Part 1

Give Me Permission

"Ciddi misin?" Diye sordu emin olmak için son bir kez.

"Evet çok ciddiyim. O yeni çocuk Sehun bizim sınıftaydı."

Jongin başını sıkılmışçasına iki yanına salladı ve karşısındaki arkadaşına baktı artık inanması gerektiğini düşünerek. Dakikalardır burada Chanyeol'a sarışının kendiyle aynı yaşta olduğunu anlatmaya çalışıyordu ancak diğeri ısrarla bunu inkar ediyordu.

"O çocuk birinci sınıfta olmak için büyük gözükmüyor mu? Acaba sınıfta mı kaldı?"

En yakın arkadaşının ortaya attığı teoriyle gözlerini devirdi esmer çocuk. Bazen uzunun böylesine saf olabilme yeteneğine hayran kalıyordu.

"Saçmalama Yeol. Büyük gözükse ne fark eder. Bende Min Seok hyungdan büyük gözüküyorum. Ama o okulun en büyük öğrencisi bense birinci sınıfım."

"Haklısın. Bu arada söylemeyi unuttum. Şu Kyungsoo mudur nedir onla Yi Tae bizim sınıftalarmış." Diyerek alay edercesine bir tonda konuştu.

"Zi Tao olmasın o."

Ancak Jongin onun basit bir ismi bile aklında tutamamasına gülerek arkadaşını daha da kötü bir hale düşürmüştü. Kaşlarını çatıp dudağını da büzerek ona doğru bakan uzuna dil çıkardı istemsizce.

"Aman her neyse işte. Yalnız şu Kyungsoo -belli etmese bile- çok zeki bir çocuk. Derste en zor soruları rahatlıkla bildi, ayrıca Bayan Choi'den aferin lafını duyduk. İlk defa. Onun sayesinde."

Yeol'ün en başlarda abarttığını düşünen esmer, yalnızca yarım dönemdir dersine girdiği fakat on yıllar geçmiş gibi gelen hocanın adını duyduğunda gözlerini kocaman açarak diğerine baktı. Eğer Bayan Choi'nin takdirini kazanmışsanız geri kalan seneleri okumanıza gerek yoktu, direk mezun olup okulu zirvede bırakabilirdiniz.

"Zaten burslu değil myidi o?"cevap verdi zorlukla konuşarak. Hala üzerindeki şaşkınlığı atmaya çalışıyordu acemice.

"Evet ya! Cidden öyleydi."

Duyduğu şeyle hafif bir aydınlanma yaşayan küçük, kolundaki saate bakarak yaptığı planların ne kadar çok sekteye uğradığını fark etmişti. Telaşla bacağını yere vurarak bir ritim tutturdu ve hemen tüyebilmek için kafasında bahaneler üretmeye başladı.

"Tamam Yeol. Benim şimdi gitmem lazım."

"Nereye?" diye hayal kırıklığıyla sordu biricik arkadaşı. Onun bu ani çıkışı kendinden sıkıldığını düşünmesine neden olmuştu.

"Sevgilimi görmeye." Diyerek hareketlendi Jongin. Bir an önce gitmesi lazımdı yoksa büyük azar işitecekti kendisinden.

"Seni çapkın! Fakat dikkat et oranı buranı ellemesinler."

Koşarak uzaklaştıktan sonra Chanyeol'dan duyduğu son sözler buydu diğerinin. Ancak kulağına ulaşan sözcükleri kavramasıyla hareketleri yavaşlamıştı.

Ne demek istemişti şimdi ona?

Jongin'in buluştuğu kişiyi ya da daha kötüsü esmeri ne sanıyordu ki?

Uzunun kafasında bir problem olduğuna kanaat getirdikten sonra hiç durmadan, aynı hızla devam etmişti küçük. Bu üniversitenin genişliğini hep takdir etmişti ama -belki de geç kaldığından- lanetler okuyordu şu an bütün koridorlara, ona çarpan öğrencilere ve daha nicelerine. Sonunda büyük kapının önüne geldiğinde durabildi amacına ulaşmanın verdiği keyifle. Nefesini düzene sokmaya çalışırken aynı zamanda azar işitmemek adına dua ediyordum. Kendini toparlayıp eski havalı haline döndüğünde kapının kulpunu aşağı indirdi ve içeri girdi.

