Part 3

Give Me Permission

Kantinde, bubble-tea'si elinde yudumlarken aynı zamanda telefonundan bağımlılık yapan oyunlardan birini oynuyordu. Oyuna o kadar dalmış olmalıydı ki karşısında oturan çocuğu fark edememişti ne yazık ki gelen öksürük sesine kadar.

Oyunu durdurup önündekine baktığında gözleri en az onunkiler kadar büyümüştü. Ağzından gereksiz bir şaşkınlık nidası kaçtı diğerinin kulaklarına doğru. Nefesi kesilmişti onu gördüğünde. Belki de en beklenmedik kişiydi karşısına çıkan.

"Kyungsoo senin ne işin var burada?"

Gözlerindeki muzip parıltı anında söndü küçüğün ve güzelim kalp dudakları düz bir çizgi halini aldı. Uzun olan ise kendine bildiğim en ağır küfürlerle lanetleri okuyordu. Zaten zar zor arkadaş kalabilmeye ikna ettiği çocuğu şimdi de elinden kaçırmayı mı hedefliyordu? Bunu söylerken ne düşünüyordu acaba?

"B-ben sadece... Sadece biraz konuşuruz diye düşünmüştüm."

Kafasıyla onayladı diğerini Jongin, onun titreyen ve ne diyeceğini bulamayan sesi kendini de garip bir heyecana sokuyordu.

"Ee nasılsın?"

Kafama bir tane geçirsem çok mu garip gözükürüm?

"İ-iyi. Sen?"

"Ben de iyi sayılırım. Bugün eski arkadaşlarımızı geldi. O yüzden çok mutluyum." dedi gülümsemeye çalışarak. Fakat diğerinin gözlerindeki kararmayı fark edemeyecek kadar fazla mutluydu belki de ya da hırsla sıkılan minik parmakları.

"Evet gördüm. Bayağı yakın gibiydiniz."

Kafasını başka yöne çeviren Kyungsoo'nun ardından şaşkın bir şekilde bakakalmıştı esmer olan. Sözlerindeki umut verici ima kalbinin pır pır atmasına neden olmuştu aniden. Bakışlarındaki kızgınlığı görebiliyordu artık ve onlara anlam yüklemek için deliriyordu adeta. Ancak kendi kendine ümitlenmekten de bıkmıştı. Kyungsoo onu reddetmişti değil mi? Peki neden kıskanmış gibi gözüküyordu?

"İyi olduğuna emin misin?"

"N-neden sordun?"

Ah kekeledikçe yanaklarının kırmızı tonlarına daha fazla bürünmesi yok mu! Onu böylesine lezzetli görmek ağzını sulandırıyordu küçüğün. Kollarına alıp doymak istiyordu onun güzelliğine, öpüp tadına varmak istiyordu onun kendinden uzak olduğunu bilse de.

"Sehun."

Bir tek isim aralarına yine dağların, kayalık dolu yolların girmesine neden olmuştu. Kyungsoo'nun yüzünün aldığı şekilden hala onu sevdiği belli oluyordu Jongin'e göre ve bu onun küçük kalbine sanki dikenli sarmaşıklar tarafından sarılmış hissi veriyordu. Minik iğnelerin teker teker yara açmasıyla aslında ufacık sözler bütün kalbi hasta hale getirmişti.

"Evet. Artık bir sevgilisi var."

"Üzgün değil misin?"

"Bilmiyorum .Hiçbir şey hissetmiyorum sanırım."

"Nasıl yani?"

Nasıl olurda sevdiği çocuğu başkasıyla görmek canını yakmazdı? Jongin daha bir hafta bile olmadan bu işkenceyle çökmüştü, çocuğun gözlerin altındaki siyahlıklar beliriyordu, vücudunun diri yapısı ise yok oluyordu yavaş yavaş. O ise aylardır bununla uğraşıyor olmalıydı. Peki nasıl bu kadar kayıtsız kalabilirdi?

"Aslında onu böyle görmek kıskanmamı sağlıyor. Kıskanıyorum ama onu değil. Onun bir sevgilisi olmasını. Sevebilecek, sevilebilecek birine sahip olmasını. Sehun'a karşı ne hissettiğimden emin değilim artık. Ona baktığımda sadece kıskançlık var yeri dolmayacak, kaybolmayacak gibi görünen kıskançlık."

