Part 2

Give Me Permission

Sabahın yakıcı ışıkları gözüne vururken beynindeki hücrelerin teker teker uyanmasını bekliyordu Kyungsoo. Üstündeki yorganı yüzüne doğru çekip birkaç saniyeliğine sıcaklayan havada nefes almaya çalıştıktan sonra hem oksijen probleminden hem de nerede olduğunu bilmediğinden hızla attı üzerindeki kalın şeyi.

Ağzından minik bir küfür kaçırarak ayağa kalktı ve etrafına bakındı nerede olduğunu çözmek istercesine. Gözüne ufka esmer bir çocuğun fotoğrafı takıldı onca eşyanın içerisinde. Fotoğrafın sağ çaprazında da çocuğun daha büyük bir hali vardı.

Rahatlamayla derin bir nefes alıp kalp atışlarını düzene sokmaya çalıştı. Kim Jongin'in evindeydi. Peki buraya nasıl gelmiş olabilirdi?

Üstünü kontrol etti garip bir dürtüyle. Dün ki kıyafetleri duruyordu, hiçbir şey değişmemişti. Jongin'in ona dokunacağını sandığından değil de başkalarının yaşadıkları tecrübelerin düşüncesiyle bunu yaptığını biliyordu. Yine de o esmer ellerin vücudunda gezme fikri bile yanaklarını kızartmaya yetiyordu. Kafasına yumruk atıp aklını toparlamasıyla ilgili bir şeyler mırıldandıktan sonra yatağın kenarında duran çantasını aldı ve odadan çıktı.

Fakat kapıdan çıktığında beklemediği bir şeyle karşılaşmıştı. Odanın belli etmediği bir zenginlik vardı evde. Burası gerçekten Jongin'in evi miydi? Avizesinden koridordaki halısına kadar lüks eşyalarla dolu bir yerdi burası. Ayrıca boş ve sessizdi de sanki büyük olduğunu kanıtlamak istercesine.

Esmerin kendisini fark etmeden uzaklaşabilmesi için yavaşça merdivenlerden aşağı indi kısa olan. Ama tam kapıya yönelecekken bir ses duydu. Sol taraftan geliyordu, ne olduğundan emin değildi Soo. Sadece mırıltılar olduğunu tahmin ediyordu. Merakına yenik düşüp oraya doğru yürüdüğünde koltukta yatan bir esmer güzellik onu olduğu yere mıhlamıştı.

Gidecekti, gitmeliydi ama bu gücü kendinde niye bulamıyordu?

Gözlerinin üzerinde dolaştığı beden vücudunun donakalmasını sağlıyordu yine de kalbi bütün varlığına inat delicesine atıyordu. Ona dokunmak istedi. Onu hissetmek istedi. Halbuki bunu nasıl yapabilirdi başkasını severken?

Birbirlerini o şekilde görmüyorlardı. Bu sadece diğerinin bedeninin kendisine yolladığı enerjiydi, fazlası değil. Ve bu gücün etkisiyle koşar adımlarla kapıya gidip onu arkasında büyük bir gürültü bırakacak bir şekilde çarptı ve çıktı zenginliklerle dolu o evden.

Bir yanı Jongin'in bu çarpmadan sonra uyanmasını istiyordu hatta peşinden gelmesini. Diğer yanı ise bunu duymadığını zaten biliyordu.

***

Esneyerek uyandı güzel uykusundan esmer olan. Uzun zamandır bu kadar rahat ve huzur içinde uyuduğunu sanmıyordu eğer sırtı ve boynunun çektiği ağrıları saymazsa. Sıkıntı çeken uzuvlarını ovarak koltuktan kalktı ve saate baktı hafif uyku sersemi şeklinde. On buçuktu sadece. Sorun yoktu. En azından ilk üç saniye böyle olduğunu sanmıştı. Ardındansa gerçek aklına düşüp tozları kaldırdığında neler olduğunu anlayabilmişti.

Okula geç kalmıştı. Hayatında ilk defa! Buna sebep olan şeyi hatırlamak adına uğraştı bir süre. Sonraysa aklına koca gözlü, mükemmel gülüşlü ve dudağını her kıpırdattığına onları öpmek istediği çocuk geldi.

Kyungsoo.

Bir anda geri kalan her şey zihnini terk etmişti. O neredeydi? Üst kata çıktı hızla, odasına baktı bir şey bulabilmek için. Orada yoktu. İçini bir telaş kaplamıştı anında. Tuvalete baktığında orada da olmadığını gördü. Hiçbir yerde yoktu.

Bir not bile bırakmadan gitmişti. Yere çöktü ve koşturmaktan ateş gibi yanan sırtını soğuk duvara yasladı.

***

"Bir şey olmuş sanki. Baksana hepsi ağlayacak gibi duruyor."

"Kuruntu yapıyorsun Jongdae."

"Hayır hyung. Gerçekten bir şey var."

Joon Myun saçını karıştırdı kararsızlıkla. "Aish! Bu kadar kurcalamayı bırak. Hem sana ne ki?"

Garip bir sessizlik oluştu ufak masanın etrafında. Büyük olanın bu tavrı can yaksa da olağan durumdan yaralanarak herkese sınıflarına gitmesini söyledi. Öğrencilerin birbirine çarparak geçtiği bu uzun koridorlarda Sehun da hyungunun düşüncelerini paylaşıyordu. Çünkü masada ağzının açmamasına rağmen gözüyle gördüğü, bariz olan şeyler vardı ortada.

Bugün beşi de çok mutsuz gözüküyordu kendi bakış açısına göre. Aklına Jongin'e bir şey olmuş olabileceği geldi aynı dersleri aldıklarından olduklarından. Esmer olan bugün gelmemişti ve geri kalanlardan duyduğu kadarıyla ilk ders kırışıydı bu onun. Yine de, eğer kötü bir şey olmuş olsaydı onun yanında -hastane ya da karakolda- ama onun yanında olurlardı.

İçine bir kurt düşmüştü küçük olanın. Şüpheleri vardı fakat hiçbiri gerçekçi gelmiyordu. Komplo teorileri yaratmayı kesmeliydi. Diğeriyle olan ikinci dersine girdiğinde herkesin normalde olduğundan çok daha sakin olduğunu fark edebiliyordu. Jongin olmadığı için kimse çıt çıkarmıyordu. Sınıftan bir çocuğun kolunu tuttu sessiz geçen bir saatin ardından, ona neden herkesin böyle olduğunu sordu Sehun.

"Çünkü Jongin okula gelmedi." dedi ve kolunu sertçe çekip hızla uzaklaştı ayakta kafası karışmış halde duran sarışından.

Jongin'in okula gelmediğini biliyordu ama ne fark ederdi ki onun olup olmaması?

Zaten kabadayı olan bir çocuk okulu asmıştı. Bu çokta anormal bir şey değildi. Onun dersleriyle ilgilendiğini sanmıyordu Sehun. Neden bu kadar abartılıyordu?

Bunları düşünürken o kadar çok dalmıştı ki sağ taraftan koşarak gelen çocuğu fark edemedi. Çocuk ona sert bir şekilde çarptığında yüzünde kahverengi saçlarını hissetmişti. Bir anlığına afallasa da sonraki saniye onu üstünden atıp ayağa kalktı kısa olan.

"Önüne baksana!" diye bağırdı üstünü silkeleyerek sarışın.

"Asıl sen dikkatini dünyada tut!"

Gözlerinin odağını kıyafetlerinden karşısındakine veren Sehun gördüğü yüzle hafif bir şaşkınlık nidasını salıvermişti ağzından.

"Jongin?! Senin okula gelmediğini sanıyordum."

"Gördüğün gibi buradayım." Dedi ukalaca bir şekilde herkesin aradığı kişi.

"Arkadaşların sen gelmedin diye çok endişelendi."