Yeni çıktığı karmaşanın ardından kulaklarında minik bir uğultu yaratan sessizlik memnuniyetle gülümsemesine neden olmuştu. Hemen adını yazdırıp telefonundan saati kontrol etti. Önünde ona geç kaldığını belli eden bakışlarla bezenmiş kadına mahçupça kafasını eğerek cevap verebilmişti yalnızca. Ardından duruşunu düzeltip sessizliğin hakim olduğu geniş alanda yürüyüp birkaç yerden dönmesinin sonunda her zamanki yerine oturmaya kalkışmıştı.

Kütüphane arkadaşlarıyla buluşmak hariç her anını geçirdiği bir yerdi Jongin'in. Burası sadece ders çalışmak adına uğradığı herhangi bir alan değildi diğer birçok öğrencinin aksine. Bazen kafasındaki sorunları sakince düşünebilme ortamı yaratmak için buraya gelirdi, bazense derslerin yoğunluğunu üzerinden atabilmek için. Ayrıca çok büyük olduğundan kütüphaneye dersten kaçan ya da nadir de olsa ders çalışmaya gelen arkadaşlarından da kaçabiliyordu.

Bu konuda bazı pişmanlıkları olsa bile kimseye söylememişti sevgilim var diyip kütüphaneye geldiğini. Nedeni ise arkadaşlarının ağzı bakla ıslanmazdı. Eğer onlarla bu sırrını paylaşırsa bütün okulun haberi olurdu ve hem herkes ünlü playboy Jongin'in aslında hiç kimseyle beraber olmamış bir inek olduğunu öğrenirdi, hem de -her halükarda yakışıklılığıyla yırtacağından- çoğu kız başına toplanacak ve bu güzel ortamın içine edeceklerdi.

Erkekler tarafından deli gibi kıskanılacağından bahsetmiyordu bile.

Tam artık poposunun şeklini alan yerine geçecekken onun çok yakınında kitap okuyan ezeli düşmanlarından biri olan Soo'yu gömesiyle olduğu yerde kalakalmıştı.

Gitmeli miydi kalmalı mıydı?

Gerçekten dinlenmeye ihtiyacı vardı fakat bu çocuk onu gördüğü an, kendi arkadaş grubunun onları rezil etme çabalarından ötürü bunu koz olarak kullanabilirdi.

En iyisinin oradan ayrılmak olduğuna karar verip arkasını döndü esmer oğlan ancak tatlı, kalın bir ses olduğu yerde kalmasını sağlamıştı.

"Gitmenize gerek yok Jongin-shi. İsterseniz ben gidebilirim"

Hemen az önce dikkatle baktığı kişiye çevirdi kafasını ve hayır anlamında başını iki yana salladı hızla. Onun kendi yüzünden rahatsız olmasını istemezdi. Her ne kadar düşman olsalar da insanların özel alanlarına saygısı olan bir çocuktu Jongin. Keşke niyetini belli etmek isterken kafasını çok sallamasaydı çünkü başı görüntüsünün bulanıklaşmasına neden olacak şekilde dönmüştü. Bu sırada onu dikkatle izleyen Kyungsoo kendini tutamayarak gülmeye başlamıştı.

O an sanki birileri dürtüyordu küçüğün kalbini. Rahatsız edip, diğerinin berrak gülümsemesine odaklanmasını sağlıyordu onu. Gözlerini şaşkınlıkla kırıştırıp kendine ne olduğunu anlamaya çalışan Jongin, Soo'nun onun şirinliğine daha fazla gülmesiyle daha da serseme dönmüştü.

Kendine gel Kim Jongin! Bir gülümsemeyle kendinden geçemezsin.

Kyungsoo gülümsemesini sürdürürken yanına gelmesini işaret etti ona. Zavallı oğlan transta olduğundan itiraz etme şansını elde edememişti ne yazık ki. Bacakları ondan izinsin hareket etmeye başlayarak ilerlemişti her zaman oturduğu yere doğru. Aralarındaki kısa ve aşılabilir mesafe ikisini de rahatsız ediyordu nedensizce.