"Anlamıyorum. Yoksa artık onu sevmiyor musun?" dedi küçük olan kafasının almadığını belli ederek.

Kyungsoo ise kocaman gözlerini daha da büyüterek ona bakmıştı. Diğerinin söylediklerini beyninde tartıyor gibi gözüküyordu ve cevaba yaklaştıkça ağzı şaşkınlıkla biraz daha açılıyordu. Bu soru onu bayağı hayrete düşürmüş gibiydi.

"B-ben..."

"Evet?" dedi üstüne giderek. Bunu yapmaması gerektiğini biliyordu lakin onun bunu söylediğini duymak ikisini de mutlak bir rahatlığa kavuşturacak gibi geliyordu. En azından esmeri. Ona umutla bakarken tek beklediği şey bir kelimeydi: Sevmiyorum. Ama o en kolay çözüm olan kaçmayı seçmişti yine ve yeniden.

"Gitmem gerek Jongin. Sonra görüşürüz."

El sallayıp kantinden çıktı arkasına bile bakmadan. Diğerini üzgün bir surat ve dolmuş gözlerle bırakarak hiç acımadan. Sehun bana en yakın olan iki insanı da kendine nasıl aşık edebildin?

***

Luhan'ın Jongin, Chanyeol ve Yixing'i dışarı çıkmalarını yoksa evin içinde çürüyüp gideceklerini söylemesinden sonra Han Nehri'ne gitmeye karar vermişlerdi. Biraz kafa dinlemek onlar adına iyi olacaktı. Kimsenin itiraz etmemesiyle kısa olan biraz endişelenmişti böylesine uysal olmalarına.

Nerede bunların hala biraz kaldığını düşünülen ergen ruhu?

Ancak aklına onların da yorulmuş, düşünmeye ihtiyacı olabileceği gelmişti. Sonuçta herkes adına zor bir haftaydı. Belki de aşık olmuşlardı diye düşünürken zihninde bir anda Wufan figürü belirdi. Aralarından ilk onun sevgilisi olacağını hiç kimse tahmin edemezdi.

Dün onu Joon ve Tao'nun kahkaha atıp birbirlerine dokunmalarına bakarken yakalamıştı Unicorn. Resmen gözlerinden ateş saçıyordu ki normalde de pek minnoş bir kişilik sergilemediğinden dışarıda bu normaldi fakat yine bir bardak kırılma vakasına gelinecek kadar kötü gözüküyordu. Aslında Yixing de öyleydi nedenini bilmediği bir şekilde.

Joon'u başkalarıyla çok yakın gördüğünde onun vücudu da aynı tepkiyi veriyordu. El titremeleri, öfke dolu bakışlar, boğaz kuruması, kalpte göğsü çökertecek ağrılar... Joon Myeon da onu çeken bir şey vardı. Küçücük bedeniyle herkese hükmetmesi mi dese, bir anne edasıyla bütün çocuklara sahip çıkması mı dese, yüzünde -her gülümsediğinde- oluşan ona bakma isteği mi dese, yoksa bakışları birbirine dediğinde kalbinin küt küt atması mı dese...

Acaba Zhang Yixing ne dese?

En iyisi konuyu ondan uzaklaştırmak ve Wufan ile Tao'nun aşkını anlatmaya devam etmekti. Sadece Wufan Tao'ya öyle bakmıyordu kendi gözünde. Küçük olan da Wufan ile MinHo'yu çok yakın gördüğünde bütün dünyayı dondurabilecek buz bakışlar atmıştı. Fakat zeki Unicorn tabi ki bunlardan anlamamıştı aşık olduklarını.

Onun her şeyi kavramasına neden olay şey, o ikisi bakıştıklarında yok olan ateşlerin ve eriyen buzlardı. Ejderhanın ateşi pandayı eritmişti ve pandanın soğukluğu ejderhayı kül olmaktan kurtarmıştı. Bu düşünceleri toplandığında tek bir sonuca çıkıyordu kendi için: Ben de böyle aşk istiyorum!

***

Han Nehri'nin yakınında bir çay bahçesinde otururken zihninden geçenler huzurdu bu sefer. Jongin ve Chanyeol siparişlerini verirken yanlarına gelen üçlüyü hiçbiri fark etmemişti.