Sanki diğerinin ağzından yanlış bir şey çıkmış gibi Jongin'in gözleri öfkenin aleviyle parladı aniden. Bakışlarındaki yakıcı his kalbini sıkıştırıyordu kısa olanın. Böylesine bir nefreti hak etmek için ne yapmış olabilirdi ki? (Y/N:Büyük aşklar nefretle başlar. Aslında bu fic SeKai falan...)

"Sen niye karışıyorsun benim işime? O aptal sarı kafanı yaptıklarımı anlamak için böylesine çok yormana gerek yok. Nasıl olsa bir işe yaramayacak."

"Niye bana karşı bu kadar kin dolusun? Ne istiyorsun benden? Ayrıca sarışın olmamla ne derdin var?"

"Bunu bile anlamakta zorlanıyorsun. Aptal sarışın ne kadar da doğru bir tabirmiş." dedi küçük, sinir dolu bir kahkaha atarak esmer olan. Ardından şeytani bir şekilde gülümsemeye başladı. Sanki çok önemli bir şeyi açıklığa kavuşturmuş gibiydi. Fakat bu havası çok uzun sürmeyecekti.

"İki en yakın arkadaşı sarışın olan esmer çocuk ne dedi?"

Yüzündeki o pis sırıtış silinirken birkaç çocuk Jongin'e ve onun rezil oluşuna bakıyordu. Esmer olan onlara korkutucu bir bakış attıktan sonra yanından geçerek gitti Sehun'un. Üstüne üstlük omzuna sertçe çarpıp kulağına fısıldamayı da unutmamıştı klasik filmlerdeki sahneler gibi.

"Ölüm ile arandaki yolu kendi ellerinle inşa ettin Sehun."

Boş tehditlere karnı toktu sarışının, daha önce bunun gibileriyle uğraşmıştı yine de biraz korktuğunu itiraf edebilirdi. Kendine karşı sebepsiz düşmanlıkla dolan birini ilk defa görüyordu. Tartışmaları bittiğinde zilin de çaldığını fark eden çocuk, bugün ki son dersine girmek adına yürüdü koridorlarda. Ancak garip olan ise Jongin okulda olmasına rağmen yine derse girmemişti.

***

Sarışınla olan kavgasından sonra hızlı adımlarını çatıya yöneltti Jongin. Ayağını yerle buluşturduğu her an, tabanlarını ağrıtan sert zemini hissediyordu. Yine de sert ve seri hareketlerinden vazgeçmiyor hatta onları daha da beter ediyordu. Aklındaki düşüncelerin getirisiydi bunlar, kendisine olan kızgınlığının.

Diğerinin sözleri zihnindeki yerini her tekrarladığında onun için oluşturduğu anlamdan nefret ediyordu esmer olan. Halbuki kimsenin suçu yoktu bu durumda kendi dışında. Merak etmesini istediği tek kişi sarışını severken kendi üçüncü biri olmaktan başka ne yapabilirdi ki? Eğer Kyungsoo onu merak etmiyorsa başka kimsenin endişesine ihtiyacı yoktu Jongin'in. Ki endişelenecek bir şey de yoktu zaten. Kafayı yemesi dışında.

Kendine bunu yapan ve aslında hiçbir zararı olmayan birinden intikam almak isteyecek kadar delirmişti, düşünün. Akıl sağlı ve Kyungsoo için bunu yapmalıydı kendine daha fazla zarar vereceğini bilmeden. Fakat ilk önce arkadaşlarından birine burada olduğumu haber vermesi gerekiyordu burada olduğunu. Esmer için gerçekten telaşlanmış olmalılardı.

Adımlarını sıklaştırıp aklına gelen tek kişinin yanına doğru yol aldı onu taşıyan ayaklarına zarar vermeyi göze alarak.

***

Bir diğer sarışın ise bacaklarını telaşla sallayarak hocanın onları bırakmasını bekliyordu. Maknaeden hala bir haber olmaması geçen her saniye onu daha da kötü düşüncelere itip kendi kendini yemesini sağlamaktan başka bir işe yaramıyordu. Onu aramaları gereken her yerde aramış, bulmaları gereken hiçbir yerde bulamamışlardı. Min Seok bizi onu aramaları için organize etmeseydi grubu, büyük ihtimalle daha uzun bir süre herhangi bir iz bulamayacaklardı Jongin'den sarışına göre. Zaten evde onun gelmesini bekleselerdi beşi de kafayı yerdi.

Diğer derse girmeden önce kafasını sıraya yaslamış düşünen çocuk, omzunda hissettiği dokunuşla aniden başını kaldırdı fakat ne yazık ki görüşü birkaç saniye sonra gelebilmişti çünkü kansızlığı ortaya çıkmıştı her zamanki gibi. Ancak önündekini görebilir hale gelmesiyle elin sahibine sarılması bir olmuştu. Jongin gelmişti.

"Seni davar! Bize hiç acımadın mı? Seni ne kadar merak ettik biliyor musun beyni kıçından küçük yaratık?! "

"Üzgünüm Lulu hyung." dedi diğerinin kollarının arasında nefes almaay çalışırken Jongin.

"Nerdeydin peki? Niye bize haber vermedin?"

Sorduğu soruların ardından kollarının arasından çekilen bedeni hissettiğinde Luhan, endişeyle bakışlarını diğer çocukla buluşturdu. Bir sorun olduğu belliydi çünkü küçük arkadaşını ilk defa bu kadar mutsuz ve yorgun görüyordu. Kalbinde büyüyen koruma duygusu bütün bedenine virüs gibi yayılırken titrediğimiz hissetti kızgınlıkla. Kardeşini kim üzdüyse bedelini ödemeliydi!

"Çok uzun hikaye hyung ama yemin ederim anlatacağım özellikle de sana."

Söylediği sözlerden sonra kocaman bir gülümseme bahşetti esmer olan tüm dünyaya. Dersin sonunda onunla kantinde buluşmasını istemişti diğerinden bir de hadsizce. Sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu ki bu daha büyük şeylerin habercisiydi Luhan'a göre. Yine de reddedecek hali yoktu. Olayların ne olduğunu, nasıl olduğunu ve nasıl sonuçlandığını öğrenmeliydiki arkadaşına yardım edebilsin.

Dersten çıkışı hedefini saptırmadan kafeteryaya yol aldı kısa çocuk. İçinde minik bir heyecan vardı ve ne yazık ki bu tuvalet ihtiyacını arttırmıştı. Derin bir şekilde iç çekerek avucunun içini alnına vurup tuvalete koştu. O sırada nasıl becerdiyse Jongin'e de geç kalacağına dair mesaj attı hızla.

Kapıdan içeri girdiğinde hiç kimse olmamasına şaşırdığı halde -mahremiyetime özen gösteren biri olarak- dışarıda yapmayı reddetti sarışın ve bir kapıdan daha geçip kilidi taktı. O sırada başka ayak sesleri duymasıyla içindeki saçma endişeden kurtularak rahatladı. Halbuki başına gelecek şeyleri nereden bilebilirdi?

***

"Çok uzun hikaye hyung ama yemin ederim anlatacağım özellikle de sana." diyerek koridorları adım sesleriyle süsledi esmer çocuk. Daha önceden para teklif edip işini yapmasını istediği çocuğu tekrar aradı ve hazır olmasını söyledi son kez. Planı tıkır tıkır işliyordu ona göre. Yoluna çıkabilecek olan kimse yoktu artık.

Eskiden belli etmese de sıcak ve temiz olan kalbi artık bir buz kütlesine dönüşmüştü ve bunun hesabını, sorabileceği en mümkün kişiden sormayı planlıyordu Jongin.