"Keşke yanıma otursaydın." Dedi Soo mırıldanarak.

Ardından ağzından ne kaçırdığını fark ederek domates gibi kızarmaya başlamıştı zaten. Okulda kendi arkadaşları hariç tanıdığı kimse yoktu ve geçen seferki gibi asosyal olarak anılmak istemiyordu. Yeni gelmesine rağmen rakip oldukları bu popüler çocukla arasını iyi tutarsa belki daha fazla arkadaşı olabilirdi. Fakat onun karşısında daha önce hiç olmadığı gibi kızarıyor, utanıyordu.

Her zaman oturduğu, ne olursa olsun kalkmayı reddettiği yerinden kendine güvenmeyen adımlarla kalkıp diğerinin yanına oturdu uzun olan. Yanındaki sevimli oğlan o kocaman gözlerini daha da genişleterek, dediğini itirazsız yapan adama baktı dikkatlice. Soo'nun kontrol dışı yaptığı bu hareket heyecanlanmasına sebep olmuştu Jongin'in. Başkalarının ağzından çıkanlara, verdiği buyruklara uyan biri değildi ancak diğeri büyücüymüşçesine etkiliyordu kendisini.

"Merhaba."

"Merhaba." Diyerek kafasını önündeki deftere gömdü büyük olan. Diğerini yanına çağırmasına karşın ağzından başka kelime çıkmıyordu lanet olasıca korkusunu yenebilecek.

"Şey.. Ne yapıyorsun?"

Merakından -daha çok konuşma isteğinden- ne diyeceğini bilemeyen Jongin, kütüphanede oturan birine yöneltilebilecek en saçma soruyu sorduğunu düşünüyordu. Kendini lanetlemesi mümkün olsaydı, yerin yedi kat dibine girmek isterdi büyük ihtimalle.

"Aslında şiiri yazıyorum. Yani profesyonel değilim ancak yazmayı seviyorum. Öylesine karalıyorum anlayacağın." Diye cevap verdi diğeri, mahcubiyetle gülümseyerek. Kendini övmeyi seven biri olmamıştı asla. Bu ona göre kendini aşağılamakla eş değerdi.

"Şiir demek... Birkaç tanesine bakabilir miyim yani sakıncası var mı? Yoksa hepsini kendine mi saklıyorsun?"

Esmerin, hemen yanında oturan çocuğa olan ilgisi yavaş yavaş artmaya başlıyordu ki bu olması gerekenden daha korkutucuydu. Hislerini çocukmuş gibi kontrol altına alamaması ve ilk gördüğü kişiden hoşlanması yersiz bir tavırdı kendince.

"Şu anda bakmaman daha iyi olur."

Hafifçe onayladı başıyla tek kelime etmeden. Biraz kırıldığını itiraf etmesi gerekirdi. Yazdıklarının özel olmasını anlıyordu ancak Jongin'in kötü bir niyeti yoktu ki! Sadece ucundan, azıcık, birazcık merak ediyordu. İstemsiz olarak büzülen dudaklarıyla kafasın öne eğmişti hafifçe. Aslında diğerini anlayabiliyordu, yalnızca hayal kırıklığına uğramıştı.

Geçen birkaç saniyenin ardından elinin üstünde bir el hissetmesiyle başını aniden kaldıran uzun çocuk, minik elin sahibine döndüğünde ona samimiyetle baktığını fark etti. Dudakları kendiliğinden kurumuş, kalbi hızlıca çarpmaya başlamıştı bir anda. Uzaydan bile duyulduğuna emindi Jongin. Birinin onda böyle bir etki bırakmasının üzerinden uzun zaman geçmişti, hatta ünlüler dışında hiç böylesine bir çarpıntı hissetmemişti göğsünde. Kalbi onu dövüyor gibiydi; sadece belli bir yeri de değil, bütün vücudunda atıyor, her yerini dayak yemişçesine zonklatıyordu.