"Oh! Siz de mi buradaydınız?"

Tanıdık bir sesle arkasını dönüp bütün gün aklının bir köşesinden çıkmayan adama baktı şaşkınlıkta Yixing. Onları burada bulmak bekleyebileceği en son şeydi. Yanındaki ikisinin gözlerinin başkalarını aradığını görürken Joon'un bakışları tamamıyla kendi üzerinde kitlenmişti. Bir anda panik olmaya başlayan Unicorn ağzından ilk çıkan sözcüklerin ulaşmasına izin vermişti onlara.

"Neden geldiniz?"

"Gelemez miyiz? Hayırdır Han Nehri'ni mi kiraladınız?"

Tamam, o kabaydım ama diğerinin da pek kibar olduğunu söyleyemezdik. Açıkçası birbirlerini daha doğru düzgün tanımadan bu şekilde davranmaları ikisinin de canını sıkıyordu yine de en başından beri içlerinde var olan korumacılık iç güdüsüyle diğer çocukların güvende olması için bir araya gelmemişlerdi ve ilk adımı da atmaya karar veren biri vardı sonunda aralarında.

"Özür dilerim. Oturmaz mıydınız?"

O bunu söyleyince etrafında bulunan 5 kişi de gözlerini pörtleterek Unicorn'a bakmıştı. Elinde siparişler olan Jongin ve Chanyeol bu teklife hem şaşırmış hem de sevinmişken Joon, Kyungsoo ve Baekhyun gergin gözüküyordu. Bu 12 kişilik 2 grupta neredeyse en kibarları kendiyken bu şaşkınlık da neyin nesiydi böyle?

Üzgünüm ama laf ağızdan bir kere çıkar ve ileride bu yaptığından çok memnun kalacağına dair içinde bir his vardı Unicorn'un. Belki de hepimiz ona güvenmeliyiz, kim bilir?

***

"Eee daha daha nasılsınız?"

Neden hepsi kız istemeye gelmiş gibi gergindik?

Bu anlamdıramadıkları heyecan neyden kaynaklanıyordu?

Aslında havadaki aşk kokusunu hepsi alabiliyordu. Peki bu gerilimin nedeni neydi?!

"Jongin ve Kyungsoo rica etsem şurada pamuk şeker satan amcadan hepimize pamuk şeker alır mısınız? Bu ifadelerinizi evet olarak kabul ediyorum. Yeol ve Baekhyun siz de hesabı öder misiniz? Bakın kasa hemen şurada!"

Ona tabiri caizse 'öküzün trene baktığı gibi' bakan 4 şapşal aşığa gözleriyle kaybolun dedikten sonra hepsinin teker teker dediği işleri yapmalarını ve bir daha geri dönememelerini izledi sessizce Yixing gururlu bir anne edasıyla. Kendisini birbirleriyle olmak adına yanıp tutuşan insanları birleştirmek adına yararlı biri olarak buluyordu.

"Bunu neden yaptın ki şimdi?" diye bir soru geldiğinde yanında kalan son kişiden, Joon'a kafasını onaylamaz bir şekilde salladıktan sonra güldü onun dediğine.

"Çünkü hepsi köpek gibi aşık ayıptır söylemesi. Eminim ki bu onların yakınlaşmaları için harika bir fırsat olacak."

Onu bakışlarıyla süzmüştü kısa olan bir süre. Diğeri yavaşça kızarırken ne olduğunu bulmaya çalışıyordu Joon kendini diğerine böylesine yakın hissetmesine neden olan şeyin. O sırada Yixing'in hiç düşünmeyeceği, düşünemeyeceği bir şey yaptı ve gülümsedi. Kalbini ısıtacak hatta çok ısınmadan dolayı patlatacak kadar. Vay be! Kalbinde kelebekler olduğunu bilmiyordu Unicorn. Çünkü yüreği patladıktan saniyeler sonra kelebekler karnına doluşmuştu.

"İyi misin?"

O anda gülüşümün solduğunu anladım.

"İyiyim. Joon Myeon sence onlara çok mu kafa yoruyorum?"

"Hayır tabi ki. Bazen ben de öyle düşünüyorum. Ama sonra onların gülen yüzleri aklıma geliyor ve mutlu oluyorum."