Tuttuğu çocuk ona Sehun'un tuvalete girdiğini söyleyince bulunduğu yönü tersine çevirdi ve tuvaletin koridoruna doğru yürüdü her seferinde daha sert ve güçlü olan adımlarla. Kapının önünde onu bekleyen alt sınıftan anahtarları alıp kapıyı kilitledi emin olana kadar. Sehun ise diğer taraftan kapıyı açmaya çalışıyordu zorla. En sonunda olmayacağını fark edip kapıya vurmaya ve bağırmaya başladı.

 

"Açın kapıyı! İçeride hala birileri var!"

Çaresiz sesi esmerin kulaklarına değerken içindeki hazzı iliklerine kadar hissediyordu. Adalet yerini buluyordu onun gözünde. Belki bu yetmezdi bile ancak idare etmesi gerekiyordu. Kyungsoo'nun asla kendisine bakmayacağını biliyordu ne yaparsa yapsın esmer olan. Bu yüzden de sinirini vücudundan intikam gibi yollara başvurarak atabiliyordu ancak.

Şeytani bir sesle konuştu içeriye doğru diğerini daha da kızdırmak adına.

"Bana bulaşmayacaktın Sehun."

"Jongin aç şu kapıyı!"

Kitli kalan hala kendini kurtarmak adına uğraşırken aynı anda öfkeden kıpkırmızı olmuştu. Diğerinin nasıl bu kadar çocukça davranışlar sergileyebildiğini anlayamıyordu. Aynı yaşta değiller miydi bunlar?

"Üzgünüm Sehunnie cezanı çekmelisin."

Jongin'in içindeki şeytanı uyandırdın Oh Sehun ve herkesi bununla başa çıkmak zorunda bir hale getirdin.

***

Kantinde sıcak çikolatasını yudumlayan esmerin aklından tonla düşünce geçiyordu aynı anda. Acaba yanlış bir şey mi yapmıştı? Bir insanı sırf sarf ettiği cümlelerden dolayı böylesine bir hale sokmakta sorun yok muydu?

Sonradan aklına geldi asıl sebep Jongin'in. Onu söylediklerinden cezalandırmamıştı ki. Sarışını aşık olduğu çocuğun kalbini kırdı diye tıkmıştı oraya. Şimdi düşününce pişman da değildi aslında. Belki haksızlık ettiğini düşünüyor olabilirdi. Sonuçta kimse ona anlatmamıştı durumu ancak gözünün önündekini göremeyecek kadar kör olması da aptallıktı.

Kalbinde büyümeye başlayan rahatlıkla içeceğini yudumlamaya devam etti sorunsuz bir şekilde. Fakat unuttuğu bir şey vardı: Arkadaşlarına haber vermek. Hemen önüne gelen ilk numaraya tıkladı rehberindeki. Zaten çok az insanın numarasına sahipti. Telefonda konuşmayı sevmezdi. Birine ulaşmak istiyorsa yüz yüze olmak her zaman en iyi seçenekti onun için.

Birkaç dakikalık konuşmanın ardından Chanyeol herkese haber vereceğini söylemişti. Ayrıca baya da azarlamıştı küçüğü. Böyle şeyler yapıp onları korkutmamalıydı. Bütün o öfkesi dindikten sonra ona Luhan hyungu aramamasını çünkü onu çoktan gördüğünü anlattı küçük olan. Aramayı bitirdiklerinde sarışın hyungundan bir mesaj geldiğini fark etti geç de olsa. Telefonu sessizde kaldığından duymamıştı diğerinin gönderdiği şeyin bildirimini

Geç kalacağı yazıyordu kısa mesajda. Bu da beklemek zorunda kalacağı anlamına geliyordu. Herhangi bir işi olmadığından beklemek sorun teşkil etmiyordu Jongin adına. Hem dün gecenin stresini de atacağı için memnundu. Fakat telefondan kafasını kaldırdığı an kahverengi bir çift gözle karşılaşmıştı ona bakan. Bir süre birbirlerine odaklandılar. Diğeri durumun farkında değil gibiydi. Sanki kaybolmuştu esmerin güzelliğinde. Sonunda ne olduğunu kavrayabildiğinde aniden başka yere çevirmişti bakışlarını.

Kyungsoo fark edilmenin utancıyla kızarmaya başlarken esmerin aklında çok farklı şeyler dolanıyordu.  Boncuk gibi olan gözlerin zihninde çağrıştırdığı düşünceler onların Sehun'a nasıl baktığı ve kendisinden nasıl kaçtığı idi. Olayı tamamıyla yanlış yorumlamakta üstüne yoktu Jongin'in. Öfkesi bedeninde hakim olmaya devam ediyordu hala.

O pis duygunun etkisiyle yerinden kalktı ve diğerinin bulunduğu kantin sırasına ilerledi hızla. Kolundan tutarak kendisine bakmasını sağladı zorla. Gözlerinde hem şaşkınlık hem de bunu beklediğini belli eden bir bakış vardı. Elinin sıkıca sardığı kolundan çekmeye başladı uzun olan. Gelmemekte diretiyordu diğeri ama ona karşı hiçbir şansı yoktu.

Küçüğün sürüklemelerinin sonu gelmeyecek gibi gözükürken çatıya çıktıklarını anlayabilmişti sonunda kısa olan. Diğerinin neden böyle davrandığını çözemiyordu. Canını yakması için hiçbir sebep yokken niye sert tavırlar sergiliyordu?

Sonunda kızgınlıkla atılan adımlar ve onu takip eden iki minik ayak durduğunda kolunda hala bir el vardı Soo'nun ancak o kadar sıkı değildi artık. Diğerinin istediği yere varmışlardı. Daha fazla canını yakmamın bir anlamı yoktu bundan sonra.

"Ne yapıyorsun?" diye kızgınlıkla bağırdı büyük olan. Kolunun moraracağını şimdiden hissediyordu.

"Neden haber vermeden gittin?" dedi Jongin onun dediğini görmezden gelerek.

Duyduğuyla içinde kopan fırtınanın sebebini bulmaya yaklaştığını biliyordu kısa olan. Ancak cevapların getirisi öylesine korkunçtu ona göre bundan kaçıyordu arkasına bile bakmadan. Kimleri yaraladığını umursamıyordu bu yolda. Bütün suçu hayata atıyordu kendisinin seçimleriyle şekillendiği. Halbuki ne kadar da yanlıştı düşünceleri!

"Kyungsoo şu anda o aptal düşünme sürecini kaldıramam. Tek ihtiyacım olan cevap vermen! Lütfen, Tanrı Aşkı'na lütfen!" diyerek sarstı bedenini küçüğün yeterince sarsılmamış gibi.

Fakat bu hareketlerini diğerini uyandıracağını sandığından yapıyordu. Öyle de olmuştu. Kyungsoo sonunda içinde boğulmak üzere olduğu düşüncelerinin içinden kurtulmuş, ayak üstü gördüğü rüyanın etkisinden çıkmıştı.

"Sen kim oluyorsun da bana böyle davranıyorsun? Uzak dur benden." dedi ve üzerindeki elini itti esmerin. Şaşkın olduğundan elleri kolaylıkla düşmüştü iki yanına.

"Bir daha bana dokunma. Ayrıca peşimi de bırak. Beni evine götürmüştün. Neden? Beni sadece uyandırabilirdin. Yoksa benden istediğin başka bir şey mi vardı? Zenginliğine kapılıp seninle yatmamı mı bekliyordun?"

***

Pişmanlık.

Ne kadar basit, işlevsiz bir kelime duygularını ifade etmek için. İçinde fokurdayan volkanları, vicdanının ve beyninin el ele tutuşup benliğine isyan etmesini anlatmaya çalışan basit bir sözcük sadece.

Hiçbir suçu olmayan Jongin'e neden öyle davrandığını bile bilmeyen Kyungsoo, karanlık sokaklarda gölgesinin izini takip ederek yürüyordu tek başına. Yapılacak bir şey yoktu. Yapabileceği bütün hataları zaten yapmıştı hem de tek gün içerisinde.