Gözünün içine baktı esmer olan bir süreliğine. Oradaki derin anlamı görebiliyordu ya da var olduğunu sanıyordu, o an hiçbir şeyden emin değildi esmer olan. O bakışların ardındaki dipsiz kuyu onu korkutmak yerine içinde boğulma hissi uyandırmıştı eğer varsa. Küçüğün acilen silkelenip kendine gelmesi gerekiyordu. Zihninden geçen tam olarak buydu.

Peki niye hayata geçiremiyordu?

"Kızmana ya da kırılmana gerek yok Jongin-shi. Bir gün beraber okuyacağımıza eminim ama şimdi olmaz gerçekten."

Saf Soo'nun niyeti öbürünü kırmamakken Jongin ne dediği umursamıyordu bile. Daha doğrusu duyamıyordu. Elinin üstündeki pamuk gibi hem yumuşak hem de beyaz el orada olduğu sürece de duyamayacaktı. Kalbi bu kadar sesli atmaya devam ederse ileride hiçbir şeyi duyamayıp sadece onu dinleyeceği konusunda hiçbir şüphesi yoktu hatta. En kötüsü ise hiçbir şikayeti olacak gibi gözükmüyordu.

Dolgun dudaklıya gözlerini dikerek bakmaya devam etti. Fakat göz kırpmadığından göz bebekleri kurumuştu. Diğeri minik, sıcak uzuvunu çektiği an göz kapaklarını açıp kapamaya başlamıştı Jongin deli gibi. Acıyordu!

Aniden tüm kütüphanede yankılanacak ve birçok başın onlara dönmesini sağlayacak içten bir kahkaha duyulmuştu. Kyungsoo.

Ne olduğunu anlamayan esmer, bugün n. kez şaşırmış halde dönmüştü kısa olana.

"Çok tatlısın." Cümlesi çıkabilmişti ancak ağzından. Görevli onlara susmasını işaret ederken ikisinin de aldırıyor gibi bir hali yoktu ne yazık ki çünkü biri karşılaştığı saf tatlılıkla gülmekten kendini tutamazken, diğeri şekilden şekilde girmek üzereydi utancından çok azıcık da heyecanından.

***

Saatlerce konuştular, susmak için vakit bulamadılar. Gülmeye, kızmaya, alınmaya ve en çokta kızarmanın tadına varmışlardı geçen saatler boyunca. İçlerinde tuttukları birçok düşünceyi daha yeni tanıştıkları bu kişiye dökmüşlerdi içlerinden geldiğince. Ta ki Kyungsoo'nun telefonu sessiz kütüphane ortamının içinde huzursuz bir bebek gibi çığırana kadar. Kısa olan izin isteyip gittiğinde yüzünü tokatladı diğeri defalarca.

Ne yapıyordu o şu an?

Biriyle bu kadar uzun konuşmayalı kaç yıl olmuştu?

Ayrıca neden bahsediyorlardı şimdi onlar?

Akıllarına gelen ilk konuyu birbirlerine sunmaya başladıklarında, ondan tam anlamıyla bağımsız bir yerde bitiriyorlardı ve Tanrı şahidim olsun ki hiç ama susmuyorlardı. Sanki yıllarca içlerinde tuttukları o küçük ve sadece kendilerine zararı olan canavarı salıvermiş gibiydiler.

İşin garibi sıkılmak da yoktu kitaplarında, duralım, nefes alalım gibi şeyler akıllarının ucundan bile geçmiyordu. En azından Jongin düşünmüyordu. Hatta onun için durumlar olduğundan çok daha ciddiydi. Eğer sevgilisi yoksa kısa olana kesinlikle çıkma teklifi etmeyi düşünüyordu. Onun gibi birini bir daha bulabileceğine imkan vermiyordu. Gülümsemesiyle farklı evrenlerde gibi hissettiriyordu küçüğü.