Çünkü aşık olmakla meşguldüm.

*** (Jongin POV)

"Jongin ve Kyungsoo rica etsem şurada pamuk şeker satan..."

Gerisi dinleyemedim. Kyungsoo ve ben...

Pamuk şeker almak için...

Pamuk şekere ne gerek var önümdeki oğlan yeter diye haykırıyordu içimdeki delirmiş sesler. Ama ağzımdan tek bir kelime bile çıkmıyordu, sadece boş boş bakıyordum etrafa. Belki de bunun yüzünden bunlar başıma geliyordu. Belki de harekete geçmeliydim artık her bir şey söylediğimde hevesim kırılsa da, sonuç değişmese de...

Kyungsoo'yla yan yana giderken arada gözlerimiz birbirine değiyordu arada istemsizce. Ben zaten ona bakmadan duramazken onun da gözlerinin yönü bana doğru olduğunda kalbimdeki yeşermeye yer arayan umutlar sulanıyordu. Fakat o hemen başka yöne çeviriyordu boncuk gözlerini ne yazık ki. Pamuk şekerleri aldıktan sonra fark edebilmiştim ondaki garipliği. Normalde de çekingen bir yapısı olsa da bugün hem sessiz hem de sert hareketleri vardı aslına göre.

"Bir sorun mu var?"

"Hı? Yok. Merak etme beni."

Bakışlarıyla beni süzüp hızlıca başını diğer yana çevirdiğinde ağzım beş karış açık bakakalmıştım ona. Aniden değişen tavırları beni hayrete düşürüyordu açıkçası. Bazen onda kişilik bozukluğu olduğu düşüncesi kafamda uçsa da kendime göz devirip vazgeçiyordum düşüncemden. Fakat bir anda bu ergen kız tavırları da nerden çıkmıştı? Gözlerinden öfke akıyordu resmen. Ayrıca gözünün ucuyla beni taciz edip aynı zamanda aşağılayıcı bakışlar atıyordu. Sanki sevgilisiyle kavga eden liseli bir çocuk gibiydim.

Keşke öyle olsa diye geçirdim içimden bir an.

Keşke öyle olsa!

"Kyungsoo neler oluyor?" dedim kolundan tutarak. Dayanamıyordum artık bu hallerine. Ona karşı hislerimi bile bile bana böylesine iğrenç bir varlıkmışım gibi davranması canımı yakıyordu. Onunla ilk günlerdeki gibi arkadaş olmak istiyordum şu anki halimize nazaran. En azından benden kaçıp gitmiyordu ya da trip atmıyordu.

Bir koluna bir bana baktı ve üzülme ile iğrenme birleşimi bir bakışla buluşturdu beni.

"Sana iyi olduğumu söylemiştim. Bana böyle dokunma. Zor duruma düşebilirsin."

"Ne zor durumundan bahsediyorsun?" dedi beni iyice şoka sokarak.

"Birileri görüp yanlış düşünebilir."

İyice kafam karışıyordu artık. Bahsettiklerinin benim için bir anlamı mı olması gerekiyordu?

"Ne? Kimden bahsediyorsun? Açık konuş Soo!"

Sinirle ve sabırsız hali beni de delirtmek üzereydi sonunda. Hayır kız da değildi ki onu anlamamak normal gelsin!

"Sevgilinden bahsediyorum Jongin. Saf mısın?"

Pardon! Benim sevgilim mi var?

Hani?

Nerede?"

"Soo rüyanda neler görüyorsun acaba? Beni görmen hoş ama sanırım olay fazla ileri gitmiş. Benim sevgilim falan yok!"

Kyungsoo'nun yüzünün yumuşadığını görürken cesaretim artıyordu. Acaba geçen günkü nedenle aynı mıydı yaptığı şeylerin sebebi? Kafamda kurduğum senaryolar sadece onlara inanmak beni çok mutlu edeceğinden mi yalan gibi gelmeye başlamıştı yoksa?

"T-Taemin...O s-senin sevgilin değil m-mi?"

Kahkaham ağzımdan çıktığında onu durduracak gücü çok zor bulmuştum. Beş dakika boyunca, nefessiz kalana kadar güldüğümü hissediyordum. Onun üzerimde olan rahatlamış bakışlarıysa daha da sevinmemi sağlıyordu. Herkesin bize bakışından anladığım kadarıyla bütün şehri inletti sanırım.