Düşünmeden, ağzından nefretle çıkan sözlerle gözleri dolan ve o öpülesi dudağı tir tir titreyen Jongin'i çatının dondurucu soğunda bir başına bırakmıştı. Tam bir gerizekalı olmalıydı. Neden ona bağırdığını kendine açıklayamıyordu bir türlü.

Kolunu sıktığı için dedi iç sesi.

Peki neden kolunu sıkmıştı?

 

Çünkü en ufak bir haber kırıntısı vermeden onu bırakıp gitmişti. Yani hatalı olan yine kendiydi. Kafayı yemeye başladığını düşünüp Sehun'u geçirmeye başladı aklından belki sakinleşir diye ancak her gözünü kapadığında kalın dudaklar, yanık ten ve hepsinden de önemlisi derin, siyaha bürünmüş gözler beliriyordu düşüncelerinde.

Jongin hayatına girdiğinden beri her şey daha da karmaşık hale gelmişti. Aşkından bile şüphe ediyordu Küçük Kyungsoo. Aklı ne yapacağını bilmediğinden bomboş gibiydi. Fakat yüreği dopdoluydu iki yakışıklı erkekle ve bu da aynı anda çok fazla şey hissetmesine neden olmuştu.

Aynı zamanda bunlarla o kadar meşguldü ki arkasından gelen iki adamı fark edemedi.

"Nereye gidiyorsun güzellik?"

İğrenç derecede boğuk ve titrek ses arkasından ona yaklaştığında hafifçe irkilmişti. Ardından yüzünü duyduğu şeyin iğrençliğiyle buruşturdu istemsizce.

"Yalnız mısın?"

İçinden görmüyor musun demek geçti asi çocuğun. Ama saat geç olmuştu ve adamların içki kokusu ona kadar ulaşıyordu ki bu da eğer onlara bulaşırsa başına bela alacağı demekti. Belki ses vermezsem giderler diye düşünmüştü ilk önce. Halbuki bir kol belini sarınca bunun olmayacağını anlayabilmişti sonunda.

"Seni bırakacağımızı mı sanıyorsun? Bu gece çok eğleneceğiz tatlım."

Yüzündeki o piç gülümsemesini silme isteğini bastıramıyordu Soo. Yine de bunu yapacak gücü olmadığından da haberdardı. İki herif de cüsselilerdi ve onların kilosu kendininkinin iki katına denk geliyordu neredeyse.

Diğer adam onu dar bir sokağa sürüklemeye başladığında karşı koymaya çalışıyordu küçük olan. Çantasını sırtından alıp kenara attı göze iğrenç gelen bir şehvetle. Üzerindeki hırkanın düğmelerini çözmeye başladığında diğer herif de kirli elini bastırdı kalp dudaklara. Çığlığını içine doğru atmak zorunda kalıyordu. Tek hissedebildiği ağzının üstündeki tuzlu tattı. Hırkayı da çantanın yanına attıktan sonra gömleğinin düğmeleri teker teker çözüldü. Diğer işleri sabırsız bir şekilde yaparken bunu ağır ağır yapıyordu sanki ya da Kyungsoo'ya öyle geliyordu. Soğuk hava tenine nüfus ettiğinde titremeye başlamıştı. Akmaya hazır göz yaşlarını tuttu sıkıca. Ağlayamazdı, bu adamlara onu kullanırken daha da zevk vermek için ağlayamazdı.

 

Sıradaki düğmenin çözülmesini beklerken adamın ellerinin vücudundan çekildiğini hissetti aniden. Sıkıca kapadığı gözlerini açmaya başladı yavaşça. Göreceği görüntü korkunç da olabilirdi, ne çıkacağı belli olmazdı sonuçta. Belki de adam üstündekileri çıkarıyordu?

Düşüncesi bir anlığına bile olsa tüylerini diken diken etti Soo'nun.

Karanlıkta bir siluet gördü o an. İki adamı da dövüyordu öldüresiye. Pislik tecavüzcüleri öbür tarafa yollamadan önceki son darbeyi indirdikten sonra yerdeki çanta ile hırkayı alıp diğer çocuğa doğru ilerledi. Yeni kurtulmuş olan ise kıpırdayamıyordu bile.

 

Tam önünde duruyordu. Sıcak nefesini yüzüyle buluşuyordu kahramanın. Güzel suratı öfkeyle kızarmış ve kasılmıştı. Yine de hiçbir yerinde bir hasar varlığı yok gibi gözüküyordu. İki kişiyle kavga edip yara almadan çıkmıştı neredeyse. Bu kendisinin hayatta yapamayacağı bir şeydi Kyungsoo'ya göre.

Aniden çocuk daha da yaklaştı önündeki beden ve hiç bırakmak istemiyormuş gibi sarıldı. Diğeri de ona karşılık vermişti hiç vakit kaybetmeden. Elleri zar zor kurtarıcısının belinde birleşse de sorun değildi ikisi için de. Birbirlerinin güven veren kokusunu içine çekebildikleri sürece hiçbir şey sorun değildi.

Ve Kyungsoo o ana kadar hala titrediğini fark etmemişti.

"Hadi gidelim Soo."

Ufak bir baş sallamanın ardından el ele tutuşarak ilerlediler arkalarına bakmadan.

***

 

Tekrar Jongin'in evine gelmişlerdi. Bir bebekmiş gibi küçüğü yavaşça koltuğa götürdü, hala titremekte olan bedeninin üzerine battaniye örttü. Sonra da mutfağa yöneldi. Birkaç dakika beklemenin ardından elinde üstünden duman çıkan bir bardakla geldiği görülmüştü. Bitki çayı getirmişti.

İlk önce çayı eline vermeyi denedi fakat diğerinin tutamayacak halde olduğunu fark edince bardağı yanlarında duran sehpaya koydu dikkatlice. O sırada var olduğu yeni anlaşılan aralarındaki sessizlik çok sinir bozucuydu ikisine de göre. Bu yüzden konuşmayı denemeye karar verdi Kyungsoo.

"S-sen n-nasıl beni buldun?"

Dişleri takırdadığı için doğru düzgün konuşamıyordu hala. Aklında olanlar geldiğinde bir daha da konuşası gelmiyordu açıkçası. Fakat Jongin'le bu şekilde oturmak gerginlik yaratıyordu.

Derin bir iç çekti esmer olan. "Markete gitmiştim. Giderken o adamlardan birisini o sokağa girerken gördüm."

Aklına gelen düşüncelerle dudaklarını birbirine bastırdı ve yumruklarını sıktı, sinirli olduğu hala belliydi. Belki de Kyungsoo eve götürülmek için bekliyor olmasaydı o herifleri çoktan öldürmüş olurdu.

"Normalde o adamların peşinden gitmeyecektim ancak geçen sefer Chanyeol bu adamaların bir çocuğa saldırdığını görmüş ve müdahale etmiş. Ben de yine aynı şeyi yapacaklarını düşündüğümden peşlerinden gittim. Sana yemin ediyorum Kyungsoo, eğer sizi daha kötü bir pozisyonda görseydim o adamları kendi elimle öldürebilirdim."
Durdu. Daha fazla devam edemeyecekti.

Kyungsoo ise ne yapacağımı ya da düşüneceğimi bilemiyordu artık. Söyleyebileceği tek ve en mantıksız şeyi söyledi o yüzden.

"Teşekkür ederim Jongin."

Jongin bir süre ona baktı. Gözlerinde merhamet ile acımadan daha fazlası vardı. O gözler, Soo'yu ne kadar korkutsa da onlara bakmaktan kendini alabileceğimi sanmıyordu. Yusuf'un kardeşleri tarafından derin bir kuyuya atılması gibiydi bu. Fakat onunkisi öylesine ıssız bir yerdi ki kurtaracak kimsesi yoktu atandan başka.