Yıldızların üzerine çıkmanın, uçmanın nasıl şeyler olduğunu merak ederdi Jongin eskiden. Bulutlara dokunmanın keyfine varmak isterdi. Ailesiyle kaldığı evde bir teleskopu bile vardı hatta. Ancak o tonla para saydığı, her gece gökyüzüne baktığı alete artık ihtiyaç olmadığını biliyordu. Çoktan ulaşmıştı hayallerine o. Hem de yeryüzünde.

Diğerinin gözlerinde yıldızları görmüş, dudaklarının her kıpırdanışında bulutlara dokunmuş, yüzünün her bir santiminde gökyüzünü keşfetmişti. Başka bir şeye gerek yoktu.

En önemlisi ise sanki onu kendinden daha iyi biliyor gibiydi. Kendiyle ilgili anılarını anlattığında bunları neden yaptığını anlayabiliyor, çoğu zaman ona hak veriyordu! Deli, çocuksu, bencil Jognin'e hak veriyordu. Bu korkunçtu! İnsanın en derin ve bastıramadığı içgüdülerinden biri olan beğenilme, takdir edilme isteğini şişiriyor, kendine iyice bağımlı yapıyordu küçüğe.

Öylesine bir tutkuydu, arzuydu ki bu onu görmeyi bekleyemiyordu bile. Bir an önce konuşmasının bitmesini, yanına gelmesini istiyordu. Onun ilahi sesini dinlemekten daha güzel bir şey yoktu onun için. Eliyle ufak bir ritim tutturmaya başladı sakin kalabilmek ve içindeki heyecanı bastırabilmek adına. Yavaş yavaş sesini arttırdı. Bu sırada Kyungsoo yanına tekrar oturmuştu.

"Melodi sana mı ait?"

"Aslında şimdi uydurdum." Diyerek acemiliğinden utandı uzun olan.

"Gerçekten mi? Bir dakika."

Şaşkınlığı yüzünden okunan kısa çocuk, gözlerini kapatıp kendine düşünme, Jongin'e ise onu izleme fırsatı vermişti. Birkaç saniye sonra ritmine sözler uydurmaya başladı. Diğeri durmuş olmasına rağmen tekrar başladığında kulağa melodik gelen bu güzelim kelimelerin nereden çıktığını merak ediyordu. Sonrasındaysa bunların yazdığı şiirler olabileceğini aklına getirdi.

Aniden küçük olan kafasına dank eden şeyle gözlerini kocaman açtı. Kyungsoo'nun sesi...

Çok güzeldi! Tanrısaldı. Meleklerin katından geliyordu. Ve kanatlarıyla Jongin'in kalbini sarıyordu. Bir insanın bu kadar mükemmel olabilmesi mümkün müydü?

Elleri ritme alışmışken; gözlerini ondan alamıyordu hala. Eskiden beri kendince melodiler uydurmasına ilk defa minnet duyuyordu çünkü bu ona hem bir el çabukluğu kazandırmış hem de diğerinin herkesten saklanması gereken bir yönünü daha açık etmesini sağlamıştı. Karmaşıklaşmaya başlayan hareketleri ve aşkta gittikçe derine aynı anda nasıl başardığını bilmiyordu küçük. Ancak Soo durduğunda kendisi de sakinleşebilmişti bir nebze.

"Sesin... O kadar zamandır konuşuyoruz neden bana ilahi bir sesin olduğundan bahsetmedin acaba? Ayrıca bu sözleri nerden buldun?" dedi cevabını tahmin etse bile Jongin.

Karşısındaki minik şeytan ise belli belirsiz kızarıp onu daha da cehennem sıcağına çekmeye çalışıyordu.

"Teşekkürler. İlham diyelim."

"İlhamını birine mi borçluyuz yoksa hep mi böyleydin?"

Sessizlik.

Kalbi bulunduğu yerde bükülmeye başlamıştı esmerin. Gelecek cevap onun korkularını tetikliyor, uzun zaman sonra dua etmesine neden oluyordu. Elleri terliyor, ayakları endişeyle yere çarpıyordu hızlıca. Fakat bu cevabın gelmeyeceği anlamına gelmiyordu ne yazık ki.

"Sehun."

Tek kelime yeterdi her şeyi özetlemeye. Daha fazlasına ne Jongin'in ihtiyacı vardı ne de diğeri söyleyecek gibi duruyordu.

