerden kesildiğini hissetmiştin. 'Mutluluktan havalara uçmak bu olsa gerek...' diye düşünüp, yüzünde aptal bir sırıtışla kendi düğününde bayılan ilk gelin olarak tarihe geçmiştin.

***

''Minho! Suho! Koşmayın oğlum! Terleyip hasta olacaksınız!'' parkta küçük oğullarının arkasından elinde mendille koşturuyordun. Minho gerçek bir abi gibi, kendinden yalnızca bir yaş küçük kardeşini koruyup kolluyor, düşmemesi için elinden tutuyordu. Canından çok sevdiğin iki miniğini böyle görmek anne yüreğini derinden etkiliyordu. Yanına koşarak geldiklerinde, diz çökerek terleyen alınlarını ve yumuşacık yanaklarını sildin. İki yakışıklı delikanlı da annelerinin boynuna sarılıp, yanaklarını öpücük yağmuruna tutmuştu.

''Hey, bana da bırakın biraz!''

''Appaaaa!'' parkın girişinde takım elbisesiyle dikilen yakışıklı adama doğru koşmuşlardı ikisi de. Siwon, elindeki çantayı yere bırakmış, kollarını açarak oğullarının kucağına atlamasına izin vermişti.

''Nasılmış benim aslan oğullarım!'' ikisinin de yanağını kocaman öperek sıkıca sarıldı.

''Hyungum gerçekten çok iyi futbol oynuyor appa! Bugün bana şut çekmeyi öğretti.''Suho bembeyaz yanaklarını şişirerek heyecanla gününü anlattı babasına. Minho gururla gülümserken, babasından da bir aferin kazanmıştı.

''Aslan oğlum benim! O zaman bu hafta sonu maça gidiyoruz! Uslu çocuklar olup ödülü hak ettiniz.'' Çocuklar babalarının kucağından sevinçle atlayıp eve doğru koşarken, sen de gülümseyerek kocanın yanına gittin. Boynuna sarılıp, dudaklarına ufak bir buse kondurdun.

''Hoş geldin hayatım...''

''Seni çok özledim...'' burnunu yanağına sürterek mırıldandı. ''Heechul hyung'u aradım bugün.''

Şaşırarak yüzüne baktın. ''Neden, bir şey mi oldu?''

''Sana biraz daha dokunamazsam kafayı sıyıracağım o olacak...'' dudaklarına yumuşak bir öpücük bıraktı. ''Çocukları akşam ona yollayacağım. Çok özlemiş.''

''Yalancı.'' Kıkırdayarak göğsüne vurdun ''Heechul oppa Heebum'dan başka kimseyi özlemez. En son 'Bu küçük şeytanları ayaklarından tavana asacağım!' diye bağırmamış mıydı?''

''Öyle dese de özlüyor... Telefon ekranına bile uyuyan fotoğraflarını koymuş... Tabi Heebum da aralarına kıvrılmış...''

***

''Çocuklar, Heechul amcayı üzmek yok tamam mı? Yoksa hafta sonu maça gitmeyi unutun.'' Ceketlerini giydirirken tembihledin.

''Tamam anneeee!'' koro halinde yanıtladıklarında, yanaklarına öpücük kondurup, kapıda bekleyen Heechul'un arabasına koşmalarını izledin. Arabaya biner binmez el sallamaya başlamışlardı.

''Hey! Bana bakın! Bu defa bir prenses istiyorum ona göre! Evimde şirin şeyler görmeye ihtiyacım var!'' Heechul bağırdı açık camdan.

''Bana bırak hyung! Ve abur cubur yok! Oğullarıma iyi bak!'' Siwon el sallarken bağırdı. Heechul ise arka koltuktaki bitirim ikiliye göz kırpmıştı. Ne derseniz deyin, Kim Heechul'un krallığında onun sözü geçerdi!

Kapıyı kapatmanızla, Siwon dudaklarına yapışmıştı. Ayların öcünü alırcasına, içinde biriktirdiği tüm tutkuyla öpüyordu dudaklarını. Çoktan kucağına almış, kalçasına sardığın bacaklarından kavrayarak ilerliyordu. Bir anlığına dudaklarından ayrılıp nereye gittiğinize baktın.

''Hayatım yanlış tarafa gidiyoruz. O tarafta mutfak var sadece.''

''Amacım da o bebeğim...'' dudaklarına ateşli bir öpücük bıraktı. ''Yeni aldığımız masanın dayanıklılığını test edeceğiz... Bir de... Üzerinde test etmem gereken başka şeyler var...''

''Neymiş o?'' sırıtarak dudaklarını emdin.

''Meyveli yoğurt almıştım. Eminim senin üzerinden yemek daha lezzetli olacaktır.''