Başını sehpaya çeviren esmer, oradaki çay bardağını alıp artık titremeyen eline verdi. Bardağı alırken küçücük de olsa temas etmişti tenleri birbirine. Bu onun parmaklarını ilk hissettiği zamanki gibi değildi Kyungsoo adına. Artık içindeki bazı şeylerin uyanışa geçtiğini biliyordu. Sadece küçük bir çocuğun elini tuttuğunu sandığı zaman içinde oluşan duyguları hissetmiyordu artık. Adını koyamadığı bu duygular her saniye daha fazla vücuduna işliyordu işin korkuncu.

Bardaktaki son damla da tükendiğinde ayağa kalktı uzun olan. Tam odadan çıkacakken ağızdan kaçan birkaç kelime ikisinin de hiç beklemediği bir şeydi.

"Gitme Jongin, korkuyorum."

Bahsedilen kişi bir süreliğine olduğu yerde donakaldı. Bu itiraf hayatı boyunca duymayı tahmin bile edemeyeceği bir şeydi. İçindeki fırsatı değerlendirmek isteyen taraf baskın çıktığında arkasını döndü ve yorganın altına girip yanına uzandı diğerinin.

Şu anda vücutları birbirlerine yaklaşmaları hatta sarılmaları için uyarı veriyordu üstüne üstlük beyinleri sanki en dip köşelere saklanmış gibiydi. Ancak Jongin arkasını dönüp uyumaya başladığında bütün mantık kavramları geri geldi. Kyungsoo onu korktuğundan odada istemişti. Kendisine sarılarak onu teselli edecek hali yoktu ya?

***

 

Sabah kalktığında karnının üzerinde hissettiği kolla gerinmesi engellenmişti Soo'nun. Ayrıca biri hassas kulak derisine doğru nefes alıp veriyordu. Gözleri yavaşça açılıp havanın geldiği yere doğru döndüğü anda kendini bir çift dudağın karşısında buldum. Dolgun, hafif aralık dudaklar tam önünde duruyordu. Aralarında sadece birkaç santim vardı. O an nereden geldiği belli olmayan(!) sıcak hava dalga çarptı Kyung'un vücuduna.

Bakışlarını zorlukla çekici dudaklardan masum gözlere taşıdı dikkatinin dağılmasını umarak. Kapalı olmalarına rağmen çok güzellerdi kapakların altında ne olduğunu bildiğinden. Yüzüne tam anlamıyla baktığındaysa sadece gözlerinin değil bütün yüzünün çok güzel olduğunu ve kendisine garip bir huzur verdiğini fark etti. Belki de onda da herkesin uyurken kazandığı saflık vardı...

Ona biraz daha yaklaştığında ağzından çıkan bir kelime bedeninin olduğu yere çakılı kalmasını sağladı.

"Kyungsoo."

Karnını saran kolu hemen üzerinden itip ayağa kalktı. Kalbinin olduğu yere elini koyduğunda farkına vardığı düzensiz kalp atışlarını ve nefesini kontrol etmeye çalıştı bir süre. Hangisinin kendini daha çok tedirgin ettiğini bilmiyordu, onu rüyasında görmesi mi yoksa bunun hoşuna gitmesi mi?

Uykusunun ağır olduğunu düşündüğü Jongin hala yerinde yatıyordu. Bir milim bile kıpırdamamıştı. Tanrı aşkına bu çocuğun nesi vardı?! Kısa olanın üzerinde bu kadar büyük bir etki bırakıyordu fakat kendisi rahatça, fosur fosur yatabiliyordu. Acaba bunları bilerek mi yapıyordu yoksa sadece masum muydu?

Kyungsoo bunları düşünmekle meşgulken Bay Mükemmel gözlerini açmaya başlamıştı yeni güne. İlk önce eliyle yanında olması gereken kişiyi aradı. Lakin bulmayınca adını haykırdı biraz ilerisinde kalan, gözlerini doğru düzgün açsa görebileceği kişinin. Oysa duyduğu korku ve şaşkınlıkla kulaklarıı kapadı.

"Buradayım seni şapşal, niye bağırıyorsun?"

Bakışları aradığını bulduğunda onu baştan aşağı süzdü ve açık olan tek gözüyle Kyungsoo olduğunu kendine kanıtlayınca rahat bir nefes aldı. Tamam, bu çocuğun yaptıklarını bilerek yapma olasılığı yoktu özellikle de bu zeka seviyesiyle.

"Acaba daha önceki tecrübelerimizden dolayı olabilir mi?" dedi imalı bir şekilde.

"Belki... Ama bak dersimi aldım ve buradayım, senin yanında!" deyip anında söylediklerini farkına vararak kızardı. Bu sanki Sehun yerine onu seçmiş gibi olmuştu. Ya da öyle anlaşılacak bir şeydi. Ki aldığı karşılık da diğerinin dudağının kenarının yukarı çıkmasıydı.

"Görebiliyorum."

"O zaman beni daha fazla utandırma da aşağı inelim. Acıktım."

"Peki istediğiniz gibi olsun Mr.Do."

Verdiği tepki hafifçe gülümsemesini sağladı küçüğün. Kendisinin patavatsızlık yaptığını biliyordu. Neticede Jongin'in evindeydiler, belki de gitmesini isteyecekti yaşça küçük olan. Fakat onun itiraz etmemesi ve biraz daha fazla vakit geçirebilme olasılığı ikisini de sevindirdiğinden tek bir söz çıkmadı ağzından.

Aşağı indiklerinde kimsenin olmadığını farkına vardı Soo. Yine. Bu kadar büyük bir evin en azından bir hizmetçisi olmalıydı, değil mi? Jongin onu mutfağa götürdüğünde gözleri yerinden fırlayacak gibi açılmıştı. Bu mutfak odasının neredeyse üç-dört katıydı ve belki de evi kadar büyük olabileceğini düşündü. Tanrı aşkına bu evde lokanta mı işletiliyordu?

"Bu ne kadar büyük bir mutfak!"

"Ne?"

Esmer olan aynı Soo gibi şaşkın bakışlarını attı diğerine. Gerçekten burasının ne kadar büyük olduğunun farkında değil miydi?

"Jongin bu ev neden bu kadar boş? Senden başka kimse yok mu burada?" dedi küçük olan konuyu değiştirmek adına. Diğeri hiçbir şeyi farkında değildi sanırım. Ancak onun da sonradan anlayabildiği şeyler vardı. Örneğin Jongin'in yüzünün düşmesi ve bu konunun büyük ihtimalle canını yakması gibi.

"Eğer istemiyor-"

"Annem ve babam yurtdışında. Bende normalde Luhan'larla kaldığım için hizmetçiler annemler yokken buraya uğramıyor."

Gülümsemeye çalıştı fakat ben o gülüşün arkasındaki hüznü, acısını saklama çabasını görebiliyordu. Kendisi de zaten başarısız olduğunu fark edip gülmeyi kesmişti. Aslında daha çok ağlamak ister gibi bir hali vardı. Endişeyle koluna sarıldı onun Soo.

"Jongin, iyi misin?"

 

Başıyla onayladı hafifçe uzun olan. İkisi birbirinden uzaklaştığında devasa buzdolabına yönelmişti küçük adam. İçinde daha adını bile bilmediğim bir sürü şey olduğundan tek bildiği şeyi çıkartıp tezgaha koydu.

"Yumurta mı kıracaksın?" diye yanıt geldi ona yan taraftan inanamaz bir şekilde.

"Evet. Üzgünüm ama dolabınız ne kadar büyük olsa da bir yapabileceğim yalnızca bunlar vardı."