"Anlıyorum." Çıkabilmişti ancak ağzından.

Diyebileceği bir şey yoktu. Ne diyebilirdi ki kalbinin kırılma sesinden kendi düşündüklerini bile duyamazken?

Bencillik yapamazdı bu güzel varlığa birkaç saatlik aşkını kullanarak. Bu hakka sahip değildi. Özellikle de ona karşı. Sevdiği insanı üzemezdi, onun saf ve el değmemiş yüreğini rahatsız etmemeliydi.

Peki kendininkine ne olacaktı?

Bir bıçak saplanmış gibi kanıyordu, zihniyse hala hesaplamakla meşguldü nasıl bu kadar hızlı kaptırabildiğini. Her şey bir anda simsiyah oldu onun için. Bütün renkler varlığını kaybetmişti sanki zaten varlarmış gibi. Hayatında ona aşkı öğretebilecek tek kişinin başkasına aşık olması adalet miydi?

Komikti.

Gerçekten komikti.

Kendini sonsuza kadar kahkaha atabilecek kapasitede hissediyordu uzun olan. Soo'yu korkutacağını bildiğinden bütün taşkınlığını içinde tutmaya karar vermişti patlayacağına dair güçlü fikirleri olsa da. Sevgili olamayacaklardı nasıl olsa. En azından arkadaş olmalılardı.

"Onun beni sevdiğini sanmıyorum. Bugün..."

"Evet bugün." Diye cevap verdi ısrar ederek. Ona her şeyi anlatmasını istiyordu. Kalp dudakla yakın olmak istemesi sadece fiziksel bir istek değildi. Her anlamda yanında olup ona destek çıkmak tamamiyle içinden geliyordu.

"Bugün arkadaşın Luhan ve Min Seok hyung oturduğumuz yere gelince Sehun'un Luhan'a bakışını gördüm Jongin. Benim ona baktığım gibi bakıyordu."

Yani Jongin'in Soo'ya baktığı gibi.

Derin bir iç çekti esmer. Kocaman bir karmaşanın içine düşmüştü. Nereye gideceğini, kimi seçeceğini bilemiyordu. En sevdiği iki yemek önüne koyulmuş gibiydi ve sadece birini seçmesi bekleniliyordu. Kendisi yalnızca kısa olanın mutluluğu için Sehun'la olmasına izin verebilirdi ancak Luhan'ın da ona karşı boş olmadığını biliyordu. Eğer birini mutlu ederse diğeri olamazdı.

Bu siktiğimin Sehun'da ne vardı? Kendinin göremediği, başkalarını kendine aşık eden?

"Yani bana asla bakmayacağı şekilde."

Aptal diye geçirdi içinden. Böyle bir çocuğu nasıl görmezdi?! Saf mükemmellik yanında duruyordu ve o başkalarına mı bakıyordu?

Fakat baktığı kişinin en yakın arkadaşlarından biri olan Luhan olduğu aklına gelince duraksıyordu çünkü hyungu her zaman en iyisini hak ederdi. Sorun o sarışının büyük ihtimalle en kötüsü olduğuydu.

Kısa ve sarışın olanla uzun ve esmer olanın arasında özel bir bağ vardı. Birbirlerini çok sever ve değer verirlerdi. Ayrıca başı derde girdiğinde Jongin'i koruyan hep o olurdu. Vücudu ile yüzü beş yaşından beri pek gelişmemiş olsa da bir bakışı bütün okulu titretirdi. Bunun nedeninin de ikinci sınıfta karıştığı bir kavga yüzünden olduğunu öğrenmişti esmer olan. O günden beri herkes Luhan ve Min Seok hyungdan korkardı. Ancak olay bir sır gibi saklanırdı nedense.

Luhan ve Min Seok o konu hakkında konuşmak istemiyordu. Yixing ve Chanyeol konuyu bile bilmiyordu. Tek seçenek Wufan'dı fakat o da inatla söylemiyordu. Böylesine saçma sırlarla dolu bir grupta olduğundan mutluydu Jongin. Anormal oluşunu diğerlerinin daha beter oluşuyla saklayabiliyordu.