"T-Taemin m-mi? Sen şaka mı yapıyorsun?! Gözüm senden başka birini görüyor mu sanıyorsun?" dedim kahkahalarımın arasında. Nasıl doğru düzgün şeyler söylemeyi başarabildiğimi ben de anlamamıştım ancak cümlem bittiğinde ne dediğimi farkına vardım. Dolaylı yoldan aşkımı mı itiraf etmiştim?

Soo'nun yüzündeki şaşkınlık ve sevinç parıltılarıyla iyice ne yapacağımı bilememiştim. Elim ayağım birbirine dolanmıştı adeta. İçimden ona tam anlamıyla itiraf etmek geçse de çok saçma zamanlara geliyordu bizim baş başa kaldığımız anlar.

"S-soo ben-"

"Gel benimle."

Kyungsoo elimden tutarak beni kuytu köşeye çekti. Ne olduğunu anlayamamıştım bile. Gerçekten neler oluyordu?

Soo büyük bir ciddiyetle bana bakıyordu. Söyleyeceği şeyler yerimde duramamamı sağlıyordu resmen. Ayağımla yeri dövercesine bir ritim tutturdum ve bütün dikkatimi Soo'ya verdim. Stersimi hızlı vuruşlarımdan çıkarsam da hala kalbim delicesine çarpıyordu heyecan ve belki de birazcık aşktan.

"Evet artık konuşabilirsin."

Derin bir nefes aldı başlamadan önce.

"Beni seviyor musun Jongin?

Bana değer veriyor musun?

Beni bütün kötülüklerden koruyabileceğini düşünüyor musun?

Bana sarıldığında bütün dertlerinin yok olacağını düşünüyor musun?

Benimle gülüp ağlayabileceğini düşünüyor musun?

Bana her baktığında tekrar aşık olacağını düşünüyor musun?

Yarınlarımızı benimle doldurabileceğini düşünüyor musun?

Beraber bir ömür geçirebileceğimizi düşünüyor musun?

Ve en önemlisi senin diğer yarın olduğumu düşünüyor musun?"

Şimdi neden derin nefes aldığını anlamıştım. Ne diyeceğimi kestiremiyordum. Gözlerim bütün konuşma boyunca bulunduğumuz yeri incelemişti. Ama sonunda beynim ve kalbim ilk defa birlik olup Soo'nun gözlerine bakmamı sağladı.

Bana beklentiyle bakan, uğruna ölünesi, tapılası, güzelliği ve bir bakışıyla birçok kalp kırabilecek gözlere.

Vereceğim cevap belliydi. En başından beri belliydi.
Onu kütüphanede ilk gördüğümden beri belliydi.

Hep evetti. Tek seçeneğim evetti. Artık beynim bile itiraz etmiyordu. O da kabullenmişti.

"Benim cevabım belli Kyungsoo. Peki senin cevabın ne?"

/. /(Kyungsoo POV)

Son günlerde hiç bilmediğim şeyler oluyordu bana. Ne hissedeceğimi bilemiyor, vücudumun garip tepkilerine maruz kalıyordum. Şu anda o anlardan biriydi. Jongin'e aklımın ucundan geçmeyen kelimeleri söylemiştim. Neden ve nasıl yaptığımı bilmiyordum ama garip bir şekilde cevabını bekliyordum sanki o cevaba ihtiyacım varmış gibi.

Sehun'u küçüklüğünden beri tanırdım ve onun yakın bir arkadaşlığımız olmuştu. Ayrıca lise sondan beri de ondan hoşlanıyordum. Ki ben öyle salak ve saftım ki bunu bana Baekhyun söylemişti. Ona her baktığımda gözlerimin parladığını, onu biriyle gördüğümde etrafıma ateş saçtığımı...

Hepsini.

Bense ilk önce buna şaşırmaktan başka bir şey yapamamıştım. Sonra durumumu farkına varıp Sehun'a açılmadan onu uzaktan izlemeye başladım çünkü yapabileceğimin en iyisi buydu. O beni hak etmiyordu, daha iyilerine layıktı o.