Kahkaha attı diğeri onun bu saflığına ve sevimliliğine. Kendisi elbette çok zengindi, Soo'nun oradaki saçma Avrupa'dan getirilen şeyleri bilmemesi gayet doğaldı ancak bunu ortaya koyuş şekli sansasyoneldi ona göre. Diğer taraf içinse bu hem içimi ısıtan hem de cahilliğin verdiği üzüntü dolu bir kahkahaydı. Fakat o içini ısıtan kısmını daha çok dikkate almıştı.

"İşine yarayacak bir şey var mı istersen çıkarayım."

"Domates ve biber alabilir miyim? Ayrıca kekik, pul biber, tuz, tava ve sıvı yağ."

"Tabii ki."

 

Esmer, onları çıkarmaya gittiğinde geride kalan da ocağı inceliyordu. Oradaki her düğmeye basmasına rağmen bir türlü yanmıyordu. Bu ne lanet bir evdi!

"Ya Kim Jongin bu ocak nasıl açılıyor?" diye bağırdı sesinin bu koca mutfakta ona ulaşmasını umarak. Jongin buzdolabının arkasına saklanmıştı ancak kıkırdadığını duyduğuna yemin edebilirdi.

"Bekle Soo geliyorum şu domatesi de çıkarayım."

O tek kolunu tezgaha dayamış beklerken yan tarafında bir domates görmesiyle arkamı dönmeye çalışmıştı, o sırada diğer tarafıma da tavanın bırakıldığını fark ettim ve arkasında onu tezgahla kendi arasına sıkıştıracak bir şey hissetti.

"Ne yapıyorsun?"

"Bunları koymam lazım. Önde yer kalmadı ben de arkadan koymak için uzanıyorum."

"Söyleseydin ç-çekilirdim." dedi kontrol etmeye çalıştığı ama çoğunlukla başarısız olduğum sesiyle Kyungsoo.

"Seni rahatsız etmek istemedim."

Boynuna üflenen nefesi, kalın sesi ile birlikte kulağına dolmaya başladığında yavaş yavaş tahrik olmaya başladığına dair bir hisse kapılıyordu kısa olan. Ona bu kadar yakın olmak zorunda mıydı ki? Ayrıca elindeki eşyalar çok büyük olduğu için her yeri doldurmuştu ve yaklaşmaya devam ediyordu. Sonunda arkasında ufakça dokunuşunu sezdiği yarı sert şeyle beraber geri çekildi ve diğerini de itti Soo.

"Ta-ta-tamam. Yeter!" dedi nefes nefese.

 

Kızarıklığını saklamaya çalışarak korkuyla Jongin'in yüzüne baktı alttan alttan. Oldukça sakin gözüküyordu kendi aksine. Belki de sandığı kadar masum değildi?

"Bitmişti zaten." diyip sürahiye yöneldi.

Diğeri ona arkasını döndüğünde ağzını sonuna kadar açıp sessiz bir şekilde bağırmaya başladı. Bu çocuğun aklından ne geçiyordu? Ona işkence etmek bu kadar eğlenceli miydi?

İşkence demişken, aşağı doğru baktı ve az önce kendisine değen şey gibi yarı sertleşmiş olan üyesinin yavaş yavaş inmesini izledi kısa olan. Aslında onda da suç vardı. Niye bu kadar çabuk tahrik oluyordu ki? Çocuk sadece şeyini poposuna sürttü!! Ah! Resmen çığlık atmak, bu evden kaçmak istiyordu.

Bu sırada suyunu içmeyi bitiren Jongin ona dönmüştü. Yumurtaların konusunu açtığında aklı dağılmış olan Soo, ilk önce ne olduğunu anlamasa da ardından hemen işe koyuldu. Doğru onun için bu kadar strese girmişken yumurtları yabana atmak olmazdı değil mi?

O yumurtaları hazırlarken delici, sinir bozucu bakışları üzerinde hissedebiliyordu hatta elle tutulacak haldeydi. Her ne kadar görmezden gelmeye çalışsa da ne yazık ki işe yaramıyordu.

Omletleri hazırlayıp tabağa koyduğunda bir eline tabağını öbür eline de tuzu alıp masaya geçti sessizce. Jongin'de tam karşısına oturmuştu hemen zaten. Tabağına odaklanıp deli gibi aç olan karnını bir parça omletle doyurmaya çalışan Soo dışarıdan nasıl gözüktüğünü umursamıyordu bile o an. Başarılı olamayacağı en başından belli olsa bile denemek güzeldir.

Omlet bittiğinde Jongin'e kaçamak bakışlar atmaya başlamıştı çaktırmadan. O hala bitirmemişti. Acaba kendisi mi çok açtı yoksa diğeri beğenmemiş miydi?

Salak Soo içine abuk subuk malzemeler koyarsan çocuk beğenmez tabi! Sen açsın diye her haltı koydun omletin için bir de yüzsüz gibi doymadığını mı söyleyeceksin? Düşünceleri aklında bin bir türlü dolanırken Jongin konuşmaya başladı.

"Bence biz bunla doyamayız."

"Ne?"

"Diyorum ki bu çok az. Yetmez bize. Sırf bakarken bile daha çok istiyorum. Bitirmemek için yavaş yiyorum ama olmuyor. Sence ramen de yapsak mı?" dedi ve kafasını yemeğinden kaldırıp bana baktı. Bu çocuk akıl okumayı kimden öğrendi ki? Aynı şeyleri aynı anda düşünüyorlardı resmen. İçine bir sevinç doldu anında Soo'nun. Demek daha fazla yiyebileceklerdi?

Ramenleri hazırlamak için ayağa kalkan kısa çocuk tek elle durduruldu.

"Ben yaparım. Arkadaşlarım şu ana kadar yedikleri en iyi rameni benim yaptığımı söylerler."

Aman ne marifet! Diye geçirdi içinden minik çocuk. O da güzel omlet yapıyordu! Arada ne fark vardı ki?

"Yap da görelim. Az laf çok iş." dedi pis pis sırıtarak. Aynı sırıtışın daha seksi olanını aldıktan sonra Jongin'in ramen yapışını izlemeye başladım.

Mutfağa hakim olduğu çok belliydi. Kendisi gibi bu koca mutfakta kaybolmak yerine bütün malzemeleri eliyle koymuş gibi buluyordu. Aslında onu izlemek bayağı eğlenceliydi de. Büyük ihtimalle açlığın verdiği bir acelesi vardı fakat bu onun asla bocalamasına sebep olmuyordu. Biberleri ustalıkla kesişini ve havuçları müthiş doğrayışını gördükten sonra bu yemeğin gerçekten lezzetli olacağını anlamıştı Soo. Ağzının suları şimdiden akmaya hazırdı.

"Ağzına sahip çıksan iyi edersin daha işimi bitirmedim."

"Ukala." diye mırıldandıktan sonra yerine oturdu ve ona bakma isteğini yok etmeye çalıştı beyaz tenli.

Kısa bir süreden sonra önüne bir tabak konulduğunda korkmuş, refleks olarak diğer yanına bakmıştı. Jongin kıkırdayarak tabağı koyduğu taraftan yerine geçti. Bugün daha ne kadar rezil olabilirim acaba diye düşünen Soo, bir anda burnuna dolan müthiş bir kokuyla her şeyi unutmuştu. Kokunun sahibi ise aç karnımı daha da acıktıran ramendi. Bir Jongin'e bir ramene baktı. O da aynısını yapıyordu. İlk önce kimin başlayacağı belliydi ama bunu erteleyip en azından gururunun hepsini yerler altına almamaya çalıştı.
Sonra ise aç bir kurt gibi önündeki müthiş yemeğe saldırdı kalp dudak. Gözü ondan başka bir şey görmüyordu. Hatta karşısındaki kahkahalar atan Jongin'i bile.

"Yavaş ye Soo boğulacaksın. Nasıl olmuş beğendin mi?" diye sordu imalı bir tonla.