Halbuki Luhan böylesine katı ve garip bir şekilde korkutucu olsa bile arkadaşlarına karşı hep merhametliydi, ayrıca onları dinlemeyi çok severdi. Hepsinin sorunlarına yetişmeye çalışırdı kendince. En küçük olanla daha farklı ilgilenirdi ancak. Bu yüzdendi birbirlerine olan dostça zaafları.

Eğer o Sehun denen p*ç sarışın hyungunu üzerse onu öldüreceğinden emindi. Geleceğe müdahale edebilirdi elbet, peki yanımdaki çocuğu ne yapacaktı?

"Jongin."

Cennetten gelen sesle düşüncelerinden sıyrılmayı başarabilmişti bir an içlerinde kaybolduğunu sansa da.

"Jongin bir şey söyle. Lütfen bir tepki ver!"

Onun bu acı çığlıkları kulağında yankılanıyor kalbine ulaşıyordu ancak ağzını açarsa çıkabilecek şeyler korkuyordu uzun olan. Nasıl sakin kaldığına bile şaşırıyordu o an zaten. O yüzden sadece sustu.

"Biliyorum. En yakın arkadaşlarımdan birine aşık olmak delice, ütopik, yasak ama yapabileceğim bir şey yok. Varsa da yapamıyorum Jongin."

 

Onun gözlerine bakıp güç almaya çalıştı sözlerini toparlayabilmesi için. Konuşmadan önce son bir nefes aldı halbuki ciğerleri havayı aldıkça ağrıyordu.

"Hissettiklerin anormal değil Kyungsoo. Bunlar herkesin tadabileceği duygular. İnan bana bir gün aşkının -en azından emeğinin- karşılığını alacaksın. Luhan konusuna gelirsek... Üzgünüm ama o konuda bir yapabileceğim bir şey yok. Luhan en sevdiğim hyunglarımdan biridir ve ne olursa olsun onun yanında olacağımdan emin olabilirsin."

Birbirimize kenetlenen gözlerini ayırdı uzun olan. Onlara lüzum kalmadığını düşünüyordu. Söylemek istediklerini dile getirmişti ancak o kahverengi, boncuk gibi olan gözlere sandığından çok daha fazla ihtiyacı olduğunu fark edememişti ne yazık ki. Edilecek laf kalmadığını anladığında bir endişe kaplamıştı ikisinin de bedenini.

Yoksa...

Yoksa gitme vakti gelmiş miydi?

Çantasını eline aldığını görebiliyordu Soo'nun uzun olan. Buruk gülümsemesini saklamaya çalışıp sanki hiçbir şeyi bilmiyormuş gibi durma kararı almıştı. Günün nasıl geçtiğini anlayamamıştı zaten. Belki de dakikalar yeni akmaya başlamıştı Jongin için. Fakat yine istiyordu ona bakarken zamanın kendini kaybetmesini. Halbuki yanındaki beden ne kadar da hazırdı gitmeye...

"Merhaba çocuklar. Kütüphane kapanmak üzere. Eğer çok işiniz varsa dışarda konuşabilirsiniz, hatta kahve falan için sıcak tutar. Şimdi lütfen çıkışa doğru ilerler misiniz?"

Nereden geldiğini çözemedikleri bu kaba adamı takip ederek kütüphaneden çıktılar yavaşça. Okulun çıkışına doğru ilerlediklerinde havanın ne kadar da karardığını fark ettiler. Dışarıdaki sokak lambaları olmasaydı önlerini bile göremeyebilirlerdi. Aslında ayrılma zamanının geldiğini düşünmüşlerdi. Fakat onları kovsa da iyi bir fikir verdiğini düşünerek heyecanla döndü Soo'ya Jongin.

"Kahve içsek mi?"

"Olur. Zaten yapacak bir işim yok. Hadi gidelim."