Benim için gerçek olamayacak kadar iyi bir arkadaştı, sürekli yanımda olup bana destek çıkardı sorgusuz sualsiz. Ne zaman başımı belaya soksam her seferinde usanmadan kavga ederdi benim için. Asosyal havamı yıkmaya çalışırdı ve bunu yaparken o kadar komik olurdu ki yine ona fark ettirmeden gülerdim.

Fakat şimdi anlıyorum ki bu aşk değil. Onu görünce kalbim pır pır etmiyordu aslında. Sadece onunla konuşmak heyecanlandırıyordu beni. Onu görmek, yakınında olmak hoşuma gidiyordu. Ona ihtiyacım yok ama. Neden olsun ki? Benimkisi basit bir hoşlantı aslında. Etrafımda yakışıklı bir erkek olması ve onunla konuşabilme ihtimalinden hoşlanıyordum ben. Bu da eskiden canımı yakardı farkında olmadığım için. Elde edemediğim birini takıntı haline getirmiştim belki de.

Artık yanmıyordu ama canım. Çünkü artık bütün acımı hafifleten, sonunda kendimi düşünecek kadar beni bencil yapan, adını haykırmak istediğim ve bana kimsenin bakmadığı gözlerle bakan biri vardı. Ve bu sefer o kadar bencil olmak istiyordum ki... O hastalıklı aşktan kendimi kurtarmak istiyorum ve bunun için Jongin'i kullanmak istiyordum. Onun aşkının beni temizlemesini hatta beni kendine aşık etmesini istiyordum.

Onun elini tutup bu bataklıktan kurtulmak istiyordum ama onu bataklığa sürüklemek istemiyordum. Doktorum olmasını istiyordum ama beni iyileştirirken kendi hasta olsun istemiyordum. Bu duyguları Sehun'da yaşamadığımdan haberdardım ve Jongin'e beni bu hale getirdiği için teşekkür etmek istiyordum aslında.

O beni seviyor ve...

Ve sanırım ben de onu seviyorum.

/. /

"Benim cevabım belli Kyungsoo. Peki senin cevabın ne?"

Duygularından emin olamayan Kyungsoo.

Pısırık Kyungsoo.

Platonik aşık olmaya mahkum Kyungsoo.

Ölmelisin.

"Çok çelişki yaşadım Jongin. Nasıl hissettiğimi, neler çektiğimi bilemezsin. Ama bilmeni istiyorum."

Yüzündeki acı dolu ifade beni yanlış anladığının kanıtıydı. Ne kadar umutsuz da olsa gözlerini benden bir saniye ayırmıyordu. Devamını bekliyordu. Cevabım onu tatmin etmemişti. Zaten etmesi de garip olurdu.

"Ama sana öğretmek istiyorum. Elini tutup, seninle herkese hava atıp, sana acımı ve mutluluğumu göstermek istiyorum. Belki kalbini kırdım. Seni çok zorladım. Özür dilerim. Hayatımın neredeyse yarısını başka bir erkeğe aitmişim gibi hissederek geçirdikten sonra bir haftada gerçek aşkı bulmak kolay değildi. Ama sanırım Sehun'u değil de seni kıskanmaya başladığımda şüphelenmeliydim."

Utangaçça gülümsedim ve Jongin'in yüzünün şekilden şekle girmesini izledim. İlk önce sanırım korktu(?), sözleri sindirmeye başladığında kaşları onu çok şeker göstererek havaya kalktı ve inanamayan gözlerle bana baktı.

Sonra gülümsemeye başladı ki en güzel kısmı buydu. Küçük bir gülümsemeden dişlerini göstererek gülümsemesini sağlamak hayatımda yaptığım en doğru şey diyebilirdim. Ve uzun bir sindirme ile anlama sürecinden sonra Jongin beni kollarına alarak havaya kaldırdı.

O beni etrafımızda döndürürken bende sevinç kahkahaları ve çığlıkları atıyordum. Uzun zamandır bu kadar mutlu olmamıştım. Şimdi ise elim ayağıma dolaşmıştı. İkimizde nefes nefese kaldığımızda durup kafasını kaldırdı ve bana baktı.