"İnan bana çok kötü bir çocuksun ama şu arkadaşların -her kimse- gerçekten haklıymış. Ellerine sağlık Jongin, ramen müthiş ötesi olmuş." dedi ona bakarak ve kocaman gülümseyip kalp dudaklarıyla karşısındakini etkisi altına alarak.

Bir dakika!

Yanlış mı görüyordu yoksa Jongin kızarıyor muydu? Hem de onun önünde! Gözlerini kırpıştırmaya ve önündeki şeyin gerçek olup olmadığına kendini inandırmaya çalıştı bir süre Kyungsoo. Gerçekten kızarıyordu ve bu inanılmaz derecede yakışıklı olan suratı yetmezmiş gibi ona bir de tatlılık eklenmesini sağlıyordu.

Hemen bakışlarını ondan ayırıp yemeğine geri döndü kısa olan. Eğer daha fazla ona baksaydı AİGOO diye bağırıp yanaklarını sıkabilirdi ve bu şu an için doğru bir hareket olmazdı. Yemeklerini afiyetle yedikten sonra ikisi de okul için hazırlandı. Tam kapıdan çıkıyordular ki aklına bir şey geldi kısa olanın.

"Jongin bence okula beraber girmemeliyiz."

"Neden?"

"Çünkü bu iki taraf içinde iyi sonuçlar doğurmayabilir. Bizi birlikte gelirken görürlerse aramızda bir şeylerin olduğunu düşünebilirler. Ben önden gidiyorum." Dedi Soo diğerinin cevabını beklemeden.

Fakat arkasına dönüp baktığında uzun olanın - ne kadar belli etmek istemese de- yüzünün düştüğünü ve üzüldüğünü fark edebiliyordu. Geri dönüp onun sırtını sıvazlayıp tekrar yoluna koyuldu kısa olan.

***

"Luhan." dedi tanıdık bir ses.

Arkasını döndüğünde arkadaşlarını kendisine doğru gelirken görmüştü sarışın olan. Endişeli gözüküyorlardı ve o da bunun nedenini çok iyi biliyordu ne yazık ki.

"Neredesin sen? Dün işe gitmiyorsun sanıyordum."

"Hiç sorma Yixing, başıma gelmeyen kalmadı. Tabi bana ne olduğunu en iyi Jongin bilir!" diyerek ekledi sinirli bir sesle.

"Neden?" dedi Jongin şaşırarak. Yaptığı herhangi bir şeyi hatırlamıyordu hatta dün kantine gelmeyen de büyüğüydü ancak şu an yüzüne tutulan alev saçan bakışlar korkmasına neden olmuştu. Lu her zamanki yerlerine otururken birkaç saniye sonra diğerleri de ona katıldı.

"Eee siz ne yaptınız?"

"Dün bizim için de biraz haraketli bir gündü." Chanyeol sıkıntılı bir şekilde iç çekti. Daha önce onu hiç böyle görmeyen üyeler tedirgin olsalar da başına bir şey gelen sadece o değildi.

"Aynen." diye onayladı herkes Yixing hariç.

Unicorn diğerlerine bakıp neler olduğunu anlamaya çalışıyordu fakat anlaması şimdilik mümkün değil gibiydi. Tam o sırada yanlarında duyulan ağır erkek kokusu, masada oturanların o tarafa dönmesini sağlamıştı. Onlar geçiyordu. Bütün okul onlara bakıyordu dikkatlice hatta kantindeki sesler bile kesilmişti. Ancak onların kimseyi gördüğünü ya da taktığını sanmıyordu Luhan. Hepsi birbiriyle şakalaşmakla ve gülmekle meşguldüler çünkü.

Tam başını çevirecekken ilginç bir şey oldu. Sehun bir anda kolunu Kyungsoo'nun omzuna attı ve bariz bir şekilde küçük çocuğun kızarmasını sağladı. Bu minik sahne yanlarındakilerin birbirlerine vurup diğer ikisiyle dalga geçmesine neden olmuştu.

Öte yandan Luhan o sırada elindeki bardağı sıkıca tutarken Jongin çoktan kendi elindekini kırmıştı bile. Bütün eli kan revan olmuştu sadece saniyeler içerisinde. Herkesin dikkati yeni gelenlerden çekilip Jongin'e yoğunlaşmıştı bir anda. Burada kalmaya daha fazla dayanamayacağını hisseden sarışın Jongin'i diğer elinden tutup çıkardı.

"Üzgünüm hyung." Dedi esmer çıktıktan sonra. "Sadece biraz sinirlendim."

Biraz mı? Demek üzereydi ki onunla dalga geçecek halde olmadığı aklına geldi çünkü o on saniye gecikseydi bardağı kıran kendisi olacaktı.

"Önemli değil Jongin-ah. Hadi revire gidelim."

"Ben oradaki hemşireyi sevmiyorum Lulu Hyung biliyorsun. Senin ilk yardım malzemelerini kullansak?"

"Ama onlar yeterli olur mu ki?" dedim çaresiz bir sesle.

Jongin içten bir şekilde gülümsedi.

 

"Olur olur. Hadi gidelim"

***

"Önemli bir şey yoktu. Gerçekten." dedi kafeteryaya ilerlerken.

"Yalan söyleme bana Sehun! Neden dün haber vermedin peki gelmeyeceğini?"

"Ben... Hadi ben haber vermedim, evden bile çıkmayan Kyungsoo niye haber vermedi? Niye hep beni suçluyorsunuz ki?" son cümleye doğru sesi iyice alçalmıştı bir diğer sarışının. Çünkü planının işe yaradığını görüyordu. Bütün dikkati Kyungsoo'nun üzerine çekmişti.

 

Kendisine doğru yöneltilen şüpheci bakışları 5 saniye kaldırabilen Kyungsoo pes ederek yere, ayaklarının ucuna, bakmaya başladı. Bu sırada kafeteryaya girdiler ve bütün gözler anında onlara döndü. Aslında kendi gözleri ve kalbi Luhan'ı aramasını  söylüyordu Sehun'a ama beyni durmasını ve önüme bakmasını emretmişti. O, arkadaşlarının konuştuğu konudan birkaç saniye uzaklaşmışken diğerleri artık tamamen ayrı bir konudan bahsediyordu.

  
"Demek Jongin he?"

  
"Evet Kyungsoo ve Jongin'i dün beraber görmüşler."

  
Ne? Kyungsoo ve Jongin mi? Birbirinden bu kadar zıt iki karakter nasıl beraber olabilirdi ki? Kyungsoo'yu çok seviyordu sarışın olan, onun için çok değerliydi ve esmerin onun kalbini kıracağını düşünüyordu. Ama eğer dün Jongin olmasaydı Luhan'la vakit geçiremeyecek, onu bu kadar iyi tanıyamayacaktı. Ayrıca Luhan o serseriye değer veriyordu ki bu sayede daha da yakınlaşabilirlerdi. Hem eğer Kyungsoo ondan hoşlanıyorsa herkese de saygı duymak düşerdi.

 

Kolunu aniden Soo'nun omzuna attı Sehun.

"Jongin ve Kyungsoo çiftini destekliyoruz beyler! Kyungsoo fighting!"

Kyungsoo çok tatlı bir şekilde kızardı. Bu da onun boş olmadığı anlamına geliyordu. O sırada bir kırılma sesi duyduldu. Sesin geldiği yöne döndüğüklerinde elinde kırık cam bardakları olan ve eli yavaş yavaş kanamaya başlayan bir çocuk gördü herkes.

 

Jongin.

 

Tam onlara doğru harekete geçip ne olduğunu soracakken Luhan'ın ayağa kalktığını ve eli kanayanı dışarı çıkardığını gördü Sehun. Neden Jongin'i o dışarı çıkarmıştı ki? Peki ya onun bardağı kırmasına ne demeli?

 

Kimse onların peşinden gitmiyordu. Sanki Luhan ve Jongin ayrılmış, sarışın olan da hala diğerinin peşinden koşuyor gibiydi Sehun'un gözünde.