***

''Ahhh.... Hnngg... Siwon!'' içine son hızla girip çıkan kocan, zevkten uçmanı sağlıyordu. Bu kaçıncı round olmuştu?

''S-sana... Doyamıyorum bebeğim...'' yeniden dudaklarına yapışıp, hızını azalttı. Ne zaman boşalmaya yaklaşsa hızını azaltıp, süreyi uzatmaya çalışıyordu. Hala içindeyken, yan tarafta duran meyveli yoğurdu aldı. Terle parlayan kaslı vücudu Yunan heykellerinden farksızdı. Nasıl bu kadar kusursuz olabilirdi ki? Göğsüne değen soğuklukla ürperip, ne yaptığına baktın. Göğsünün ucuna döktüğü meyveli yoğurdu çıldırtan bir yavaşlıkta yalamış, ve emmeye başlamıştı. İşi bittiğinde, dudaklarına bulaşan yoğurdu yalamak için onu kendine çektin.

''Hmm, gerçekten lezzetliydi.''

''İyi ki 24'lü paket almışım...'' yeniden ini hareket ettirmeye başlamıştı.

''Ben çok yoruldum ama...'' Siwon'un bayıldığın siyah gür saçlarına parmaklarını geçirirken söyledin.

''Minho'nun beslenmesine koyarsın, çocuklar çok seviyor...'' boynunu emerken nefes nefese mırıldandı.

''Hiç sanmıyorum, buna baktıkça aklıma yaramaz şeyler gelecek. Ve çocuklarımıza fantezi yapmak için aldığımız meyveli yoğurtlar dışında yedirecek bir sürü şey var... Ahh...'' boynundaki hassas noktayı emmesiyle inledin. Kalçanı Siwon'un kasıklarına doğru itmek için hareket ettin ''Hızlan biraz...''

***

''Öğğğkkk... Berbat kokuyor...''Siwon ve çocuklar yüzüne garip garip bakıyordu. Her zamanki gibi, senin çok sevdiğin bol peynirli ve mantarlı pizzaydı işte.

''Anne... Yemeklere öyle denmez!'' Küçük Suho dudaklarını büktü.

''Özür dilerim bebeğim...'' Saçlarını okşadın. ''Siz devam edin, annen biraz hasta...''

''Annee! Neyin var?'' Minho sandalyesinden atlayıp yanına geldi.

''Yok bir şey hayatım, yemeğinizi yiyin. Kardeşinin mısırları ayıklamadığından emin ol.'' Başına ufak bir öpücük kondurup, lavaboya gitmek için masadan kalktın. Klozete zor yetişmiştin. İçini boşaltırcasına kusarken, sırtını sıvazlayan bir el hissettin.

''İyi misin?'' nihayet kalkabildiğinde, ağzına bulaşanları silip, saçlarını geriye attı.

''İyiyim, midemi üşütmüş olmalıyım. Ya da mantar yüzünden, bilemiyorum.''

''Neden sadece sana oldu bu? Üstelik bir ısırık almana rağmen?''

''Bilmiyorum Siwon. Kokusundan çok rahatsız oldum, ondan belki.'' Yüzünü yıkamak için oturduğun yerden kalkıp, lavaboya eğildin.

''Adet olmuyorsun.'' Yüzüne su çarptıktan sonra, aynadan sana gülümseyen kocana baktın. ''Mutfakta yaptığımız günden beri adet olmadın... Ayrıca fark etmedim sanma, sabahları hep bulantın oluyor ve beni uyandırmamak için sessizce koşuyorsun lavaboya. Kokular rahatsız ediyor...''

''B-ben...'' sana sıkıca sarılıp, saçlarına bir öpücük kondurdu.

''Yarın doktora gidelim.''

''Ya kız değilse?'' endişeyle dudaklarını dişledin.

''Üçüncü bir oğula hayır demem... Yeter ki sağlıklı olsun, yeter ki sen sağlıklı ol...''

''Seni hak etmek için ne yaptım?''mutluluktan ağlayarak boynuna sıkıca sarıldın. ''Seni seviyorum, Siwon. Benim eskimeyen, sonsuz aşkım...''

*** SON ***

 

Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
icequeenhera
#1
Chapter 1: Kızsam mı sevsem mi dövsem mi bilemedim şimdi
icequeenhera
#2
Ben buna da tekrar başlıyoremm
NursimaElfAhgase
#3
Chapter 18: bem geldim ki bu tekrar ıumak güzeldi
dinozoruschenus #4
Chapter 18: BU SHOWNU HİKAYESİ BANA İYİ GELECEK VE YARALARIMI SARACAK
icequeenhera
#5
Ben geldiimm
ddaisyW #6
Yeniden hesap açtım :')