Yüzlerimiz bir şeyi belli etmek adına çok yakındı. Nefeslerimiz birbirine karışıyordu. Gözlerindeki mutluluk yerini şehvet ile arzuya bıraktı. Benim gözlerim de dudaklarına istekle bakarken yapmamız gereken tek bir şey vardı.

***

Şimdi bir kafede oturmuş kahve içiyorlardı kaybettikleri zamanların hatrına. Diğerlerine ne olduğu hakkında en ufak bir fikirleri yoktu. Zaten umurlarında olduğu da söylenemezdi. Sadece hayatlarının aşkını bulmanın mutluluğunu yaşıyordular her şeyden habersiz.

"Çok güzelsin."

Bugünkü 100. iltifatıyla Kim Jongin, Do Kyungsoo'yu kızartmaya devam ediyordu. Ona bilerek yaptığını söyleyip susmasını söylüyordu kısa olan ama Jongin her göz kırpıp açtığında ona iltifat etmek için bir sebep daha bulduğunu söylüyordu.

"Kes şunu." dedi sessiz bir isyanla minik baykuş.

"Kesmeyeceğim işte kes-me-ye-ce-ğim. Çok tatlısın bu arada."

"Jongin!"

"Dudakların da çok güzel."

"Aish!!!"

"Gözlerinin içinde kaybolma olasılığım kaç? Çok bakarsam olur mu acaba?"

O gerçekten olasılıkları hesaplamaya başladığında sinirle bir nefes aldı Kyungsoo.

"Sinirlendiğinde daha tatlısın haberin olsun."

"Yüzündeki gülümsemeyi silmek için sana vurduğumda da aynısını söyleyebilecek misin acaba?"

"Nasıl yapacaksın? Dudaklarınla mı vuracaksın? Başka türlüsü acıtmaz çünkü. En hassas yerim dudaklarımdır da." Dedi utanmaz herif dolgun dudaklarını öne çıkartarak.

"Jongin kes artık!"

"Peki ben öpsem olur mu?"

Sinirden ve utançtan aynı anda kızarıp mora dönen bir insan olarak sabrı gerçekten taşmak üzereydi kısa olanın. Kendisine iltifat edilmesi çok hoşuna gitse de bu kadar sık etmesi ve söylediği çoğu şeyin kıro sözleri olması çok iticiydi gerçekten.

Ayrıca hiç de yaratıcı değil. Hep aynı şeyleri tekrarlıyordu kendi gözünde. Sürekli böyle yapacaksa iş uzamadan ayrılsa mıydı acaba ondan? Ama artık bu şirinliği görmeden bir gün daha yaşayabileceğimi sanmıyordu ne yazık ki. Aynı zamanda hem seksi, hem şirin olabilen bir erkek arkadaşı vardı artık onun.

Hayır onun bir erkek arkadaşım vardı ancak her haliyle mükemmeldi. Onu da seviyordu. Daha ne isteyebilirdi ki? Nasıl terk edilebilirdi ki böyle biri?

"Olmaz."

"Neden böyle yapıyorsun? Seni öpmek istiyorum!"

Mızmız.

"Jongin ilk öpücüğümü daha yeni aldın. Büyük ihtimalle ilk ve umarım son seksimde seninle olacak. İlk evliliğim de seninle olacak. Senle de ölebilirim. Yani hayatın boyunca beni öpmek için çok zamanın olacak peki neden şimdiye sıkıştırmak istiyorsun? Asıl sen neden böyle yapıyorsun?"
"Sen! Sen gerçekten... YALNIZ ÇOK MUTLUYUM HA!!! Az önce bana evlenme falan mı teklif ettin? Yoksa seks mi yapalım dedin? Ölelim mi dedin? Bilmiyorum ama çok güzel şeyler söyledin ya! Soo her yerde gök kuşağı olması normal mi yoksa deliriyor muyum?" dedi ellerini yüzünün önünde garip garip hareket ettirerek.

Kyungsoo kendi dediklerini ve erkek arkadaşının dediklerini de değerlendirince...

O ne demişti şimdi ya? Kendi de delirmeye başlıyordu sanırım.

Fakat ikisinin de emin olduğu bir şey vardı: Bu adamla ölmek istiyorum her ne şekilde olursa olsun.

-Azra

Like this story? Give it an Upvote!
Thank you!

Comments

You must be logged in to comment
No comments yet