 

"Merak etme Soo sadece revire götürmüştür."

 

Hemen kolu hala omzunda olan çocuğa döndü sarışın olan. Gözünden yaşlar süzülüyordu ve endişe parıltıları yer etmişti bakışlarında.

 

"Emin misin hyung?" dedi çatlayan sesiyle.

 

"Eminim tabii ki.Bana güvenmiyor musun?"

 

Soo yavaşça kafasını salladı ve elinin tersiyle göz yaşlarını sildi. Gözleri kızarmıştı. Gerçekten o çocuğa değer veriyor olmalıydı. Çünkü Do Kyungsoo hiçbir zaman kolay ağlayan biri olmamıştı.

 

Yemeklerini yerken altısının da bakışları diğer masaya gidip geliyordu. Çıkan ikili hala gelmemişti. Soo'nun ise her o masaya baktığında gözünden bir damla yaş süzülüyordu. Sonunda yemekler bitirildiğinde masadan ilk ayrılan Tao oldu. Hızlı bir şekilde dışarı çıkmıştı.

 

Ondan iki üç dakika sonra ise anormal derecede uzun boylu sarışın çocuk da elinde yiyeceklerle dışarı çıktı. İsmini YiFan diye hatırlıyordu Sehun fakat o anda umurunda bile değildi. Tek önemsediği yiyecekleri Luhan ve Jongin'e götürüyor olma olasılığıydı. Onların gelmelerine dair son umut da yok olduğunda bütün okul kendi masasına döndü ve yemeğine devam etti.

***

Sehun'dan Jongin'in derse girmediğini öğrenen Kyungsoo, göz yaşının onca saattir nasıl bitmediğini merak ederek revire koştu. O çocuk için neden ağlıyordu ki? Hem de Sehun'a onu sormuştu. Şimdi gerçekten ondan hoşlandığını sanacaktı.

 

Belki de hoşlanıyorumdur.

 

Ama o Sehun'a aşıktı hem de yıllardır. Aynı anda iki kişiyi sevemezdi, bu mümkün değildi. Peki neden hisleri bu yöne doğru uzanıyordu? Neden onun canı acıdığında kalbi ateşlerin içine atılmış bir demir gibi şekil alıyordu?

 

Eğer oraya girerse saatlerdir bir türlü tutmayı başaramadığı göz yaşlarını tutamayabilirdi fakat girmezse de meraktan çatlardı ve daha çok ağlardı büyük ihtimalle. Jongin adına bu kadar çok göz yaşı döktüğüne inanamıyordu hala. Hayatında hiç bu kadar ağlamadığına yemin edebilirdi.

 

Sonunda oraya girmeye ve onunla yüzleşmeye karar verdiğinde eli tedirgin bir şekilde kapı koluna. Kaybedecek neyi olabilirdi ki?

 

Gururum diye düşünse de bir an, ardından hemen kendini susturmuştu: Kyungsoo bunu sırası değil!

 

Kapıyı hafifçe aralayıp içeri girdi sessizce. Gözleri hemen odanın içini taramıştı. Hemşirenin burada olmadığı belliydi. Luhan da yok gibi gözüküyordu. Jongin... Peki, o neredeydi?

 

Bu sırada gözüne çarpan küçük perdeye doğru ilerledi kısa olan. Perdeyi araladığında orada yattığını görmüştü bütün gün onu ağlatan kişinin. Uyuyordu. Uyurken ne kadar sessiz ve huzurlu gözüküyordu. Normalde olduğunun tam tersiydi Soo'ya göre. Daha sabah bu halini gördüğünü aklına getirirken olayların nasıl olup da bu hale geldiğini çözmeye çalışıyordu ancak onu izlerken yüzüne konan gülümsemeye her halükarda karşı koyamıyordu ne yazık ki.

 

Ona doğru yürümeye başladı kelebek kadar hafif adımlarla. Yaklaştıkça kalp atışları da hızlanıyordu. Yanına geldiğinde ise o kadar hızlı ve sesli geliyordu ki kendisine onu uyandıracağımdan korktu bir an. Ama o mışıl mışıl uyumasına devam etmişti aynı sabahki gibi.

 

 

Sonra eline bir şey değdi Kyungsoo'nun. Ona baktığında bir bandaj olduğunu gördü ve korku dolu bir nefes kabul etti ciğerlerine. Bütün eli bandajla kaplıydı. Yan taraftaki malzemelere bakılırsa dikiş de atılmıştı. Gözünün kenarından yine sıcak bir su damlası aktı küçüğün. Elinin tersiyle o damlayı sildi hırsla ve gitmeye karar verdi. Eğer bu çocuğa daha fazla bakmayı sürdürürse hüngür hüngür ağlayabilirdi. Tam kapıyı açtığında arkasından gelen bir sesle irkildi.

 

"Ağlama."

 

Arkasını dönmeye korkuyordu kısa olan. Onun ne zamandan beri uyanık olduğunu ve neden kendini belli etmediğini merak ediyordu. Yine de bunları ona sorabilecek cesareti yoktu.

 

"Kyungsoo."

 

Sadece adını söylemesi bile kendisine baştan aşağı elektrik verilmiş gibi hissettirirken nasıl bu çocuğu görmezden gelebilirdi ki zaten? Daha ne kadar korkusunun arkasına saklanacaktı?

 

"Evet?"

 

"Bana dön."

 

Garip bir şekilde, kimsenin dediğine kulak asmayan çocuk, itaat etti. Onun ne yaptığını görünce ona doğru koşmuştu zaten.

 

"Hayır kalkamazsın, dinlenmen gerek!"

 

"Doktorun ne dediğini bilmiyorsun ama." Diye cevap vermişti gülerek Jongin, her şeye rağmen.

 

"Niye uyuyordun o zaman?" diye sordu tepkisine kızarak Kyungsoo.

 

"İlk olarak uyumuyordum sadece uzanıyordum. İkincisi yorgundum, biraz dinlenmek istedim. Çok fazla stres beni yoruyor." Son cümledeki iğneleme belki de bugün birbirlerine karşı davranışlarındaki en belirgin şeydi. Ancak Jongin'in dediği küçüğü sinirlendirmişti elbet.

 

"O zaman ben gideyim de sen daha fazla stres yapma!"

 

Kapıya doğru hızlı adımlarla yürüdü kalp dudak. Emindi yaptığından. Bu sefer kimsenin onu durduramayacağını düşünürken aniden bir çift kol beline dolandı. Ah nasıl da iyi hissettiriyordu onun esmer, kaslı kolları arasında güvende olmak!

 

"Gitme Kyungsoo. Lütfen gitme."

 

Normalde onu umursamazdı ki hala da içindeki tereddütleri onun söndürebileceğini sanmıyordu. Zaten durmasını sağlayan da o değildi. Kendiydi. Gitmek istemiyordu. Ama neden?

 

Seni bırakmak istemiyorum ama ikimizin de bildiği bir gerçek var.

 

"Jongin ben Sehun'dan hoşlanıyorum ve sen de bunu biliyorsun, lütfen üsteleme."

 

"Soo son günlerde yaşadıklarımız senin için hiçbir şey ifade etmiyor mu?"

 

Tabii ki ediyordu! Bu da ne biçim soruydu böyle? Etkilemese burada, onun kolları arasında olur muydu ki? Fakat bunu ona söyleyemezdi, ümitlenmesini ve kendisine aşık olmasını istemiyordu çünkü. Senin canın yansın istemiyorum, benim gibi.

 

"Üzgünüm Jongin." Gerçekten üzgünüm.

 

Esmeri orada bırakıp kendini koridora attı ve arkasına bile bakmadan koştu koşabildiği yere kadar. Böyle olmasını istemezdi. Ancak ikisi içinde en iyisi buydu.

-Azra

Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
No comments yet