Minik adımlarla, gölgelerini peşlerine alarak ilerlediler kalabalık Seul sokaklarında. Kollarında iki kitap vardı uzun olanın. Diğeriyse sırt problemleri yaratan bir çanta taşıyordu. Yardım teklifinde bulunulmuş olsa da kimseyle yükünü paylaşmak istemiyordu henüz. Kahve dükkanına vardıklarında kapının üstündeki çanın hızlıca çalmasıyla birkaç müşterinin dikkatini çekmişlerdi istemsizce. İçerinin atmosferinden mi yoksa her tarafta sıcak üfleyen klimalardan mı bilinmez, anında kasları gevşemişti. Ve o kahve kokusu...

Belki de asıl büyülü olan oydu, ha?

"Kahve kokusu çok güzel değil mi?"

"Kahve kokusu çok güzel değil mi?"

Aynı anda söylemeleri hafifçe kızarmalarına sebep olmuştu. Çoğu şeyde farklı düşüncelere sahip olsalar bile zevklerinin bir olması hoşlarına gitmişti belki de. Hemen -hafta içi olmasına rağmen az boş masası bulunan- kafede gözlerine kestirdikleri bir yere geçtiler. Garsonun onları görmesi uzun sürmüştü. Siparişlerini verdikten sonra kahveleri gelene kadar hiç konuşmadılar. Sanki konuşacak bütün şeyleri konuşmuş gibi hissediyorlardı.

Yine de içlerindeki o delice konuşma isteğine engel olabilmek ne mümkündü?

"Daha önce buraya gelmiş miydin?" diye başlattı konuşmayı Jongin.

"Evet. İki kere hatta. Çok beğenmiştim fakat adını aklımda tutamamıştım ne yazık ki. Biraz balık hafızalıyımdır da." Gergin bir gülümseme sundu etrafına dediğinden utanarak kısa olan.

"Hiç canını sıkma. Ben de öyle. Dün ne yediğimi bile hatırlamıyorum."

İkisi de gülmeye başladı sanki çok komikmiş ya da çok mutlularmış gibi halbuki ne gezer?

Yine de bunu özlemişlerdi garip bir şekilde. Beraber kahkaha atmalarının üzerinden yıllar geçmiş hissine kapılmışlardı ufak bir an. Şans eseri başlatılan konuşma uzadıkça uzadı ve kafenin kapanışına kadar gitti. Hiçbir yer onlara dayanamıyordu, Jongin ve Soo'daki anlatma aşkının karşısında yenik düşüyordu hepsi.

Delilikti bu. Hiç durmadan, sıkılmadan konuşmak nasıl mümkün olurdu, sürekli yeni baştan başlıyorlarmışçasına?!

Kafenin kapanmasından birkaç dakika önce yanlarına gelen garsonla etraflarına gelebilir hale gelmişlerdi sonunda. Gitme vaktinin gelip çattığını idrak ettikleri andı aynı zamanda o. Gece yarısı olmuştu çoktan. Külkedisinin at arabasının balkabağına dönüştüğü zamanlardı bunlar.

Son defa konuşmak, vedalaşmak için bir banka oturdular. Bu uzun gecenin ardından veda için anlamlı laflar sarf etmesi gerektiğinin farkındaydı Jongin. Sonuçta diğerini sürükleyen oydu peşinden. Fakat doyamamıştı hala çaresiz bir şekilde. Nasıl böyle aç gözlü olabiliyordu Kyungsoo konusunda, kendisi bile inanamıyordu tavırlarına.

Donan k*çlarını koydukları bank han nehrinin yakınlarında olduğundan, ikisi de gözlerini birbirlerinden uzak tutmak istercesine denize bakıyordu. Ne kadar huzur dolu bir andı! Sadece şu saniyeyi düşündükleri nadir zaman biriydi ve bunu yapmayalı uzun zaman olmuştu her iki oğlan için de.

Denizin güzelliğinedalıp yavaş yavaş kaybolurlarken omzunda bir ağırlık hissetti Jongin. Kyungsoo kafasınıonun rahatsız olduğunu tahmin ettiğini tahmin ettiği omzuna koyup uyumuştu. Elindekafeye gitmeden önce uzunun aldığı Pororo'yla. 

-Azra

Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
No comments yet